(Dört kuşakta, dört kadının ve bir şekilde dört kadından diğerine geçen beyaz kemikten tokanın hikayesidir. Kadınların her birinin hikayesinin ayrı zorlukları vardır. Hem zamanı, o zaman ülke koşullarını hem de o koşulların mantık ve duygu dünyasını nasıl şekillendirdiğini anlatmaktadır.Ki, üç kuşaktaki zorluklar oldukça çetin görülmekteyken son kuşağın yaşadığı yüzeysellik, acaba tüm çetin koşullardan en ağır olanı mıdır? Belki, tüm öykü boyunca sorulan da budur…)
KÜÇÜK KADIN, Zeliha…Bir akşam en büyük ağabey büyük kararlar vermiş edasıyla ‘Tamam evleneceksin o adamla, çok para verdi bana, hem kız üzülme çok parası var. İyi bakar sana, daha ne…’ der; tüm alkolikliğiyle…
Havva kadın hiç ‘Sen benim her şeyimsin, seni seviyorum, aşkımsın.’ demedi. Havva kadın gece kremi gündüz kremi, boyun kremi, kadın bakımı nedir bilmedi. Saçlarına iyice beyazlayıncaya kadar ellemedi. Sonrasında da kendi saçı gibi yine kızıl yaptı, anasının saçları gibi ve onun da anası gibi aynı. Kınaladı bu sefer ördüğü uzun saçlarını beyazlayınca epeyce. Tokasını da saçından çıkarıp Zeliha’ya verdi.Anne tek başına bırakılmış bir kadındı. Ayrı apayrı bir hikayeydi kızının ki de…Çok içen bir baba ise uzak şehirlerdeydi hep. Dölleyen ve gidendi. Anne sekiz çocuğunu çoğunlukla afyon verir, uyuturdu, pek bir sakin oluyorlarmış o zamanlar. Yıllar sonra sekiz çocuk büyüdü sekiz büyüyemeyen/ büyümekte zorlanan insan olmuşken kocaman bağımlılıklarından kurtulmaları öyle zordu ki, sussunlar diye susturulan çocuklardı onlar, kim bağımlı olmayacaktı ki…Bir kadın on yedisindeydi. Pantolon giydiğinden dayak yiyen ve pantolon üzerine zorla etek giydirilendi. En büyük ağabeyinden, onun bir küçüğünden, daha küçüğünden… Ama asla kin tutmayandı. Yedi numaralı ağabey ömrünün ortasında akciğer kanseri olup kurtulamayan olduğunda Zeliha kadın, hayatında hiçbir şeye onun ölümüne üzüldüğü kadar üzülmeyecekti yine de.
Kadın on yedisindeydi. En büyük ağabey bağımlı bağımlı, artık alkol bağımlısı kıvamındayken; ‘Evleneceksin arkadaşımla, o kadar! dedi bir akşam.Zeliha kadının hayali hostes olmaktı. O hep uçmak istiyordu.- ‘Pilotların kucağına mı oturacaksın, yok öyle bir şey!’,-‘O zaman öğretmen olayım… (üzgün ve umutsuzca)- O zaman evin işlerini, yemeği ve kardeşlerinle ilgilenmeyi kim yapacak Zeliha, azcık akıllı ol!’ denildi.Oysa Zeliha okul birincisiydi. Ailesinin umrunda olduğu en son şey ise onun okuldaki başarısıydı. Ailesini Zeliha’nın spor dersinde neden eşofman giydiği ise daha çok ilgilendiriyor ve her hafta kıyamet kopuyordu bunun için. Zaten spor dersi de gereksizdi. Erkeğin ve kadının bir arada spor yapması hiç hoş değildi. Buna da okul deniyordu bir de. İşte ailenin zihniyeti buydu.Baba hep şehir dışında çalışırdı, anne sekiz çocukla tek başına ilgilenmek zorunda kalandı. Eve döndüğündeyse her yerde anneye sahip olmak onun için sorun değildi. Eşofman giymeyi ayıp sayan zihniyet kızının uyuduğu odada annesiyle sevişmeyi ise ayıp karşılamayandı. Baba alkol bağımlısıydı. Evde kaldığı zamanlarda akşamları da içerek geçirirdi.Kadın on yedisindeydi. Sekiz çocuk vardı evde. Köşeye sıkıştığı bir dünyada sadece bir çift gözü zaman zaman görmesi Zeliha’yı üzgün dünyasında hayallere sevk ediyordu… On yedisindeki kadının bir sevdiği vardı, bakıştığı, herkesten ve her gözden kıskandığı bir çift anlamlı ve sıcak göz… Zaten bu dünyada sıcak olan tek şey de onun bakışlarıydı…Oğlanın anasının istemediği gelindi o lakin. Ailelerine uymayanmış Zeliha. Ne erkek anladı bunu ne kadın… Oğlan anasıydı işte… Komşunun kızı tam ona uygundu, onu alsaydı ya oğlu…
Oğlan yirmisinde tüm ülkelerin tarihini tek tek anlatan bir halk öğretmeni, tehlikeli zamanlarda; ruhunu ödünç vermeyenlerdendi. Asil, doğuştan, hiç kirlenmeyen, ‘Öldürebilirler en fazla, kirletemezler.’ diye hissedenlerdendi. Yıllar geçecekti ve hiç anlatmayacaktı o hava atmak için içerde geçirdiği zor zamanlarını, hiç…Asiydi oğlan, deliydi. Sevendi.Deli zamanların deli oğlanıydı. ‘Zamanı biz yazabiliriz ellerimizle’ diyenlerdendi. Yıllar geçecek o hiç değişmeyecekti, çevresindekiler şaşıracaklardı, ‘Ruhunu hiçbir kağıt parçası alamadı’ diyeceklerdi çok çok uzun zaman sonra ve herkes her şeyi evet her şeyi unutmuşken dahi…On yedi yaşındaki kadın, oğlana hayrandı. Hayran hayran bakar ve dinlerdi onu. On yedi yaşındaki kadın için o oğlan hayaldi. Kimi zaman birlikte sohbet ederler bir de, göz ucuyla bakışırlardı. Sonra o on yedi yaşındaki kadın çekerdi gözlerini dünyasına, saklanırdı; yeniden… Yeniden dünyasına dönendi, tekrar oğlanın gözlerinde buluşuncaya kadar gözleri dünyasında saklardı gözlerini ve kimsesizliğini…
Bir akşam en büyük ağabey büyük kararlar vermiş edasıyla ‘Tamam evleneceksin o adamla, çok para verdi bana, hem kız üzülme çok parası var. İyi bakar sana, daha ne…’ der; tüm alkolikliğiyle…
Kararlaştırılan bir akşam ağabey açıklar, arkadaşına yar olması şart olmuştur artık, çok para verecektir, çok… On yedi yaşındaki o küçük kadın, daha önce çıkmadığı siyah zamanlarda ve içi hep siyahken kendini bırakır sokaklara, binlerce kitap okumuş, her ülkenin tarihini teker teker anlatan adama kaçar; saçında beyaz kemik bir toka, üzerinde pantolon üzerinde bir etek varken… İşte tüm varlığı budur bir de sıcacık bir çift göz…Gün akşama dönmüşken ve artık gün, ona yasak olmaya dönmüşken; o artık dönülmez bir yola koyulur. Çünkü bilir ki, kalırsa dönemeyecek. Bir daha aynaya bakıp, tanıyamayacak -kendinden dahi sakladığı- gözlerini.
On yedi yaşındaki küçük kadın, kendinden uzaklaşmaktansa, yasak olan akşam saatlerinde düşer yollara. Yıllarca ‘Aşk ölmüyor!’ diye ispat edeceğini bilmeyerek çıkar yollara, hayran olduğu adama gider, kopkoyu bir karanlıkta…
Ağabey deliye döner. Oğlanın anası deliye döner. Ağabey kıza ‘Sakın dönme bir daha‘ der, oğlan anası, ‘Helal değil hakkım yazık, almadın komşu kızı Neriman’ı oysa ne hanım kızdı, ah!’der, bir iç geçirir, gözlerinden yaş yaş süzülür. Bakarsın ‘Üzülüyor mu gerçekten?’diye düşünüverirsin. Nasıl inanmazsın ki, ağlarken birine; öyle bir hal vardır suratında, hep ağlar; hep karşındaki düşündürür, ‘Yahu bu kadar ruhsuz nasıl ağlayabilir insan, bu denli hissiz ağlayabilme ustası olunur mu?’
Oğlan, on yedi yaşındaki küçük kadına sarılır, sarılır sımsıkı. Terk edilmiş iki ruh birbirine kavuşur baştan terk edilmiş bir dünyada, mücadelenin bittiği ya da henüz yeni başladığı bir dünyaya başlarlar, bilinmezliklerle; bir tek yürekleriyle.Yıllar geçecekti çok uzun yıllar, Zeliha kadın artık bastonla yürürken, Havva kadın artık bu hayatta yokken; tavan arasına çıkan meraklı bir çift ayak; sarı tozlu sayfalarda annesinin ve anneannesinin ve büyük anneannesinin hikayesiyle karşılaşacaktı. Küçük bir kaçamak için sığındığı bir tavan arası macerası sonrası karıştırdığı bir sandıkta, tozlu sarı yaprakları şaşkınlıkla okuyacak ve o sarı sayfaların çok altında ve sandığın dibinde beyaz kemik bir tokayla karşılaşacaktı… Tavan arasının ‘öylesine’ çıktığı merdivenlerinden uzun çok uzun zaman düşüneceği hikâyeyle ve kestane capcanlı saçlarına tutturduğu beyaz kemik bir tokayla inecekti dünyasına.
Aklındaysa takılı kalan bir cümledeyse kendi yaşadıklarının ne kadar yavan kaldığını görecekti:‘Onca zorluğun arasında sadece oğlanın kitapları, kızınsa beyaz kemik bir tokası vardı bir de, bir de; sımsıkı sarıp sarmaladıkları ruhları…’
1-(Yazılar herhangi birine yazılmamış olup, hayal gücünün özgür uçuşlarıdır. 2- Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)