‘Karların ortasındaydım ve o an ne düşündüm biliyor musun? Altı yaşımdaki küçücük halimle…’

Yeşildi gözleri yemyeşil. İçten içe bir şeylere kızar gibiydi. Değildi, o da değildi. Sanki son yolculuğuna gider gibiydi.Huzurlu ve sakindi bir yanı. ‘Yeter!’ der gibiydi. Bunları yazan el evrensel bilinci etkilememek istedi, sonra; ‘Sadece bir öykü, saçmalama’ dedi kendi kendine. Yol uzundu.‘Yolda gidersen yol açılır’ dedi kapıdaki adam.
Neden hala kapıda durduğunu anlamadan baktı kadın, belli ki manasız bir bakıştı.Sonradan anlayacaktı, birçok kere olduğu gibi. Geçmez denilenlerin üzerinden ne ırmaklar geçmişti.Tam da sevmeye başlamıştı kendini, gitmenin zamanı mıydı? Bazen kendini sevmek için başkasına ihtiyaç duyar insan?Kaç acı sonrası anladı bunu kadın, hafif bir gülümseme oldu dudağında bunu düşününce…Yeşil ırmaklar görmüştü kadın son düşünde. Dünkü düşünde, düşü dünde kalıyor ve düne dönmesi de mümkün olmuyordu. Düşünü düşünmek, ilk yapmaması gereken şeydi.‘Bazen acılar çarpışır bilir misin?’ dedi kadın sessizce, çok derinden gelen bir sesle…Ne dediğini anlamamış ama anlayacağını yarına olan güveninden daha fazla güvenerek; baktı kadının puslu, ırmaksı yeşil gözlerine ve o an için son kez baktığını bilmiyordu.
Kadın acıların çarpışmasından bahsediyordu ya, gözleri uzaklara daldı. Sanki hemen şurası gibi yakın, ama aynı anda bir yüzyıl öncesinden bir filme bakar gibiydi.Kadının hem hatırladığı hem de yaşar yaşamaz unutmak istediği bir anıdan bahsettiğini, adam daha kadın anlatmaya başlamadan anlamıştı.
Kadın acıların çarpışmasından bahsediyordu ya gözleri uzaklara daldı. Çok uzak ama bir o kadar uzak bir fısıltı döküldü, kırmızı -içe akan mı desem, kanayan desem bilemediğim- dudaklardan…Kadın acıların çarpışmasından bahsediyordu ya, gözleri uzaklara daldı. Bir rehber ararken, ayakları üşüyen bir çocuğun sancısını hisseder gibi ürperdi adam birden, kadın daha anlatmamıştı, oysa…
Kadın acıların çarpışmasından bahsediyordu ya gözleri uzaklara daldı. ‘6 yaşımdaydım’ dedi kadın.‘Okuldan eve yürüyorum. Ben yağan kardan daha küçüğüm neredeyse. Öyle ki papuçlarım karların arasında kalıverdi.Papuç dediğim, dizlerime gelen çizmelerdi ama karlar benden güçlüydü, çok güçlü. Karlarda yürümek şöyle dursun, karlardan çıkamıyordum; saplanmıştım.(80’lerde çok kar yağardı bu topraklara, şimdiki gibi değildi.)Üşümüştüm, yalnız kalmıştım, yalnız bırakılmıştım, ev uzaktı, sırtımda benden büyük okul çantamda kitaplar; bembeyaz, sırlara bulanmış karın içinden çıkamıyordum.Yürümem gereken yolu bırak, adım atamıyordum. Ayaklarım ıslanmıştı, üşümüştüm, yorulmuştum. Neden ben yalnız dönüyorum bu ufacık halimle, anne beni neden doğurdun diye ağlamaya başlamıştım.Altı yaşında bir ufaklık olarak, benim için çaresizlik buydu. Çok, çok yürüdükten sonra; kızgın bir sobanın yandığı bir eve ulaştım. Sinirli ve isyankar hissediyordum.Her şeyimi çıkarmış ve sobanın antenlerine asmıştık babaannemle. Ama o annem değildi ve beni bu daha çok yalnız hissettiriyordu o gün.Bir yanım açık, kimsesiz ve hep sevgisiz gibi bir yanımda duvar yokmuşçasına üşüyor hissediyordum.Ellerim ayaklarım ısındıkça canım acıyordu, don çözülürken iğneler batıyor ve ben daha çok sinirleniyor, daha çok sorguluyordum;‘Madem annem yanımda olamayacaktı, peki neden doğurmuştu beni?’ diye altı yaşımda ufacık halimle…Küçük çoraplarım sobanın antenlerinden sallanırken, babaanneme sinirli sinirli bakıyordum. Onun annem olmadığı için, annemin de yanımda olmadığı için…O yaştaki bir çocuğun anneye ihtiyaç duyduğunu hem de epey duyduğunu o gün derinden anladım.O gün ben çocuk yapmayacağım dedim, o hiç yalnız kalmasın diye. Çünkü bu ona haksızlık olurdu. O yaştaki aklımla bana haksızlık yapılmıştı, sorumsuzluktu.Adam konuşmadan dinledi. Yediği yemek midesine oturmuşçasına rahatsızlık duydu, sebebini bilemedi. Yemyeşil ırmaklarda koşar gibi sadece aktı kadına ve bakmaya, dinlemeye devam etti…
Kadın acıların çarpışmasından bahsediyordu ya, gözleri uzaklara daldı. Hem çok yakın, o kadar yakın ki; sobanın donan bedenini ısıtırken yaktığı acıyı tekrar hissediyor gibiydi. Bir yandan da başka birinden bahseder gibi rahatça:‘Bazen acılar çarpışır. Bir ömür önce yaşadığın; gün gelir, kapında bulur seni.’ dedi kadın ve acıların çarpışmasının nasıl bir şey olduğunu ilk ve son kez açıkladı:‘Bir kış günü, sabahın ayazı, gitmek üzereyken, yeni bir başlangıç mı, son mu bilemezken; birden onca zaman önce, nerden hatırladığını dahi hatırlayamadığın acı; dönen dolapları geride bırakıp ilmik olur boğazına…İşte o an ne gidiyorum, ne kalıyorum diyemezsin ama birini seçme vaktidir. Hoşça kal.’Kadının çekip gideceğini anlamamış, hikayenin ayrıntısına ve yeşile kendini kaptıran derin adam; derinden kopanları o an anlamadan, anlamsızca sadece kapıyı kapattı.
(Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)