1977 1979’a Karşı

<a href=Ayetullah Humeyni’nin yandaşları Tahran’da yürüyüş yapıyor. 1979 devrimi Humeyni’yi iktidara getirince, militanlık bir adım daha ileri gitti.

Yemen’de ayrılıkçılık, dincilik, baskıcı rejim ve teröre karşı mücadele veren genç reformculara bakınca; bölgeyi şekillendiren güçler aslında 1977-1979 yıllarına dayanıyor ve o günden bu yana pek de bir şey değişmemiş. Hatta bugün Ortadoğu siyasetinde, 1977’yle 1979 arasındaki mücadelenin egemen olduğunu bile söyleyebiliriz. Ve maalesef 1979 hâlâ üstün geliyor. Nasıl mı? 1967 savaşında Mısır ve diğer Arap ordularının İsrail’e yenik düşmesinin ardından, dönemin hâkim ideolojisi olan Cemal Abdülnasır‘ın liderliğini yaptığı Arap milliyetçiliği sona erdi.Ve bundan iki büyük alternatif türedi. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın 1977’deki İsrail ziyaretinde somutlaşan ilk alternatif, Arap dünyasının geleceğini Batı’da görüyor, ekonomide serbestleşmek, çağdaşlaşmak ve İsrail’i tanımak istiyordu. Fakat “Sedat-çılığın” bir zaafı vardı, o da toplumsal kökleri olmayan bir seçkinler ideolojisi olmasıydı. Mısır devleti İsrail’le barış yaptı ama Arap toplumları bunu hiçbir zaman kabul etmediler.Arap-Müslümanların ikinci alternatifi de 1979’da doğdu. Önce, iktidardaki Suudi ailesinin dini otoritesini reddeden aşırı dinciler Kâbe‘yi işgal etti. Suudi yöneticiler ülkedeki dincilerle uzlaşma yoluna gitti. Biz iktidarda kalalım, karşılığında siz de sosyal kurallarda, kadın-erkek ilişkilerinde ve din eğitiminde istediğinizi yapın, köktenciliği yaymak için istediğiniz kaynakları kulanın, dediler.Suudilerin verdikleri ödün, İran’da Ayetullah Humeyni‘yi iktidara getiren 1979 devrimiyle aynı döneme denk geliyordu. Bu devrimle beraber İslam dünyasının liderliği için Şii İran’la Sünni Suudi Arabistan arasında bir rekabet başladı. Devrim, petrol fiyatlarında artışa yol açtı. İki köktenci rejim de mutaassıp din anlayışlarını ihraç edecek kaynaklara kavuştular. Camiler ve okullar aracılığıyla propagandalarını ihraç edecek kaynaklara kavuştular. Camiler okullar aracılığıyla propagandalarını benzeri görülmemiş derecede yaymaya başladılar.1979’da Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesiyle Arap ve Müslüman mücahitler bu ülkeye akın etmeye başladılar. Suudi Arabistan ve ABD’nin finanse ettiği savaş süresince Pakistan’da, Afganistan’da aşırı İslamcı bir yola girdi. Koyu Müslüman savaşçılar, Usame bin Ladin gibilerin önderliğinde Sovyetleri mağlup ettiler. Ve zaferden sonra silahlarını Amerika ve onun Arap müttefiklerine çevirdiler.Ortadoğu’da karşı karşıya olduğumuz gelişmeler 1979’a kadar giden uzun vadeli bir sürecin ürünü. Ve kendimizi kandırmayalım, bu süreci Amerika besledi. Suudi Arabistan kendini Vahhabileştirirken, ABD bunu görmezden geldi. Ronald Reagan Afgan mücahitlerini yüceltirken Avrupalılar İran’daki devrimi “özgürleşme” diyerek göklere çıkardılar.Fas’taki Rabat Üniversitesi‘nden siyaset bilimci Lachen Haddad, bugünün genç reformcularının ikna edici bir ideolojik öyküleri olmadığını belirtiyor. Üstelik, önce Nasır’ın çıkardığı, sonra İslamcıların sürdüğü, “milyonları ayağa kaldırmış” bir ideolojiyle mücadele etmeleri gerekiyor. Bu ideoloji diyor ki; “Araplar ve Müslümanlar, Arap dünyasındaki gerici rejimlerin desteklediği EmperyalistSiyonist bir komplonun kurbanlarıdır. Bu komplonun amacı, Arap ve Müslümanları geride bırakarak onların petrol zenginliklerini sömürmek ve Ortaçağ’daki eski güçlerine kavuşmalarını önlemek. Aksi halde İsrail ve Batının çıkarları tehlikeye girer.”Bu ideolojik öykü, laik solcusundan tutun da İslamcı sağcısına kadar, Arap-Müslüman siyaset yelpazesinin tamamında benimsenmiş durumda. Şimdiki kuşağın meselesi, o öyküyü parça parça çözmek ve 1979’dan başlayarak sorumlu, çağdaş, reformcu ve kültürler arası diyalogdan yana yeni bir öykü kurmak. Ancak önce İran ve Irak’taki demokratik halk hareketleri başarıya ulaşmalı. Eğer bu gerçekleşirse, yepyeni bir süreç doğabilir.Bunlar her ne kadar uzak bir ihtimal olsa da yine de umut etmeyi sürdürmek gerek.