Senin İçin Dostum...
Senin İçin Dostum…

“Denize yakın ol dostum… Denize yakın ol… Deniz insanı güzelleştirir. Denize yakın duran, öyle kuralları falan dinlemez, züppelik sevmez. Denize yakın duran, insanların yüreğine bakar. Yüzüne değil, başına yâda ayaklarına hiç değil… Tam kalbine, tam yüreğine… Dışına değil, içine…”Çoktan geçtim denizin bıraktığı izlerden, suya hasret zamanlardayım artık. Güvendim, sevdim, aldandım, öldüm… Şimdi yeniden doğuyorum… Bir su damlası olmasını öğrendim. Kendimi denize teslim ettiğimde artık boğulmayacağımı da bilirim…Şimdiye kadar ne söyleyebildim ki sana? Koyu gri bulutlardı düşüncelerim. Yağmur bırakmazdı, güneş ışığının geçmesine de izin vermezlerdi. Sürekli kara, sürekli gri bakarlardı tepeden bana. Dilime düşmesini hiç istemedim o yüzden, sözcüklere dönüşüp yaksınlar istemedim hiçbir zaman… Susarak özlüyordum seni oysa. Susarak bağırıyordum hasreti. Taş duvarlara çarparak dönüyordum kendime. Ne tuhaftı aslında. Hep akşam erken iniyordu benim kentime. Ve tüm okuduğum şiirlerden ayrılık yağıyordu son zamanlarda.Her zaman daha fazla oldu söyleyemediklerim, söyleyebildiklerimden… Ve hep çok oldular içimde… Hepsi birden çıkmak istiyorlardı dışarı da… Dudaklarım izin vermiyordu dudaklarının hatırına… Biliyorlardı sebepsiz büzülmelerinin anlamlarını onlarda. İkimizde biliyorduk aslında… Biliyorduk… Bu yüzden valizlerimiz her zaman hazırdı gitmelere ve bu yüzden öğrenmiştik sessizliği nasıl dönüştürebileceğimizi sese…Boşlukta gizlemeye çalıştım. Düşüncelerimi, duygularımı… O iki kelimenin arasındaki boşluğa saklamaya çalıştım. Şimdi tökezlemem yazarken kelimeleri, şimdi kekelemem okurken fikrimi, söyleyemediklerimdendi anladım… Yüzleşmiştim oysa kendimle, sokaklar dolusu ıssızlıkla başa çıkardım. Tek tabaklara, tek bardaklara alışkındım. Çünkü hüzünlü bir şarkıyı anca kendimle paylaşırdım.Bilirim en güzel şarkılarda biterdi. Suskun bir acıyla yaşamak olgunlaştırırdı insanı. Sokağa çıkarsın da yüzünü rüzgâra, yağmura verirsin ya! Ama bilirsin… Hissettirmez denizin verdiği o eşsiz hazzı sana… Hiç açılmayan bir defterin ilk sayfaları gibisin aslında, bense bir bıçağın körelmiş kısmı kadar işlevsiz…Her gece damarlarımdan akan kanın durmaması uğruna, savaş veriyorum kendimle. Toplu iğne ucunda yaşanmış ‘hayat’ kırıntılarından ve dizlerimi kanatan düşmelerden kaçabilmek uğruna, var gücümle çalışıyorum. Kelimeleri birer birer yaslıyorum adının kazındığı kalem uçlarına. Benden çok sana ait olan duygu sarhoşluklarını köreltiyorum… Her akşam… Uzadıkça… Cümlelerimde…Bu şehrin daralan, genişleyen, sonra yeniden daralan sokaklarında adım adım seni kazıyorum düşüncelerime. Sınırlarımı zorlayarak gelmiştin… Kendime ördüğüm kalın kelimelerden zırhımı geçmiştin. Ve yine sınırlarımı zorlayarak gideceksin. Biliyorum… Tutamam seni… Kendime ördüğüm zırh parçalanalı çok zaman oldu ama tutamam seni. Sen kendi zamanında özlemini, yüklemini, zamirini arıyorken hayatının, ben senden oluşturduğum özneleri ve yüklemleri sıkı sıkıya yaşamaya çalışıyorum şimdi. Bu yüzden her cümlemde söyleyemiyorum, biriktiriyorum.“Denize yakın ol dostum sen… Denize yakın ol… Öyle kuralları falan dinleme, kendin ol. Öylesine içten, öylesine huzurlu ve öylesine…Deniz ol…”