Hiç, düzgün olmayan ve tekil yaşanılan kocaman gündüzlerin birini daha bitirdim. Hep göremediğim yerlere denk düşen yüzünle. Birazdan “ben” vakitleri başlayacak gecenin. Dört duvardan, pencere kenarından, karanlıktan medet umacağım. Her gece yaptığımın aynısını yapacağım.
Susacağım…
Sessizliğime bir çığlık nihayetinde… “Fısılda”manı bekleyeceğim. Dermansız gövdemi, yerçekiminin kollarına teslim bir halde salıvereceğim odanın bir köşesine…
Çıkışını bulamadığım, geri dönüş yolunu unuttuğum onca geceden birini daha yaşayacağım itinayla. Tabi adına, yâda tadına yaşam denilirse… Bir kokusu varsa eğer yaşamın, boşuna çekiyorum bu günlerde. Bilirsin sevmem bu vakitleri. Ağır gelir bana… Acıdır, acıtır… Kan kırmızıdır, kanatır…Bu yüzden çocukluğumdan miras, acılarına sahip çıkmış bu bedenle, körkütük sarhoş olurum bu vakitlerde. İçemediğim meylerin, hatırlayamadığım tatların, sarhoş olup unutamadığım anların hatırasına, her yudumu dökerken kahrıma, söylenebilecek onca şiir ve keskin bir yalnızlık kokusuyla, küfrümün dik yokuşlarına çıkıyorum ağırca…
“Sükût en çok, kalbi olanı yaralar”
Dört duvardan medet umuyorum demiştim sana. Şu sokaklar var ya şu sokaklar… Yüreğime batıyor her bakışımda. Uzun bir vakit sokağın en başındaki lambaya kadar her şeyi seyrediyorum… Müteveffa olmalıyım… Penceremin bunu göstermeye mecali yok aslında… Yaşam korkusu boşuna çekilmemeli. Boşluğu dolduranlar olmalıydı ve boşlukta saklananlarla. Dönenler dönmeyenlerden sormalıydı hayatı, bilemeyecekleri sorulara cevaplar vermeliydi yaşam usulünce… Senden öncesi yok aslında, sırf bu yüzden senden sonrası var ama… Sayıp sayıp bir şiir eksik diyecek kadar da güçsüz ruhumda…Yaşamakla ölmek arasında bir çizgide durdum yıllarca. Duvardaki saatin akreple yelkovanı teğet geçerken birbirine, hepsini yazmaktı istediğim. Kimseden cevap beklediğimden değildi, kendime söz geçiremediğimdendi. Bu yüzden beğenmediğin yerlerini değiştirirsin diye de kurşun kalemle yazmıştım hepsini…Son bir kurşun kalem hareketi daha… Damla damla akıp da kaybolsam diyorum bazen, sessizce, yazmadan, okumadan, duasız, sus payım bile olmadan, damla damla. Usulca… Bir geceye daha takatim yok… Yaktım işte sesimi. Düştüğüm yer yağmurda ıslanan kaldırımlarda kalmalı. Kalmalı müteveffalığım yol ortasında… Dalgaların kayaları dövmesi gibi vurmalı zaman ruhuma. Son bir kurşun hareketi daha… Görüp göreceğim tüm kuytular boyanmalı artık karaya…
yorumlar
kelimeler cebinde saklı plakton. zamanı geldikçe ortaya çıkarıyorsun.
ve o kelimeleri beklediğimizi biz bile fark etmiyoruz belki de, ben en azından…bir bakıyorum plakton’ un yazısı…bir saniye deyip sanırım daha bir dikkatle okuyorum yazıyı…
Saklı değil aslında. Birden geliyorlar, düzenlemeye bile fırsat kalmadan yığılıp bekliyorlar…Dediğim gibi “Kimseden cevap beklediğimden değil, kendime söz geçiremediğimden” yazıyorum. İyi yada kötü olduğuna bakmadan, sadece yazıyorum. Bazılarını hoşuma gittiği için yayınlıyorum. Ama hepsini an ve an yaşıyorum…Teşekkürler dostlarım. Hepinize teker,teker Teşekkürler…
Plakton, özün ve sözün öyle güzel ki, içtenliğin için ben de teşekkür ederim..
sessiz sedasız kimselere haber verilmeden yazılmış yazılardan biri daha. kendi adına konuşmuş satırlar ve devamı. öyle işte.
“…körkütük sarhoş olurum bu vakitlerde” demiştim ya… Yalan sayılır aslında. Hala sana yazdığım şiirlerin sayısını bilir vaziyetteyim. Demek ki sarhoş olmamıştım daha. Biliyormusun? Yine bir şiir eksik çıktı. Ben mi saymayı unuttum? Yoksa “O” mu kayboldu? Ki o kadar çok sokak karıştırdım, o kadar çok durağa baktım. Yok… Yok,bulamadım…Önemli mi dersin?… Belki…Belki?Bildiğim…İşte bu gece yine bir şiir eksik çıktı….”Haklısınız….Hep…Hep öyle işte….
Zaman, umuda beş varken, vakit körkütük sarhoştur. Kurulan cümlelelerin sayısını bilmemekten başka birşey beklenmez aslında! Sayısını bildiğin şiirlerinde yitip giderken sen… Sen, yazdığın şiirlerin eksikliğini tanırken… Sen, senken bile haklısındır aslında… Ama vakit hala sarhoştur…
@plakton yazıların hep duygu yüklü, yazılarını zevkle okuyorum.
Akoni kardesime cani gönülden katiliyorum…