bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

bir salgından bir salgına -1

nazokiraze | 07 January 2010 14:03

MÖ 415 yılında Hipokrat notlarında Sicilya ve Atina ordusunda görülen yaygın bir hastalıktan bahseder, bu hastalık hala insanlığın başına dert olan gripten başkası değildir.Çin’de başlayan İspanyol Gribi 40 milyon, 1957 Asya gribi 70 bin, 1965 Hong Kong gribi 700 bin, İngiliz gribi ise 30 bin kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı.

MÖ 600`lü yıllar ise cüzzamı tanımlandıgı yıllardır,Hindistan dönüşü Büyük İskender tarafından Avrupa’ya yayıldıgı söylenen bu hastalık Haçlı Seferleri sırasında oldukça yayıldı.Toplum tarafından dışlanan ilanetli olarak suçlanan, uzaklaştırılan cüzzamlı hastalar uzak yerlere sürülmüştür.Aralık ayında çıkan bir habere göre Kudüs’te bulunan birinci yüzyıla ait bir erkek cesedinin DNA incelemesinde cüzzam vakasına rastlandıgı açıklandı.

veba çeşitli dönemlerde dünyayı çok büyük tehdit altına alan bir hastalık oldu, öyle ki altıncı yüzyılda (İstanbul’da başladı) Avrupa’ya gemiler yoluyla Asya’dan gelen veba kitlelerin korkulu rüyasıydı. Kara veba olarak bilinen hıyarcıklı veba insanları kasıp kavurdu. O dönemden öncesine var olan veba Hitit kralı 1. Şuppililuma tarafından Babil seferi dönüşü yaygınlaşmıştır ve sonrasında o zamana da damgasını vurmuştur.14. yüzyılda tekrar yayılan veba Avrupa nüfusunun üçte birini yok etmişti . Hastalık bilinemeyen bir sebeple 1352 yılında bitmiştir, sonrasında 15. yüzyılda ve 16 yüzyılda Osmanlı Devleti’nde (taun olarak bilinir) veba salgınları peşpeşe insanları kırıp geçirdi. (Avrupa’da ve Osmanlı’da vebalılara günahkar gözüyle bakıldıgı çok olurdu Mızraklı cin tarafından dürtüldüğü için hasta olduguna inanılan vebalı hastaya cin için muska yapılarak Ahkaf suresi okutulurdu)

en iyisi tiner çekmek şerefine..

haytaazrail | 07 January 2010 11:32

Adını bile unuttukları bir şehrin,
güneşi altında koşuyordu mülteci çocuklar..

sukutları isyan,

biri kız biri oğlan..

Bu şehrin, iskelet kokan sokaklarında mı?
“güzel günler göreceğiz” diyordu kız..
çekingen yürüyüşlü oğlan bilirdi ki,
ölü doğmuş,
gecikmiş bir cenazenin kalıntılarıydılar onlar..

şehir korkunçtu..
oysa bu şehirde,
kendi nehrinde kendini kirletenler de yaşardı..
parlak asfaltlarda, parlak arabalarda,
köpüklü şampanyalara ayarlı siperler kazarlardı..

kız dedi ki,
akacak mecra yok ben de bilirim..
yine bilmekteyim,
kalbi tacize uğrayanlardan da olsak,
bil ve boşverme sakın,
asla asla yıkılanlardan olmayalım..

Sokrates’in Son Gecesi ve ötesi…

il mare | 07 January 2010 10:57

-Ne kadar aptalsın ki bir kitap bile yazmadın düşüncelerini belgelemek için;şu baldıran zehrini içip öldükten sonra sen,yokolacaksın”

-Ben kitap yazmadığım için aptal değilim;çünkü kitaplar yakılabilir.Ama beni dinleyen insanların tümünü yakamazsınız.Beni dinleyen insanlar,ben öldükten sonra benim düşüncelerimi taşıyacak ve benim söylediklerimi yorumlayacaklardır.Ve ben onların ekledikleri yorumlarla sonsuza dek yaşayacağım.Beni öldürerek ölümsüzleştirmek istiyorsunuz!!!

Zehri içirmek için üçüncü horozun ötmesini bekleyen gardiyanın karşıt bir görüşü üzerine devam eder Sokrates:

Bir İstanbul Yağmuru

phileosophia | 07 January 2010 09:39

Göz yaşlarım durdugunda kendimi camdaki yağmur tanelerini sayarken buldum. İçerisi hala buram buram anı kokuyordu
ama ben üzgün değildim sadece ağlıyordum. Kalbime saplanan bu irili ufaklı sancılar beni artık rahatsız etmiyor, aksine telkin ediyordu. Çünkü sancılar bu şehrin doğasında vardı. İstanbulda yaşıyorduk ya, kalabalık ve yalnızdık.
Ağlamayı kesmeliydim artık İstanbul bunu benim yerime yapıyordu zaten.

Bazen beni gördüğünü düşünüyorum bu yalnız şehrin. fakat yardım edemiyordu işte sadece ağlıyordu ve kulağıma birşeyler fısıldamaya çalışıyordu.
Pencereyi açıp onu daha iyi duymak istedim. Ellerim pencereye giderken içimi paramparça eden bu ses dahada artıyordu.
Bir an tereddüt ettim fakat yinede açtım. İşte şimdi istanbuldaydım gözlerimi kapamış kendimi onun fısıltılarına ve göz yaşlarına bırakmıştım.
beni rüzgarıyla öyle güzel sardı ki kalbimdeki herşeyi alıp götürdü. İçim hınca hınç doldu ve gözlerimden bir anda tüm acım boşaldı.
Birlikte ağlıyorduk artık. Saklanmıyorduk kaçmıyorduk birbirimizden eskisi gibi. O beni kabul etmişti bende onu.
Artık ikimizinde göz yaşları yavaş yavaş azalıyordu. Yeni güneşler yeni baharlar açıyordu içimizde.
Gözlerimi açtığımda ince bir güneş yüzümü okşuyordu. İçim onun sokakları gibi yavaş yavaş hayat buluyordu.
Şu an İkimizde birer son bahar güneşiydik. Ilık bir sıcaklıkla yaşam bulduk tekrardan.Ortalık cıvıl cıvıldı.

saniye, okyanus, kadın

astral | 06 January 2010 17:07

Karşımda yeni aldığım Atatürk’lü bir saat. Saniyesi duruyor, tüm saat duruyor. Kalkıp saniyesini gevşetiyorum tekrar çalışıyor, sanırım ilgimi istiyor; erkekçe bir kapris olmalı. Saniyeler küçük ve önemsizdir. Lakin saniye durunca saat duruyor. Zamanı sorgulamak duruyor. Zaman duvarda asılı kalıyor, geriye kalan saniyeden öte sadece bir iki çubuk oluyor. Artık ne akrebin önemi ne yelkovanın adı kalıyor. Kalkıp ya ilgi göstermek gerekiyor ya da duvardaki saatin sadece asılı duran bir objeye dönüşmesini yadırgamamak.

Saniyeler önemsizdir, küçüktür; paylaşımsız olacak kadar küçük ve mütevazidir kimi zaman ama saniye dediğiniz o ince çubuk durursa akrep çalışmıyor; zamanın durması akrebe değil saniyeye bağlı, o küçük paylaşımlarda/ o küçük zaman aralıklarında/ önemsenmeyecek kadar küçük zaman aralıklarında/ çoğu zaman hiç de önemsemediğimiz zaman aralıklarında.

İnanılmaz Aşkın Saçma Mitingi…

Dolce Magico | 06 January 2010 16:26

 img216.imageshack.us/img216/1632/krgi222nm.jpg
img216.imageshack.us/img216/1632/krgi222nm.jpg

“Heyy, sen de kimsin?”
“Hani inanılmaz aşkındım ben senin… Şimdi kim mi olduk?”

Mekana girdim. Karşıdan gelen mavi gözlerin sinyaline takıldım. Deniz gözlerin teleferik inişi ile kaydı gözlerime. Sormadım kimsin diye, yanında üç beş hatun sarhoştun. Neden baktın ki? Alo tanımadın mı beni diyen gözlerimin arkasında ne işin vardı? Ne işin vardı, bir gün anılarımın bir sayfasında? De ki o an gelseydin, nitekim geldin. Bıraktığını sandığın her şeyle geldin. Söylee buldun mu aradığın aşkı söyle’ yi mırıldandın, fısıldadın bana.

Büyülü Ses Melodika…

pilla | 06 January 2010 15:34

Melodika, hüznün sesidir aslında. Ama çoğu kimse bilmez bunu. Biraz tanımaya ne dersiniz bu güzel sesin kaynağını.
Akordeon ve harmonikaya benzeyen üflemeli- klavyeli bir enstrüman olan melodika bir el ile tutulurken diğer el ile klavye tuşlarına basılarak çalınır. Bu esnada ağızlık kısmından üflenen havanın basılı olan tuşun açılması sonucu dışarıya çıkması ile kulağımıza o büyülü sesini verir. Klavyesi genellikle 2 veya 3 oktav genişliğindedir. Küçük ve hafif olması nedeniyle çok rahat taşınabilmekte ve bu özelliği nedeniyle de müzik eğitiminde, özellikle de Asya’da, çok yaygın olarak kullanılmaktadır.

Hande Yener, Demet Akalın ve Grand Theft Auto

kahramancayirli | 06 January 2010 14:51

internetteyim.net adresinden alınmıştır
internetteyim.net adresinden alınmıştır

Elektrik faturası 287 TL geldiğinden beridir müzik dinleyip göbek atarak ısınmaya çalışıyorum. Elektriğe yapılan zamları pek umursamıyordum ama fatura gözünün önünde belirince insan aynı rahatlıkta duramıyor.

Hande Yener ile Demet Akalın barışmış. Kenan Erçetingöz’ün programında Demet Akalın telefonla stüdyoya bağlanıyor. Şubat ayında yeni projeleri müzikmarketlerde olacakmış. Bir de Türkiye turnesi düşünüyorlarmış. Kraliçeler Yolda gibi bir isim düşünülüyormuş.

Beat Kuşağının Önemli Yazarlarından Richard Brautigan

widfara | 06 January 2010 14:00

Brautigan
Brautigan

Richard Gary Brautigan, 30 Ocak 1935’te Tacoma, Washington’da doğdu. Çocukluğuna ilişkin kesin bilgiler bulunmamakla birlikte pek çok söylenti mevcuttur. Bu söylentiler; babasını tanımadığı, babasınında o ölene dek bir oğlu olduğundan habersiz olduğu yönündedir. İki kez evlenen Brautigan’ın bir de kızı vardır.

1985 yılında San Fransisco’ya taşınan yazarın bilinen ilk şiiri The Second Kingdom (İkinci Krallık) 1956’da yayımlanmıştır. San Fransisco’ya taşınmasının ardından kenidsi her ne kadar hiçbir zaman kabul etmese de, Beat akımının bir parçası olmuştur.