Karşımda yeni aldığım Atatürk’lü bir saat. Saniyesi duruyor, tüm saat duruyor. Kalkıp saniyesini gevşetiyorum tekrar çalışıyor, sanırım ilgimi istiyor; erkekçe bir kapris olmalı. Saniyeler küçük ve önemsizdir. Lakin saniye durunca saat duruyor. Zamanı sorgulamak duruyor. Zaman duvarda asılı kalıyor, geriye kalan saniyeden öte sadece bir iki çubuk oluyor. Artık ne akrebin önemi ne yelkovanın adı kalıyor. Kalkıp ya ilgi göstermek gerekiyor ya da duvardaki saatin sadece asılı duran bir objeye dönüşmesini yadırgamamak.Saniyeler önemsizdir, küçüktür; paylaşımsız olacak kadar küçük ve mütevazidir kimi zaman ama saniye dediğiniz o ince çubuk durursa akrep çalışmıyor; zamanın durması akrebe değil saniyeye bağlı, o küçük paylaşımlarda/ o küçük zaman aralıklarında/ önemsenmeyecek kadar küçük zaman aralıklarında/ çoğu zaman hiç de önemsemediğimiz zaman aralıklarında.Durdu kalbim, çalışmıyor. Saniyelerle oynasan geçer mi bilmiyorum, zamanın önemi var mı artık bilmiyorum. Akrep, yelkovan artık ne için dönüyor, neyi gösterecek, bilmiyorum. İçim susuyor. Kimi zaman ağlaması değil, susması daha çok korkutur insanı. Çünkü bilirsin ki, kriz öncesi eğlenceli bir şarkı söyler insan; gülümseyerek, bayram ziyaretine elini kolunu sallıya sallıya gidiyormuş gibi üstelik…O sessizliğiyle ve eğlenceli haliyle korkutan insanın suratına bakarsın, anlamak için -delirdi mi acaba bakışlarıyla- o eşsiz sesiyle H2O’ya karışır dudaklarından çıkan nefes ve o unutamayacağım melodi, gülümser bir de ısrarla, eğlenceliymiş gibi. Birden gözlerinin ardında çığlıklar atan bir bakış fark ederim, aslında bilirim ki, ağlıyor kadın içten- derinden… Belki de son şarkısını söylerken eğlenceli bir şeyler olmasını istemiştir. Gözlerime bakar, her şey normalmiş gibi bir tavır takınır. Susarım. Konuşamam. Korkuyorum. Az sonra bir çığlıkla kendinden geçecek ve aslında içindeki acı ortaya çıkacak diye.Hangisi iyi, hangisi kötü? Kriz geçirmesi mi, eğlenceli bir şarkıyı söylemesi mi? Delice seven, terk edilen kadın, terk sözcüklerinin ardından soğuk ve uslu bir kız çocuğu olarak hayatına devam etmeye çalışıyorsa şayet korkmak gerek bilirim, bilirim ki; bu fırtına önceki sessizlik, kopacak fırtına bilirim, dalgaların durulmasından ve bunca sessiz olmasından her şeyi anlarım, anlarım…Ortalık hiç de sakin değil. Bir fırtına kopacak ve kadının içindeki camlar kırılıp yerlere savrulacak gözyaşlarından, bilirim. Çığlıklarını duyacak etraf. Kim bilir akıllarından neler geçecek. Hangi acıyı kurgulayacaklar kafalarında. Akvaryum ya da okyanus bilmeyen için fark etmezmiş ya, onların hiç tahmin edemeyecekleri sıkıntıya katlanamayacak ve Tanrıyla kavga edecek kadın, her şeyi fırlattığını fark etmezken ve çoktan kendini kaybedip, bir krizin ortasında, bayılmanın bir öncesindeyken ve adam çoktan ortadan kaybolmuşken…Kadın hiçbir şeyi anlamazken.Bir kadın sağanak yağmurda ağaçların arasında viyolonselinde içli bir melodiyi evrenin akışına bırakır ve kendini son kez ortaya çıkarır. İçindeki çığlıklar içinde kaldığından viyolonseli ağlamaktadır bu akşam. Bir ömre armağan ettiği bir şarkıyı bir akşamda harcayan adama ithaf ederken, ince parmakları notaların üzerinde anılarıyla yarış edercesine gezinir; her defasında ruhundan özgür bıraktığı ilmik parçalarını, tenine dikerken derinden yaralarını notalarla bağlar ve içine tekrar gömer. Belki de yapabileceği tek şey budur. Tek şey. Kaybolan bir anıdan başka, viyolonselinden başka, göz yaşlarından başka ve hala beyninde capcanlı duran anılarından başka…Bir kadın sağanak yağmurda notalarda özgürce dans eder, ruhundaki tılsımlar ona son defa ulaşsın ve sonsuza karışsın diye… Tanrıya ettiği son duadır bu. Çünkü bilir ki, bilir; kanında gezdiği küçük tılsım aşkın tılsımıysa eğer onu çoktan yakmıştır ve bu son ağıtıdır.Bir kadın çığlık atmaz, susar; fırtına öncesi sessizliktir içi. İzbe bir sessizlikte kendini bulmak için karanlıklarda/ karanlıklarında yürür. Yürüdüğü yollardan bin ellinci kez geçer ve içindeki ‘anının çakıl taşları yerde bir yerlerde olmalı’ diye her tarafa bakar. Her tarafta çakıl taşları vardır, lakin hiçbiri kendi anısına ait değildir. Kendi anısına ait olmayan o çakıl taşını alır ve sütyeninin içine, kalbinin altına koyar, son simge olsun diye. Kendi ilan ettiği simgelerden kendine kurduğu okyanusta kendi kaybolur. Önümdeki saatte saniye ısrarla duruyor. Çalışmıyor zaman.1- (Yazılar herhangi birine yazılmamış olup, hayal gücünün özgür uçuşlarıdır.2- Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)