bildirgec.org

deniz hakkında tüm yazılar

Zor Güzel için Deniz’e katılmıyorum. :))

bildigimiz son sey | 07 December 2006 13:37

Kurban dağıldığında pek çok kişi gibi ben de üzülmüştüm. Nasıl üzülmeyeyim, yıllardır aradığım müziği, o tınıyı, o “sound”u ne kadar da geç bulmuştum ve ne kadar da erken kaybetmiştim.

Şimdi ne Deniz’in çaldığı Panik’te, ne Burak’lı Athena’da, ne de Kerem ile Demir Demirkan’da… Aynı havanın bulunamadığı aşikar. Dolayısıyla mazide kalan parçalarla idare etmekten başka çaremiz yok.

Dolaylı olarak belki bin defa dinlediğim o şarkıların yavaş yavaş şarkı boyutundan çıkıp, beynimde analiz boyutuna ulaşması kaçınılmazdı. Aslında ben genellikle şarkıların sözlerinden ziyade müziğiyle ilgilendiğim için, şözlerinin sonradan aklıma takılması doğal bir olgu.

Deniz suyunda Makarna

kopanisti | 02 December 2006 15:19

– Sen git biz gelmeyelim bu hafta.
– Bir bakayım teknenin durumuna geç kalmam bende hemen dönerim, sen biletleri al ama.
Uzun uzun öpüştük kapının önünde.
Teknenin yanına vardığımda 50 dakika geçmişti.
İşte özgürlük.
Hava bir Aralık gününe yakışmayacak kadar ılıktı, ”Deniz suyu da ılık olmalı” diye düşündüm, teknenin başipinin boşunu alınca biraz daha yaklaştı yanıma ve yavaşça atladım üstüne. Kıçına geçip yüzükoyun sarkarak uzandım denize, elimi suda çırptım, suyun huzuru sardı heryerimi. Motoru çalıştırdım, tekrar başa geçip baş ipini çözdüm, kıça bağlı olan tonozun gerdirmesiyle tekne iskleleden uzaklaştı, sonra tonoz ipini çözdüm, suya bıraktım, geri vitese aldım ve uzaklaştım iskeleden. Sonra bir ileri ve marinadan çıkış. Sevgilimle başbaşa tertemiz suların üstünde süzülerek gidiyorduk artık, ama biran önce motor sesi bitmeli sadece rüzgar ve suyun sesini duyabilmeliydim. Sevgilimle bu güzel günün tadını çıkarmalıydım. Teknenin burnunu rüzgara doğru çevirdim, direk dibine gidip ana yelkeni direğe basmaya başladım. yarıyı geçince iyice ağırlaşmıştı, bu işler tek başına yapılmaz ama sevgilimle başbaşa olmak da ayrı bir keyif. Tekrar kıça geldim ve mandar ipini vince dolayıp elimle sararak yelkeni direk tepesine kadar bastım. Dümene geçtim biraz rüzgar altı yaparak yelkeni rüzgarla doldurdum. Havada tatlı bir rüzgar ve pırıl pırıl bir güneş. Ön yelkenin kilidini açıp onu da rüzgarla doldurdum. Artık motoru kapamanın zamanı geldi. Rüzgar ile hafif yatan tekne tatlı tatlı yol almaya başladı. Su gövdesinden geçerken tatlı bir şırıltı çıkarıyor, burunda oluşan köpükler yanlara doğru açılarak arkamızdan uzaklaşıyordu. İki Saat sonra adanın limanlığına girmek üzereydim. Önce önyelkeni sardım, teknenin burnunu tekrar rüzgara döndürdüm, motoru çalıştırdım, ana yelkeni yavaş yavaş indirmeye ve teknenin içine yatırmaya başladım.Nasıl olsa dönerken tekrar basılacaktı bu nedenle bumbanın üstüne sermekle uğraşmadım. Teknenin havuzluğuna özenle katlayarak yatırdım. Masmavi suyun dibi gözüküyordu, sanki su yoktu ve tekne havada asılı duruyordu. Sezonda çok kalabalık olan bu koy bir Aralık sabahı sadece bana aitti. İçeri girebildiğim kadar girdim ve demiri bıraktım, dalga ve rüzgar olmadığından demirin tuttuğuna emin olunca kapadım motoru. Bir süre sırt üstü uzandım, gökyüzüne baktım. Şu anda insanların şehirde birbirlerini nasıl yediklerini, yeni çamaşır makinası alınmadığı için eşlerinin dırdırını dinleyenleri, trafikte birbirlerine küfür eden sürücüleri, bu güzel günü maça giderek öldürenleri, bacalardan çıkan siyah dumanları düşüdüm, ”Çok şanslısın be moruk” dedim kendi kendime, ”İşte sevgilinle beraber bu güzel cennettesin.” Bunu sesli söylediğimi sonradan farkettim, ve güldüm bu sefer kendi kendime. Portucu açtım, plastik kovayı aldım, sapına bşr ip bağlayıp salladım denize, sapınmın ağırlığıyla yan yatan kovanın içine ağır ağır doldu deniz suyu, çektim aldım yukarı. Kamaraya indim tencereyi doldurdum, ocağın altını yaktım, geçen haftadan kalan ahtapotu dolaptan çıkardım.
Koyda çıt yok.
Benim mutfakta çıkardığım sesler kıyıdan yankılanıp tekrar bana dönüyor.
Elbiselerimi çıkarmaya başladım, ne olur ne olmaz kamaradan dışarı uzanıp etrafı tekrar kontrol ettim. Sonra çırılçıplak suya atladım yüzdüm kıyıya kadar, kumlara çıktım uzandım güneşin altında. Yılları aradan çıkarsam sevgilim de çıplak yanımda olurmuydu? Hala aşıktım O’na, hala rüyalarıma giriyordu, hala düşünüyordum O’nu. Şehirden uzak burada çıplak uzanmak nasıl birşeyse O’nu düşünmek te öyle bir şeydi, O’nunla aramda kimse yoktu. Sadece O ve ben, Issız koyda masvavi deniz, gökyüzü O ve ben.
Canı cehenneme! dedim kaprislerin, tafraların, alınganlıkların, kıskançlıkların, kibirlerin. Canı cehenneme! dedim dünyanın hala seviyorum seni var mı bi diyeceğin. Hala düşünüyorum, hala aklımdasın, kanımdasın, beynimdesin, midemdesin. İyi bok yedin evlendinde. Nerden girdim o gün fotoğrafçıya, Nerden gördüm resmini masada camın altında.
”Bakkal la mı evleneceksin?” demişti banan, al işte yine bakkalla evlenmişsin, ne değişti?
Babanın da canı cehenneme! Evlendiğin salağın da.
Hatta seni terkettiğim için benim de.
Makarna suyu kaynamış olmalıydı, biraz da üşümeye başladım, deniz suyunda haşlanmış ahtapotlu makarna yapacağım. Atladım suya ve tekneye doğru yüzmeye başladım. Yemekten sonra marinaya dönüp eve ulaşmam beşi bulur, dışarıda birşeyler atıştırıp sinemaya gideceğiz.”Ben bugün karımı seninle aldattım haberin varmı?”

Efsunlu Gemi, Mahmudiye Kalyonu

kopanisti | 18 November 2006 14:57

1829 yılında İstanbul Tersanesi’nde, dönemin en büyük gemisi olarak inşa edilmiş.
Üç ambarlı, 201 m.. uzunluğunda, 56 m. genişliğinde. Tam 128 topu vardı.
Ama tek özelliği bu değildi. Ona insanüstü varlıkların yardım ettiğine inanılırdı. Rivayete göre, Kırım Harbi ilan edildiği gece, Haliç’te demirli bulunan kalyon aşka gelerek, kendi kendine demirlerini koparıp, köprülere doğru yol almıştır. Yine Sivastopol bombalanırken, Mahmudiye Kalyonu’nun, kendiliğinden bir iskele bir sancağa döndüğü ve her iki taraf topları ile kaleyi dövdüğü anlatılmıştır.Bir gece subaylar ve askerler uyurken, gaipten gelen bir emirle kimsenin haberi olmadan Mahmudiye savaş hattına varmış, limana girmiş, sabah uyandıklarında kendilerini savaşın ortasında bulan mürettebat ile Ruslar büyük şaşkınlık yaşamışlar, fırsattan istifade eden Türkler Sivastopol’u bu şekilde fethetmişlerdir.
Efsunlu olduğuna inanılan Mahmudiye Kalyonu, 2. Abdülhamit döneminde kaynak sıkıntısına düşen hükümet tarafından memur maaşlarını karşılamak için parçalanıp müteahhitlere satılmıştı

Katil Balina Shamu

neandertal | 05 November 2006 20:23

Dünyanın en ünlü katil balinası Shamu ile online da olsa tanışmak isteyenler için Orlando Sea World parkının özenle hazırlanmış web sitesi.Sitede Tv de yayınlanan Shamu reklamları,katil balinalarla ve onları eğitenlerle ilgili bilgiler ve fotoğraflar yer alıyor.

Şamandıra Anahtarlık

zabun | 16 October 2006 05:46

Vapurla karşı yakaya geçerken deniz manzarasına daldınız ve elinizdeki anahtarları suya düşürüverdiniz. Yahut zulasında “yakut” yüklü kayığınızla, sefa yapayım dediniz lodos eserken aynı şey başınıza geldi. Marinadaki yatınızın anahtarlarıda aynı tehlikeye maruz kalabilir. Bu durumdan müzdarip olabilecekler için, ilginç bir anahtarlık geliştirilmiş. Anahtarlık, içerisinde gizli olan 47cm uzunluğunda, şişen, parlak turuncu renkli, bir tüp sayesinde suya düştüğünde su yüzeyinde kalmayı becerebiliyor. Tüp şişerek açılıyor ve 30 saniye içinde su yüzeyine çıkıyor. Tüp 120 gram ağırlığı kaldırabiliyor. Bu sayede sadece anahtarlarınızı değil; yükte hafif, parada ağır eşyalarınızı da güvenceye alabilir. Fiyatı: 6,99$
Key Buoy™

Bence Bodrum’a gitmek…

hales | 02 October 2006 21:31

Bodrum’a gitmek heyecanlandırıyor beni.Bodrum, eski bir dostu görmek, denize daha da bir yakın olmak, kumsalda çıplak ayak yürümek, sahilde çay içip tavla oynamak ,gece iki votka atmak demek. Her şeyden elini ayağını çekmek ama sorunları aklından tamamen de atamamak demek. Kırk yılın başında turist gezdirmek için bile olsa Halikarnas’a gidip dansçı kızları ve lazer gösterilerini izlemek, sokakta mutlaka çatlayana kadar midye yemek, Eski’de tekila niyetine kimbilir neler içmek demek. Ora’da , Fora’da, Hadigari’de Türk-Alman gruplarla dans etmek, Fink’te , Cuba’da tikky takılmak, barlar sokağında waffle yemek, nazar boncuklu bir bilezik almak demek. Sabaha karşı acıkınca sıcacık pideyle kaşarlı domates çorbası içmek, tıklım tıklım da olsa Körfez’e girip çıkmak, Adamik’te takılmak, sabah erken kalkıp tekne turuna çıkmak demek. Sarhoş olmak, edilmemesi gereken lafları etmek, aranmaması gereken kişileri aramak ama bir yandan da içini rahatlatmak demek. Bazen denizde,bir bar köşesinde,yollarda sevgiliyi, bazen sahilde bir bebeciği öpmek demek…

Yarım kalan hikayeler

sbaskentli | 28 September 2006 12:35

Bir okyanus gördüm dün gece Ankara yolu üzerin de. Oysa göller bile ufacıkdır buralarda bırakın okyanusu deniz bile olmaz diye bilirdim bu bozkır topraklar da.

Oysa evet vardı ve tam oradaydı. alabildiğine mavi , alabildiğine coşkun dalgalara sahip bir okyanus. Zaman zaman duruluyordu dalgaları ama tatlı bir gülümseyeşin vals yapan eşi gibi tekrar coşuyordu dudaklardan yayılan tebessüm ile birlikte.

Bir kaç ay olmuştu sanırım Ankara ya gelmeyeli ve bu yollardan geçmeyeli. çoğu zaman olduğu gibi sadece bir günlüğüne gidiyordum gene memleketime. Yorucu geçen bir gün gecenin saat 3 ünde binerek başladığım otobüs yolculuğunun başlangıcı ile noktalanmıştı benim için.

utanç veren deniz çöplüğü

knemo | 19 September 2006 19:22

2005 yılından bu yana İstanbul sahillerindeki sualtı kirliliğine dikkat çekmek için dalışlar düzenleyen Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi STH‘nin Harem Limanı’ndaki temizlik çalışmaları Eylül ayı boyunca devam ediyor.

STH
Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi

Haftasonlarında gerçekleştirilen dalışlarda çıkartılan ve sergilenen katı atıkların çeşitliliği insanı hayrete ve utanca düşürecek cinsten: Mikrofon sehpasından, tır filtresine, tencere kapağından muska’ya kadar 1165 katı atık çıkarılmış son dalışta…(bkz. envanter)
2005 yılından bu yana çevre bilincini aşılamak ve farkındalık yaratmak için çalışmlarını sürdüren STH’nin web siteside geniş bir içeriğie sahip. Fotoğraf galerisindeki ufak bir gezinti, kirliliğin vehametini etkileyici biçimde gözler önüne seriyor.

Yeni bir hayat

sbaskentli | 01 September 2006 18:19

Ve uzakda ki dağların ardında ne yaşndığını hatta yaşanabileceğini bilmeden oraları özlemek orda olmayı hayal etmek. Henüz okul çağlarında öğretilrer orda bir köy var uzakda diye geyik muhabbeti yapılır yıllarca .

Ancak zaman zaman bunu ister mi insan ? Hiç bilmediği bir yere gitmeyi , tanımadığı inanlar arasında adeta yeniden doğmuşcasına yeni bir hayata başlamayı.

Kimi zaman küçük bir kasaba sahil kenarına kurulmuş. Tek bir caddesi olan medeniyetin ve dolayısı ile şehir insanının yozlaştıramadığı güler yüzlü sevecen insanlar. Sahil kenarında bir ev ve denizin maviliği üzerinden süzülerek ufka bakan kocaman bir teras. Dalga seslerinin martılar eşliğinde verdiği mükemmel konser ile birlikte yenen akşam yemekleri.
Herhangi bir engele çarpmaksızın direk evinizin içine süzülen ve sabahın eşsiz tazeliğini denizin mükemmel kokusu ile bütünleştirerek size sunan güneş ışıkları .