bildirgec.org

hales

11 yıl önce üye olmuş, 40 yazı yazmış. 83 yorum yazmış.

güvenli lpg kullanımı

hales | 09 May 2008 10:09

Her ne kadar evlerde LPG yani tüp gaz kullanımı doğalgaza bağlı olarak azalıyor olsa da hatrı sayılır bir çoğunluğun mutfağında hatta belki banyoda hala tüp bulunuyor. Markadan markaya şekil biraz fark etse de temel olarak evlerimize giren 2 tip tüp var. 12’lik uzun ve şişman. Uzun tüpler eskiden daha revaşta iken dedantörlerinin kolay takılması ve bu sayede servis elemanını içeri sokmadan kapıdan tüpünüzü alıp kendi montajınızı yapmanızı sağlamasıyla şişman tüpler daha yaygın hale geldi. Bugün bir (pek yaygın olmayan) marka hariç tüm LPG şirketlerinin 12 kg’lik şişman tüpleri birbirine benzer şekilde. Hemen hemen hepsinin dedantör ve güvenlik hortumları vs aynı. Peki neye dikkat etmeliyiz?
1. En ama en önemlisi tüpünüzü dik kullanmanız. Bu sayede önce tüpün içindeki gaz faz kullanılmaya başlanacaktır. Eğer eğik kullanırsanız sıvı faz hortuma doğru gelecek ve herhangi bir sızıntı durumunda yangın ihtimalini ve büyüklüğünü arttıracaktır.
2.Hortum ve kelepçenizi 2 yıldan fazla kullanmayın. Yıllar içinde hortumunuz sertleşir ve bağlantı yerlerinden çatlama eğilimi gösterir. En doğrusu optimum süre olan 2 yılda bir hortum ve kelepçenizi yenilemektir. (bayinizden isterseniz meblası çok yüksek olmayan bu işlemi bedelsiz gerçekleştirecektir)
3. Şekil şemal renk olarak evinizin süsü olmasa da tüpünüzü saklamayın, üzerini örtmeyin, ısıya mağruz bırakmayın.
4. LPG normalde kokusuz ve zehirsiz bir gazdır. Ama yanıcı ve parlayıcıdır. Güvenliğiniz için kokulandırılır. Eğer bir sızıntı hissederseniz hemen dedantörünüzü kapayın. Cam ve pencerelerinizi açın. Duylar dahil elektrikli hiç bir alete dokunmayın. Hemen bayinizi arayıp yardım isteyin. Yere birikmiş gazı bir süpürge(çalı) vs yardımıyla dışarı süpürün.
5. Tüpün bağlantı yerlerinden sızıntı yaptığını düşünüyorsanız ya da tüpünüz geldiğinde servis elemanı tüpü taktıktan sonra kontrol etmek isterse bunu ASLA çakmak vb bir aletle yapmayın. Varsa servis elemanındaki kontrol köpüğünü yoksa kendiniz bir sabunu köpürterek kaçak olabileceğini düşündüğünüz yere sürün.

Motorsporları

hales | 29 June 2007 14:30

Motorsporları diyince aklınıza ne geliyor? F1 mi?
Benim aklıma hiçbir şey gelmiyordu eskiden, ta ki iş gereği kendimi bir sponsorluk dizisi içinde bulana kadar. İpragaz Cup, Honda Cup, Türkiye Pist Şampiyonası … bir sürü yarış düzenleniyor haftasonlarında. Gerçi şanssızlık ( ya da federasyonun kıyağI!!!) sonucu yarışlar temmuz sıcaklarına kaldı, izleyiciler bile pişerken içine yanmaz kıyafetler, tulumlar giyip bir de üstüne kask takıp her tarafı kapalı arabalar içinde yarışan pilotlara ne demeli? Hele de bunu para kazanmak için yapmayıp aksine üste para ödüyorlarsa. Nasıl bir adrenalindir ki bu kendilerini bu kadar veriyorlar bu işe.
Bir çok yayın, dergi, gazete köşesi de mevcut meraklılar için. Ama en popüleri Murat İlter sanırım, en çok onun haberi çıkıyor çünkü görebildiğim kadarıyla.

Onur Air mi? Almayayım lütfen

hales | 29 June 2007 14:04

Haftasonlarımı ağırlıklı olarak işe kaptırınca boş cumartesi-pazar kovalar oldum. Ne zaman ki ufukta böyle bir boşluk gördüm hemen bilet ayırttım kendime ta 1.5 ay öncesinden. Ama gecen haftalarda şeytan dürttü şu Onur Air’a da bir bakayım dedim (hakkında duyduğum o kadar kötü tüketici uyarısına rağmen) baktım ki tam istediğim saatlerde uygun fiyata bilet var direkt aldım. Ve süpriz: Uçuşa 4 gün kala bir telefon: hem gidiş hem de dönüş uçağım iptal olmuş. Uçuş izni alamamışlar! Ya benim yedek biletim olmasaydı? O kadar sinir bozucu bir durum ki! Tabii bunu son gün de haber verebilirlerdi diyip olayı kapadım mecburen ama bir daha Onur Air mi? I-ıh!

İsimsiz bir şehirde bir gün

hales | 17 May 2007 14:58

20 yaşındasın,tek başınasın.Delicesine ozgur bir o kadar da özgürlüğünü
kullanmaya korkaksın.
Bilmedigin bir şehirde onların yarım yamalak konuştugun dilleriyle sokak
sokak salınıyorsun.O ülkenin en büyük şehri değil belki ama yine de hatırı
sayılır şehirlerinden biri bu. Bu büyülü yerde geçirdiğin ilk gün olmasından
gerek çekirgenlik sınırlıyor biraz seni.Kendine bir durak belirlemişsin
ordan başlıyorsun yola,yürüyorsun yürüyorsun sonra kaybolma endişesiyle
gerisin geri dönüp başlangıç noktanı buluyorsun,arkasında derin bir “oh”!
Gezinirken küçük bir restoran keşfedip yola yerleştirilmiş masalarından
birine kuruluyorsun. yemeklerini fazla bilmesen de biliyorsun ki peynirleri
çok güzel,e o zaman verin bana bir peynirli krep diyorsun. Arada o dili az
buz da olsa konuşabilmenin gururu hissediliyor sanki sesinde. Ukalasın o
anda ama ne önemi var,kendine ukalasın o anda.Yanına oturan başka bir
turistten rica edip bir de fotoğraf çektiriyorsun anı niyetine,değme
keyfine!
Yemekten sonra bakınırken etrafa eskiciler buluyorsun .o ülkenin geçmişini
sanki ne ararsan bulacağını sandıgın o eskicilerde arıyor tanımaya
calışıyorsun. Plaklar,kitaplar video kasetler,ıvır zıvırlar içinde
kayboluyorsun
Yolda bir dilenci görüyorsun kara çarşaflar içinde bir bakıyorsun ki durum
burda da aynı,kadın bir kathedral önünü mesken edinmiş. içeri girip tahta
sıralarda oturuyor,kafile halinde girip ortalıgı anlık karmaşalara boğan
turistlere bakıyorsun. sen kendine yeterliyken o anda birdenbire patlşan
flaşlar rahatsız ediyor seni. eksik kalmayayım diyip kenarlara konan tahta
kutucuklara bir bozukluk da sen atıp mum yakıyorsun dileğini dileyip.
Sonrasında İstiklal’de her gün onlarcasına rastladığın bitirim tiplerden bir
ikisini görmek rahatsız ediyor seni. refleks olarak elin çantana
gidiyor,üstünden esyalarını yokluyorsun oysa onlar yanında yürüyp geciyor
zaman ilerliyor,o günün alacakaranlıgında çıkmıssın yola,gün içinde
araba,uçak,otobüs,funiculaire derken bir sürü ulaşım aracı kullanmıssın. bu
yogunluk şaşırtıyor seni.Hepsi bugun mü oldu? hava kararmadan pansiyona
dönüp biraz da o çevreyi gezinmeye başlıyorsun.Yoldaki tabelalar yardımcı
oluyor sana bir de taaa Istanbullardan tasıdıgın haritan. Derken belki de
hayatında görüp görebileceğin en büyük kathedrale rastlıyorsun. İçini dışını
gezip detayları beynine kazırken içinde bir ayine denk geliyorsun. Kenardan
sessizce izliyorsun onları,ilahiler söylenip kalabalık dağılırken iyi ki
üşenmeyip buralara kadar yürümüşüm bugün diyorsun kendini kutlar bir edayla.
Bir bakkaldan akşam için birşeyler alıp doooğru pansiyona,muhteşem manzaralı
terasta gözüne kestirdiğin iki kişilik bir masaya oturuyorsun.Önünde
haritan,gezi günlüğün ve de oldukça kalın bir kitap var doğumgünü hediyesi
gelen. Ailen ,arkadaşların kmlerce uzakta. Sense farklı farklı milletlerden
gelen insanla bir geceliğine o terası,ılık meltemi,o atmosferi
paylaşıyorsun.Kİmi biraz önce yıkadığı malzemelerle salata yapıyor
masasında,kimi senin gibi kitabını okuyor,kimi sessizce manzarayı
izliyor,bazıları 2-3 kişi gelmiş koyu bir sohbetteler…Senin ertesi gün
asıl olarak kalacağın yere gitmek için bineceğin trenin biletleri
cebinde,önünde daha saatler var.
Yaşadığın huzurdan şaşkın ama bir o kadar da mutlusun.Gerçekliğini
sorguluyorsun bu güzelliğin. Elin ara ara haritaya gidiyor bugün gördüğün
yerleri işaretlemek için,sonra da hiçbir şeyi unutmamak için defterine
notlar alıyorsun kısa kısa. Fonda Celine Dion var,ses öyle bir ayarlı ki ne
çok kısık ne de çok açık. Geceye girilirken içeri kısımda ufak çaplı bir
parti başlıyor,müzik de değişiyor tabii,daha da hareketleniyor. Sen
katılmıyorsun partiye,bugünlük yorgunlugun sana yetmiş durumda. Kitabına
gömülüyorsun. Saat 23.00 civarı oldugunda gözkapakların artık iyice
ağırlaşıyor,odana çekilme vakti artık. odanda 3 tane Kanadalı kadın
var,hepsi de orta yaşın üstünde.hele biri -anne- 70lerinde. trenle
geziyorlarmıs avrupayı,kısaca sohbet ediyorsun. o kadar tatlılar ki yanında
götürdüğün nazar boncuklu bileziklerden hediye ediyorsun herbirine.çok
beğenip hemen takıyorlar,o sırada senin de küçük bir kanada bayragın olmus
oluyor.
Ertesi gün kahvaltıya indiğinde mutlu bakan gözlerinin sırrını belki kimse
çözemiyor,beraber kahvaltı ettiğin o tatlı kanadalı arkadaşların bile…

Yeşil Dalga

hales | 13 May 2007 22:35

İzmir’de gördüğüm bu kavram trafikte büyük yarar sağlıyor. Yeşil Dalga 60 km yazıyorsa eğer yoldaki tabelada hep 60 km ile devam ettiğinde hiç kırmızı ışığa yakalanmadan gidiyorsun, hem de böylece hızını tehlikesiz bir sınırda sabitliyorsun.

Şişli’ye çöp yakışmıyor

hales | 03 April 2007 13:56

“Şişli’de bir apartman yoksa eğer halin yaman”… Bu sözler bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Lüküs Hayat müzikalinin bu sözleri bize o zamanın lüksünün Şişli’de oturmak olduğunu anlatırken, Mustafa Sarıgül yaptığı büyük işleri halkıyla paylaşırken bense akşamları sokakta evime yürürken çöplerin üzerinden atlamak zorunda kalıyorum. Yıl 2007, Şişli İstanbul’un en büyük ilçelerinden biri ve bizim sokağımızda bir çöp konteynırı/tenekesi (adını siz koyun) yok. Çöp arabaları akşam kimbilir kaçta gelip yerdeki torbaları alana kadar sokakların belli başlı köşelerinde kiminin ağzı açılmış çöp poşetleri hem pislik saçıyor hem de gözü inanılmaz rahatsız ediyor. Bunu Şişli Belediyesi’ne de yazdık ama belki böyle büyük bir mecrada yazmak diğer Şişli’lerin de dikkatini çeker. Şişli’ye çöp yakışmıyor.

On the rocks

hales | 25 March 2007 15:59

Mekan “On the rocks”, yılsa muhtemelen 1998 ya da 99. Doğumgünüm için yer bakıyoruz. Yaşımız küçük diye bizi almıyorlar; ama burası çok cool, keşke alsalardı diye iç çekerek kola içip pasta yiyabileceğimiz başka bir bar arıyoruz Ortaköy’de. Yıl 2007, tek başımayım bu sefer. Yalnız olarak bir yerlerde bira içecek kadar büyüdüm. 1 saat sonraki filmden önce çay kahve içecek (tabii ki denize karşı) bir cafe ararken canlı müzik çalınıyor kulağıma. Deniz kenarı sizin olsun diyorum, ben burda oturup eskileri düşüneceğim. Yine dibine kadar nostalji var kanımda: )

Şişş

hales | 07 March 2007 23:16

Sussa herkes, hayata beş dakika mola ve ben yürüsem Gümüşsuyu’ndan aşağı tek başıma sadece anın farkına vararak. Aklımda ne yarın yapılacaklar listesi ne de aranacaklar listesi olsa. Yolun yarısından sonra müzik serbest, biraz Fransızca belki bir iki Dany Brillant şarkısı. Kitabım çantamda ağırlık yapsa da mutlaka yanımda olsa çünkü okurum bir ara.

Farzet ki otobüs şirketlerinin yanından geçiyorum. Gidecek olanlar kapıda çantalarıyla bekleşiyor. Kiminin yüzü endişeli, neden bilmiyorum ama giden ben olsam kesin çok mutlu olurdum. En son nereye gittim ki? Hep burda gibiyim, hep hep hep… İki günlüğüne Ereğli’ye gitmiştim sahi.

uzaktan kumanda

hales | 20 February 2007 09:03

Uzaktan kumandanın mucidi ölmüş. Evlerde egemenliğin kimde olduğunu belirleyen aleti icat eden Robert Adler aslında televizyon bile izlemezmiş. Doğan Hızlan’ın yazısı burda