bildirgec.org

çocukluk hakkında tüm yazılar

İçinden Deniz Geçen Şehir

linet | 29 August 2007 13:46

İçinden Deniz Geçen Şehir:

İçinden deniz geçen bu şehirde doğdum ben, halicin kokusunu, galatanın neşesini yaşadım, küçücüktüm askerdi babam o zaman, o da küçüktü daha 20 sindeydi ben 2 yaşındaydım, asker babam derdim.. Şapkasını alır aynanın karşısında küçücük kafama oturtmaya çalışırdım, büyük gelir gözlerimi kapardı. 2 yaşında yaşadıklarını mı hatırlıyorsun demeyin, hani olur ya insana böyle flashback ler şeklinde bazı sahneler hiç gitmiyor gözümün önünden. Gölcükdeydi babam, hep evci çıkardı. İşte öyle zamanlardan birinde yanımıza geldiğinde beni aldı, en güzel ve tek gezmelik elbisemi giydirdi annem cılız bebek saçlarımı hatırlıyorum yada resimlerden aklımda kalan, o güne ait bir resimde var zaten. Sultanahmette başlayan yürüyüşümüz, Saraçhane,Unkapanıya kadar uzanmış, hiç gıkımı çıkartmadan yürümüşüm. Arada şarkı söyleyişimiz geliyor gözümün önüne ;

BEN NASIL BÜYÜK ADAM OLUCAM (OLACAĞIM)?

quare | 06 August 2007 19:25

Çocuktum. Henüz yarımdım, kirlenmemişti ruhum daha. Büyüdüm ama hep yarım kaldım, kirlendi ruhum, yabancı kaldım aynadaki yansımama ve kirlenen ruhuma…

Gecenin yarısında günün birinde kaybedeceklerimin hayali ile yastığımı ıslatır, gözlerime kast ederdim şuursuz saatlerin sonunda. Henüz fark etmemiştim bencilliğimi. Henüz fakına varmamıştım gidecek olanlara değil yalnızlığıma ağladığımı. Yarımdım, çocuktum, ruhum kirlenmemişti daha…

Korkularım, ütopyalarım vardı. Ben büyüdükçe sevdiklerim yaşlanacaktı. Zamanı durdurmak, abece’mi özgürce kullanmak istiyordum. Söyleyecek çok sözüm vardı. Eğer kaybedeceksem, büsbütün yok olacaksam hep yarım kalmalıydım belki de…

UTANMAK

Gokates | 04 August 2007 01:39

Hiç bir sözcükle aranız bozuldu mu?
Benim bozuldu.Başlık olarak kullandığım sözcükle bu aralar ilişkimizi tekrar gözden geçiriyoruz.Aslında çocukluğuma dayanan gayet güzel bir ilişkimiz vardı.
Çocukluğuma ait hatırladığım çoğu hikayemin içinde vardır,utanmak.Biri gelir,ben utanırım.Soru sorarlar, cevaplarken utanırım.Birinden bir şey isterken utanırım.Hatta bu fiil nedeniyle amcalara pipisini göstermeden yetişmiş nadir insanlardan biriyimdir.Artık övünsem mi,üzülsem mi bilmiyorum.
Bu yılın başlarına kadar birbirimize pek rahatsızlık vermiyorduk.Ama kabusum yeniden hortladı.Kendisiyle uzun bir süreden sonra ilk defa dinleyici olarak gittiğim bir konferansta karşılaştık.Konferans,konusu gereği epey bir ateşlenmişti.Tam soru-cevap kısmına gelindiğinde artık hem konuşmacılar hem de dinleyciler birbirine girmeye başlamıştı.Herkes birbirine bağırıyor,konuşmacılar gitmek için sabırsızlanıyordu.Ben de arkadaşımla beraber sinmiş bir köşeden olup biteni anlamaya çalışıyordum.Sağ tarafımda da yaşlı bir adam oturuyordu.Eğitimli,o konuyla ilgili bilgi sahibi birine benziyordu.Durmadan homurdanıyordu.Birşeyler anlatıyordu ama yanında kimse yoktu.O da sıkıldı yalnız başına konuşmaktan anlaşılan anlamadığım şeyler homurdanıp sonra bana ”değil mi ama?”,”haksız mıyım?” diyerek kendisini onaylamamı istemeye başladı.Dayanamadım,ne söylediğini anladığım bir düşüncesine katılmadığımı söyledim.Ama cevap verirken işte ağzımdan ‘utandım’kelimesi çıktı.Amca da önce tepki gösterdi,”niye utandın?’diye sordu.Anlattım hak verdi.İşin kötü yanı,’utandığımı’arkamızda oturan bir çift duydu.Ve söylemek istediğim şeyin tam tersini anldılar.Amcaya anlatma fırsatı buldum ancak onlara anlatamadım.çünkü,dönüp onlara anlatmalı mıyım yoksa anlatmamalı mıyım bir türlü karar veremedim.Tam dönüp konuşmak için cesaretimi topladığım sırada da konferans bitti.Sırf bu kelimeyi kullandığım için beni şu an olduğumdan farklı tanıyan iki insan var.Eğer anlatmaya çalıştığım şeyi gerçekten tam tersi haliyle anlamışlarsa,çok utanç verici.
Bir keresinde de bir hocamla mesajlaşıyordum.Kendisine bir elektronik posta gönderdim.Merak ettiğim bir konu hakkında bilgi istedim,derdimi anlatabilmek için uzun bir mesaj yazdım.Tahmin edebileceğiniz gibi kendimi yine tutamadım ve utandım.O uzun mesajın sonuna içinde ‘utandım’yazan bir cümleyi, kendimi tutamayıp koymuşum.Hocama sorduğum sorunun cevabı için,”ben şimdi bunu direk sizden istemekten UTANDIM,isterseniz beni soruyla ilgili bir yazınıza veya bir kaynağa yönlendirin ben bakayım.”dedim.Hoca bütün yazıyı önce birkenara bırakmış bu cümleye taklımış.Tabii iyi niyetinden,bana utanmamam gerktiğini,onun vazifesi olduğunu yazıp sonra sorumla iligili cevap vermiş.Biliyorum belki sizin gibi normal insanlar için normal ama bu mesajdan sonra da çok utanmıştım.
Ama işin en kötü tarafı bu sözcüğün karşı cinsim olan kızlara yansıması.Çünkü edindiğim bilgi ve tecrübeye göre onlar utangaç erkekleri sevmezlermiş.Çok kişiye sordum.Hem kıza hem erkeğe hem oğlan çocuklarına…Anlamadım bir türlü.Hayır!utanıyorsam kendime.Siz niye ben utanıyorum diye benden tiksiniyorsunuz ki?Geçenler de bir kız arkadaşımla msn’de konuşuyorduk.Herşey yolunda,’ben aslında utangaçımdır’ dedim.Birgün öğrenmesi lazım diyerek sıkıştırdım araya.Aldığım tepki,”haaayııırr!hiç sevmeeem”,artık mecburen,”değilim ki zaten.şaka yaptım.walla bak” demek zorunda kalıp,yine utandım.
Yazıya başlarken artık bu sözcükle küssem mi falan diye düşündüm ama…Asla!Çünkü benim aslında en sevdiğim özelliklerimden biri bu.İnsan gerektiğinde utanmasını bilmeli.insanın gerektiğinde yüzü kızarmalı.İnsan o zaman belki hareketlerine,yaptıklarına,kendine dikkat eder.Bu kadar şikayetçi olmama karşın asıl bakış açım budur.Benim baktığım bu taraftan utanmak biraz lazımdır.Evet,fazlası kötü farkındayım ama hiç olmamasından iyidir.Kızlar da öyle mesela.
(Niye yazdım ki bu yazıyı.ne kadar çok kişi okursa o kadar çok utanıcam.)

Bir Kadını Tanımak …

hypatia | 27 July 2007 14:33

Bir kadını her yönüyle tanımak…

Sevgi dolu kalbi, içindeki fırtınaları, çocuksu halleri, daha gelmemiş yaşlarının olgunluğu, aşkları, yalnızlıkları, cinlikleri, saflıkları, yalanları, itirafları, şehvetleri, vurdumduymazlıkları, takıntıları, rahatlıkları, içlerinde barındırdıkları farklı farklı kişilikleri ve saymakla bitirilemeyecek tüm yönleriyle kadınları tanımak.

Sevgidir ilk adım. Sevmekle başlar her şey. Sonra kabul edersin, parçan olur, bazen sen o olursun. İşte o zaman tanırsın bir kadını, hayatın tüm sırlarına bir anda girersin. Zorlu ama keyif dolu, gizemlerle dolu bir yolculuğa adım atmışsındır.

CANIM İKİZİM!

| 26 June 2007 10:16

İkizimi çok küçük yaştan beri tanıyordum. Ben diyeyim beş, siz diyin altı. Biyolojik ikizim değildi elbette. Ama ikizimdi işte. Herkes “ikiz” diye dalga geçmişti bizimle. Biz birbirimize aşıktık resmen o yıllarda.
İlk okul bire beraber başlamıştık. Hatta önlüklerimiz bile beraber alınmıştı. Beslenme çantalarımız, suluklarımız… Herşeyimiz aynıydı. Hep aynı olalım isterdik.Birbirimizden başka kimseyi arkadaş olarak kabul etmezdik aramıza. Yediğimiz yemek, içtiğimiz su ayrı gitmezdi. Çok üretici bir zekası vardı. Fazla hayalperestti. Doğmadan önce, annemizin karnındayken, aslında ikimizin haberleştiğini anlatırdı bana.

Daha birinci sınıftaydık. Birgün annesi onu okula geç getirmişti. Ne annem nede sınıfın öğretmeni beni onsuz sınıfa sokamamışlardı o gün. Ne kadar ağlamıştım. Sonunda kapıda görününce rahatlamıştım. Ve oturmuştuk beraber sıramıza… İkinci sınıfa geçtiğimizde benim öğlenci, onun sabahçı olma sebebi ile ayrılmıştık. Ancak evlerimizde görüşüyorduk. Ama henüz aslında ayrılmadığımızı, yine görüşebileceğimizi idrak edebileceğimiz yaşta olmadığımızdan, bana çok zor gelmişti ayrı sınıflarda olmak. Bir süre sonra vücudumda kızarıklıklar olmaya başladı. Babam doktora götürdü. Sıkıntıdan kurdeşen çıkarmışım. Safın tekiydim ben o yıllarda. Sessiz sakin, pısırık, korkak, sapsarı bir kız çocuğuydum. İkinci ve üçüncü sınıfı onsuz geçirdim. Çocukça bir stres yaşamıştım. Onsuz kendimi savunamazdım bile. Onsuz parmağımı bile kaldıramazdım. Dördüncü sınıfa geçtiğimizde hak yerini bulmuştu ve özel okula alınarak birleşmiştik. Babam, ikimiz aynı sınıfa düşelim diye ne kadar uğraşmıştı. Beşinci sınıf da bitti. Artık duygusal ilişkimiz dayanılmaz boyuttaydı başkaları için. Ailelerimiz endişe ediyorlardı. Sınıf öğretmenimiz annelerimizle konuşmuştu, bizi başkalarıyla arkadaşlığa teşvik etmeleri için. Olmadı. Başkaları bizim için hiçti. Birbirimizden başkasını görmezdi gözümüz. Beraber oyun oynadığımız arkadaşlarımız vardı. Ama onlar da bize tek kişi muamelesi yapıyorlardı. “Yapışık ikizler” diye dalga geçiyorlardı. Artık ortaokuldaydık. İkizimi özel okuldan almaya karar verdiler. Benden ayrılıyordu. Yine içten içe üzüntülere boğuldum. Okulun ilk günüydü, yapayalnızdım. Yemek yiyordum bir başıma. İştahım yoktu. Sanki herkes bana bakıyordu. Çok yalnızdım. Mıy mıy mıy yemeğimi yemeye çalışırken ikizimi gördüm. Bana doğru geliyordu. Almamışlardı o okuldan. Başka okula gitmiyordu. Dünyalar benim olmuştu. Yemeğimi öylece bıraktım. Beraber yapışık bir yıl daha geçirdik. Orta ikide yollarımız gerçekten ayrılmıştı. Başka okula almışlardı. Üzüldüm yine çok… Ortaikinin sonunda fazlasıyla kopmuştuk birbirimizden. Bizi koparan sebep neydi, hatırlamıyorum. Ama görüşmüyorduk eskisi gibi. Ayda yılda bir.

İlk ergen olduğum yıllardı. Çok zor bir ergenlik dönemi geçirmiştim. Annem neler neler çekmişti benim yüzümden. İlk iki sene evdekilere kan kusturmuştum. Çok değişmiştim. Evrim geçirmiştim diyebilirim. O eski sakin, sevimli, tatlı halim gitmişti. Yerine cadı mı cadı, her birşeye bağıran agresif, deli bir yaratık gelmişti? Herşeyden nefret eden… Herşeyden sıkılan… İki sene geçirdim bu deli halimle. Hatta bir arkadaş o sıkıntıları atlattıktan sonra o zamanlar ne manyak olduğumu, benden nefret ettiğini yüzüme vurmuştu. İkizimin yokluğunda bir sürü aptal saptal arkadaşlıklar kurmuştum. Gül girmişti hayatıma. Aman evlerden ırak… Nasıl ekşimik surat birşeydi o öyle? Nasıl arkadaşlık yapmıştım? Tabi benim dünyalar tatlısı Ayşem gibi olamazdı ki herkes. Sonra B. girdi hayatıma. Yeni ergen olmanın ateşi başına vurmuş olacaktı ki, erkek peşine düşmüştü o yaşta. En fazla 6-7 aylık arkadaşlıklardı. Sonra toz misali püff diye uçup gitmişlerdi. Hiç aramamıştım da onları. Ayseciğimin yeri başkaydı ama… O birtaneydi. O bir melekti. Ardından lise sıralarında buldum kendimi.

DondurMA!!!

arjin_namtar | 25 June 2007 11:10

Dondurma!!! Ceplerini yokladı merakla; ne kadar parası kalmıştı acaba? Arka cebinde öğrenci kimliği ve bankamatik kartlarının olduğu yerde bi 5’liği olduğunu hatırladı. Yeter miydi ki? Keşke o kadar uzakta oturmasaydı. Bisikletle gidecekti ama gideceği yerde dondurmacı bulabilecek miydi? Of ne kadar kötü bi durumdu? Evini de bilmiyordu üstelik. Sürpriz bile yapamayacaktı yani… Postaneye vardığında Al’ı arayıp evinin yerini tam olarak tarif etmesini isteyebilirdi. Neden gelmedi ki buraya? Alırdı onu tramvay durağından. Sonra başlarlardı yürümeye. Nereye mi? Yeşilliğin olabileceği sadece yeşilin hissedileceği yada upuzun düzlüklerin olduğu, görülenin alabildiğine boş olduğu bi yere. Al’ı hem hüzünlendirecek hem mutlandıracak bi yere. Şebek olmaya bile razıydı Kara. Sanki hataları kendisi yapmış gibi, şebek olacaktı, cezalandırılanın da kendisi olması sorun değilmiş gibi. Şeberip Al’ı mutlu edecekti. Plan tamamdı ama o gelmeyecekti. Madem öyle ona gidilmeliydi.

http://suga-ovadose.deviantart.com/
http://suga-ovadose.deviantart.com/

Şimdi yola koyula bilirdi. Bu sıcakta, bisiklet!!! Bi de oraya varana kadar çıkması gereken bayır… Aman ne düşünüyordu bunları, sonunda mutluluk olacaktı.

Kiraz

| 11 June 2007 15:52

Kiraz agacinin dibinde durdum…kocaman gövdesine sarildim kafami kaldirdim tek tek dallarini seyrettim..üstünde kirazlar cikmis kirmizinin her tonunda bazilari siyah gibi kocaman .Elimi uzatip erisebildigim yerden bir iki tane kopardim..ve azima attim ..ne tatdir bu!!! ..beni cocukluguma ..ucurdu.
Babaannemim meyve bahcesine gittim…..kayisilar,seftaliler,armutlar,elmalar dolu agaclarin arasina..etrafi misirlarla cevereli o dev bahceye….yaklasmamizin yasak oldugu kuyuya…dometeslerin ,taze fasulyelerin dikilmis oldugu bahceye…herseyin kokusunu hissediyorum . Kendimi görüyorum bahcede dolasirken..Dokunmasi yasak olunan meyve kirazdi..niye babaannem kiraz agaci disindaki bütün meyvelari yememize izin verirken .
-aman cocuklarim kiraz agacima cikmayin. Diye her an gözü üstümüzde bizi caktirmadan kontrol ederdi…tabi o namaz kilarken yigenlerimden birisi onu yatak odasinin penceresinden izler… bu arada ben ve digerlerimiz hemen disardan görünmeyen dal aralarindan kiraz toplardik…namaz bitmek üzere diye sinyal gelince direk bahcenin uc tarafinda kacar , agactan uzaklasirdik ..namazdan kalkan babaannem bahceye cikinca bizi … agacindan uzak görmenin rahatliyla isine gücüne dalardi…biz bu arada coktan en az onar adet canim kirazi yutmus olurduk.bunlar 1970 lerdi…….
Sene 2004 de Ankaraya bir is icin gidince Babaannemi ziyarete gittim..aksam birlikte yemek yedik..sonra balkando oturduk..kocaman bir cinar olmustu artik babaannem .
Ona dedimki
-babaanne sana bir sey söylemek , hatta itiraf etmek istiyorum…ama kizmak yok…
-ben senin neyine kizayim yavrum
-yok kizabilirsin
-söyle kizmam
-babaannecigim biz cocuken..ebru,ben,dogan,esin,esra,elvan,onur……senin kiraz agacindan kirazlari yerdik….sen bizi onlara dokunmuyoruz sanirdin…
-biliyorum
-ne!!!!
-biliyorum yavrum dedi.Gözlerinden yaslar bosalmaya basladi…
-neden agliyorsun babaannecigim…….??
-kizim ben hic sizden kiraz esirgemedimki…o kirazin altinda benim ölü dogan bir bebegim gömülü….orda gezindiginizde onun mezarini cigniyordunuz…Savas zamaniydi…erken dogum sancilarim tutmustu…büyük baban cephedeydi….bebegimi tek basina dogurdum ve bebek ölüydü ..eskiden ebeler vardi yavrum onlar olmasa bende ölecektim, dogumdan sonra cok hasta oldum zaten…..bebegimide okiraz fidanin altina gömmüstüm..bahcemiz cok büyüktü..yeni dikilen agaclarin arasinda kimse gezinmez…orasi sakin diye düsünmüstüm…hem evden bakinca bebegimin mezarini görebiliyordum..iste öyle kizim, deyip benim ellerimi tuttu bende ona sarildim..ikimizde agliyorduk….bebek kizmis adida Kirazmis.
Bir taraftan Ankaranin isiklarini seyrediyordum…bir taraftanda gece gece kadinin haleti ruhiyesini nasil mahvettigimi düsünüyordum..acayip bir sekil de bogazima tas gibi bir sanci saplanmisti.Gidip su iceyim dedim..mutfaga dogru giderken..Babaannem tekrar bastonunu eline aldi ve ben namazimi kilayim yavrum diye yatak odasinin yolunu tuttu….Arkasindan bir müddet kipirdayamadim…onu seyrettim…sonra balkona oturup zirladim..acayip bir paylasim yasamistim..hic tahmin edemezdim…cocukken bizi o agaca yaklastirmayan öcü kadin babaannem meger bebegini koruyormus ,meger cocugunun mezari orasiymis meger o Kiraz agaci benim halammis.

ESKİDEN BUNLAR OYNANIRDI…

| 17 May 2007 10:21

-Saklambaç
-Köşe Kapmaca
-Kaç kurtul

-Yakan Top
-İstop
-Aspirin
-Tetris
-Bilye
-Seksek
-İp Atlama
-Öyle bir soru sor ki tek cevabı “evet “olsun
-Evcilik
-Doktorculuk
-Gazoz Kapakları
-He-mancilik
-Birdirbir
-Doğruluk cesaret
-Kim kiminle
-İsim Şehir
-Dokuz Taş
-Kutu Kutu
-Uzun Eşek
-Amiral Battı
-Sandalye Kapmaca
-Sessiz Film
-Elim Sende
-Yağ satarım

Kırmızı Pabuçlarım

linet | 15 May 2007 10:27

Kırmızı Pabuçlarım:

Dün yazlık pabuçlarımı çıkarttım ve içlerinden en cıvıl cıvıl kıpkırmızı olanını aldım giydim ayaklarıma sanki 7 yaşındaydım, içimde bir neşe bir huzur, nasıl bir nesne beni böyle mutlu edebilir ki, reklamlardaki gibi şu kadarcık şey bile hatta dünyaları önüme serseler bu kadar mutlu olamazdım. Tüm gün ayakkabılarıma baktıkça içimi saran o mutluluk dalgası sürdü.

Küçükken hiç sahip olamadığım kırmızı pabuçları şimdi her fırsatta giyiyorum. Babamla çıktığımız alışverişlerde ki bu senede sadece 2 kezdi, hiçbir zaman benim istediğim fırfırlı süslü püslü etekler alınmaz, hep üstüme bir numara büyük kıyafetlerle seneyede giyersin sözleriyle daha hanım hanımcık olanlar seçilir ve ben yüzümden düşen bin parça ile ama yine de kendime bile belli etmediğim gizli bir sevinçle yeni giysilere kavuşmanın heyecanı ile eve dönerdim. Ayakkabılara gelince yine şekilsiz okul ayakkabıları alınırdı simsiyah, ben hep kırmızılara pembelere yönelir onları şekerci dükkanının önündeki çocuklar gibi seyretmeye doyamazdım. Ama babam, bak kızım bu daha sağlam, o iki günde parçalanır der, bana elindeki o şekilsiz ve renksiz ayakkabıyı kabul ettirmeye çalışır, bende akıllı ve uslu bir kız olarak onu dinler, gözüm kırmızı pabuçlarda siyah ayakkabıyı almaya razı olurdum.

GECE LAMBASI

redorack | 02 May 2007 10:31

Etrafına dikkatlice bakındı. “Şu şirin, pembe süslemelere bak!” dedi içinden. Çocukluğundan beri ısınamamıştı ‘şeker’ şeylere. Yine de elini uzatıp yaldızlı kağıtlardan aldı; kendisine sinir olma eşiğinde… Biliyordu aslında seçmesi gereken diğer renkleri. Renkler hakkında bu kadar bilgisi olmasına kızdı birden. Sırf ona yakıştırdığı rengin anlamını bilmesinden dolayı almadı. “Karakterinin şu yönünü simgelermiş! Kime göre?” Yine de almadı… Kafasındaki, ona ‘yakışması gereken’ renkli kağıtlardan da aldı, hatta gereğinden fazla aldı. Hata yapacaktı elbet ilk denemesinde. Yeniden aynısından bulamayacağının evhamıyla… Kendisini gittikçe ufalan bir çocuk gibi gördü. Yaşı da boyu da ufaldıkça ufalıyordu. Kasaya geldiğinde, dükkan sahibinin ne uzun olduğunu düşündü. Bakkaldan elmaşekeri alır misali sevinçle paketlenmelerine baktı aldıklarının. Sonra -şimdiden severek- aldı torbasını eline, çıktı dükkandan.