Etrafına dikkatlice bakındı. “Şu şirin, pembe süslemelere bak!” dedi içinden. Çocukluğundan beri ısınamamıştı ‘şeker’ şeylere. Yine de elini uzatıp yaldızlı kağıtlardan aldı; kendisine sinir olma eşiğinde… Biliyordu aslında seçmesi gereken diğer renkleri. Renkler hakkında bu kadar bilgisi olmasına kızdı birden. Sırf ona yakıştırdığı rengin anlamını bilmesinden dolayı almadı. “Karakterinin şu yönünü simgelermiş! Kime göre?” Yine de almadı… Kafasındaki, ona ‘yakışması gereken’ renkli kağıtlardan da aldı, hatta gereğinden fazla aldı. Hata yapacaktı elbet ilk denemesinde. Yeniden aynısından bulamayacağının evhamıyla… Kendisini gittikçe ufalan bir çocuk gibi gördü. Yaşı da boyu da ufaldıkça ufalıyordu. Kasaya geldiğinde, dükkan sahibinin ne uzun olduğunu düşündü. Bakkaldan elmaşekeri alır misali sevinçle paketlenmelerine baktı aldıklarının. Sonra -şimdiden severek- aldı torbasını eline, çıktı dükkandan.“Ne olmuş yani çocuk gibi sevindiysem! Şimdiye dek dökemediklerimi döküyorsam ortaya… O zaman olgunluktu güzel olan, herkesin ‘aferin’lediği, şimdi bu. Sanki çok şey kattı bana suskunluk, olgunluk. Küçükken insanlar benim suskunluğumu olgunluk olarak nitelendirmişlerdi hep, ben de bunu bir marifet sanıp ‘ağır’ oldum. Çok gerek varmış gibi!”Kapıyı açıp keyifle girdi içeri. Ayakkabılarını bir kenara atıp, aldıklarını masanın üzerine koydu. Hepsini yaydı yemek masasının üzerine. Hala çocuk gibi hissediyordu kendini. Giderek artan cıvıl cıvıl bir heyecanla. İçeri koşup, başucundaki gece lambasını aldı. Diğer aldıklarının yanına getirip koydu. Öyle sallapati iş yapılmazdı ki, önce yapacağını şekillendirmesi gerekiyordu kafasında. En aşağı bir kağıtta. Çocukluğunu da masanın üzerine koydu, gitti bir sigara yaktı. Eline aldığı bir kağıt kalemle karaladı, karaladı aklında oturtamadığını. Kafasındakinin belirginleşmesi, oturduğu yerin çizilmiş ve -yazık olmuş- kağıtlarla dolmasına denk geldi. “Olsun”du, sonuçta ne zaman böyle bir şey yapmıştı ki?Çocuklara makas verilmez, almadı şimdilik çocukluğunu olduğu yerden. Aldığı mavi kağıtları kesti ince hesaplar yaptığını sanarak. Gece lambasının üzerini çıkardı, ölçtü, biçti ve mavi kağıtlarını oturttu üzerine. Hala bir problem çıkmış değildi. İş şimdi süslemesine gelmişti. Heyecanını da edindi, küçüklüğünü de… Yaldızlı kağıtları dilediğince kesti; kah yıldız, kah deniz kabuğu… Sonra mavilerden eksiltti onların yerlerini. “Işık çıkmalı içeriden dışarı” dedi. Ve şekil şekil yapıştırdı saçma çocuk düşlerinin yaldız şekillerini maviye. Giderek küçülen bedenine sığmayan sevinci ile…Tekrar oturtup maviyi lambanın tepesine, baktı şehir fethetmiş edasıyla… Şimdi yakmayacaktı. Zamanı vardı elbet… Kaldı lamba masanın üzerinde. Kaçamak bakışlara hedef oldu ara sıra… Olur muydu böyle keyif? Olurmuş… “Boşuna değilmiş sevincim” diye sevindi bir kez daha…Sürprizi kendine miydi, ona mı bilemedi bir ara. Ona ise neden kendisi bunca seviniyordu ki? Gelsindi, yetmezse sevinci, kendininkinden eklerdi onunkine. Gelsindi yeter ki… Bunca zamandan sonra ilk kez, söz verdiği saatte.Bekledi… Beklemelerin kelimelere sığmayacağı kadar bekledi. Her dakikayı bir yıla sığdırırcasına çok çok bekledi. Bekledi…Gece yarısını çok geçe, çocuğun çoktan uykusu gelmişti. Çocuğu yatırdı eskilere, kendisi yaşlı uyanık kaldı… Pencerenin kenarına koyup gece lambasını, bir yaktı, bir söndürdü karanlığa. Gece lambası artık gece feneri…Daha çok beklemedi. Bir daha karşılaştıklarında -karşılaşırlarsa- çocukluğuyla, açıklamasını yapardı elbet onu neden unuttuğunun -ya da gömdüğünün-… Lambayı aldı, kapının önüne koydu. Göz ucuyla, -giderek daha yaşlanan, çoktan ışığı sönmüş gözleriyle- bir kez daha baktı… “Belki de başka renk kullanmalıydım.” dedi… Ona asıl yakışan rengi…