-Saklambaç-Köşe Kapmaca-Kaç kurtul-Yakan Top-İstop-Aspirin-Tetris-Bilye-Seksek-İp Atlama-Öyle bir soru sor ki tek cevabı “evet “olsun-Evcilik-Doktorculuk-Gazoz Kapakları-He-mancilik-Birdirbir-Doğruluk cesaret-Kim kiminle-İsim Şehir-Dokuz Taş-Kutu Kutu-Uzun Eşek-Amiral Battı-Sandalye Kapmaca-Sessiz Film-Elim Sende-Yağ satarım
yorumlar
ya ama bu yoyunlar şimdide oynayıyo kiii:D
ya ama bu yoyunlar şimdide oynayıyo kiii:D
Daha evvelki gece bununla ilgili konuştuk buraya yazayım diye aklımdan geçti.İstop nasıl oynanır konulu panelimiz katılımcıların birbirine girmesiyle sonçlandı.Bir kısmımız(bu kısım benim)topun havada olduğu sürede ebenin bir renk söylediğini oyuncuların o renk bir şey tutması gerektiğini savundu.Diğer kısım olur mu topu atarsın sadece dedi.Şimdilerde oynanmıyor bunlar kuzum.Bilgisayar var,çocuk kanalları var,oyun hamurları var….
Daha evvelki gece bununla ilgili konuştuk buraya yazayım diye aklımdan geçti.İstop nasıl oynanır konulu panelimiz katılımcıların birbirine girmesiyle sonçlandı.Bir kısmımız(bu kısım benim)topun havada olduğu sürede ebenin bir renk söylediğini oyuncuların o renk bir şey tutması gerektiğini savundu.Diğer kısım olur mu topu atarsın sadece dedi.Şimdilerde oynanmıyor bunlar kuzum.Bilgisayar var,çocuk kanalları var,oyun hamurları var….
Çok misket oynamıştım. Mahallenin kapitali olmuştum. Hey gidi günler.
aaaa “don”u nasıl unuttun büyücü?
benim bahsettiğim renkli istopmuş.oyuncunun adı yerine bir renk söyleniyormuş.diğer oyuncular o renk bir obje arayarak vakit kaybediyormuş…
“laklak/lak lak” diye bir ipin ucuna bağlanmış iki adet minik top olurdu ve orta parmağımıza geçirdiğimiz ipi aşağı yukarı sallayınca, o iki top birbirine vurur ve o “lak” sesiniçıkarırdı.arada sırada parmaklarımız da o sert toplardan nasibini alırdı tabii :)pileysıteyşın 3 müç yoktu ve biz istasyoncunluğu birbirimizin bellerine iki elimizi koyarak oynardık…
laklak tüm zamanların en fazla satan oyuncağı olmuştu diye biliyorum mefkud,
çiçoma bak var.güneyde yöresel bir oyun.bir çizgi çekilir yolun bir ucundan diğerine.ortaya yumurtamsı bir taş konur.herkesin düz taşları olur.ebe yumurtamsı taşın ki ona çiço denilir yanında bekler diğerleri bir buçuk iki metre öteden taşlarını yerden sürükleyerek çiçoyu oynatmaya çalışır.sonra çiço oynayınca koşarak taşlarını alıp kaçarlar çünkü o esnada ebe çiçoyu yerine oturtmaya çalışır.ebe sizi yakalasaydı bile bir şansınız vardı hala.kendi düz taşınızı ayağınızın üzerine alıp havaya atıp kapardınız.bu sırada elleriniz taşa sadece yakalamak için değebilir.hey gidi günler.-mansonilized kızım eve gel hadi-ya anne biraz daha lütfen…..
bizim zamanımızda oyunlar mevsimlere göre değişkenlik gösteren bir çizgiye sahipti. 70’li çocuklar sokak çocuğuydu hep zaten. o yüzden mevsimler oyunları etkilerdi.kış oyunları klasik “kar” eğlencesinden oluşurdu. ankara bol kar alırdı ve kışlar çok sert geçerdi. kardanadamımızın 1 ay durduğunu bilirim (hep burnu kaybolurdu genelde nedense?!). kartopu gibi klasik oyunlar bile büyük savaş oyunları halini alır, kartopu yığınları hazırlanır seri atışlarla düşmanlar alt edilirdi. gecekondularımızdan çıkma ucuz kalitesiz bozuk kornişler (perde takılan zımbırtılar eskiden şimdiki gibi plastik değil aluminyumdan olurdu) uçları eğilerek kayak haline getirilirdi. hatta eski kışlık ayakkabılarımıza bir şekilde aynı boyda kornişler hazırlayıp monte eder “buz pateni” yapardık. bazen yazdan kalma “tornet” lerimizi (bu aleti yaz mevsiminde anlatıcam) bozar, tekerlerin yerine korniş takıp modern kızaklar yapardık.ilk bahar oyunları daha çok sokağa çıkıldığından daha keyifliydi. ilk oyuncak sokağa çıkmanın sevinciyle “tel arabalar” olurdu nedense. kırtasiyelerde plastik dandik arabalar ve bunlara takılabilecek uzun teller türerdi hemen. o plastik arabanın tepesine bir delik açıp bu teli geçirirsiniz, arabanın altında teli bükersiniz ki çıkmasın. telin diğer ucunu direksiyon şeklinde bükersiniz, sonra deli danalar gibi bu arabalarla koşturursunuz. 1 haftaya kalmaz tekerleri filan dağılır bunların. Tel arabaları evde kullanamazsınız hem leş gibi olurlar tüm sokağın pisliğiyle (anneden zılgıtı yersiniz), hemde sürat yapamazsınız. araba sevdası biter bitmez gündeme uçurtmalar gelir. şimdiki gibi hazır uçurtmalar nerdeee?! çıtalar alınır, çakılır, defter kabı alınamazsa gazete kağıtları iki kat yapılıp kağıt tutkalıyla birbirine yapıştırılır, çıtalar kaplanır, kuyruk gene eski defter kaplarıyla filan yapılır, annenin kıştan kalma örgülerinden artan ipler birbirine eklenir uçurtma yapılır. en kötü ihtimal şeytan uçurtması yapılır gazeteden. geçen yeğenime yaptım bi tane çok güldü. bunları anlatınca inanamıyorlar zaten nedense. neyse…yazın top peşinde koşturmaktan pek dermanınız kalmaz. zaten genelde başka komşuların bahçelerine dalmak gibi keyifli bir olay varken oyunda oynanmaz. akşama kadar üzerimiz başımız türlü mevyelerin lekeleriyle dolup taşar. kiraz ağacına çıkarsın, elinde naylon poşet olmaz tabi ki. n’aparsın, tişörtünü kanguru tarzı katlar kese yaparsın, kirazı-vişneyi oraya doldurursun. tabi o telaşla ağaçtan inerken filan onlar ezilir. neyse kalan sağlar bizimdir, bir güzel tıkınırsın. ama aynı mevye senin bahçende de vardır zaten. ve fakat bunun kadar lezzetli değildir. eve döndüğünde başka mahallenin çocuklarını aynı iş üzerinde, senin bahçendeki kirazları toplarken yakalar onları kovalarsın. komiktir. bir de bu mevsimde “sapan”lar çok meşhurdur. kuş avlanır genelde bunlarla ama ben bir türlü sevememiştim sapanı. bir tanesi elime patlamıştı belki ondan. sapanlar “Y” şeklinde ağaç dalı babaya kestirildikten sonra, annenin eski bulaşık eldivenini (taşı gerecek olan kısım olarak parmak kalınlığında kesilir) ve eski bir ayakkabının meşin kısmını (taşı atacak olan kısım için biraz genişce ve iki tanı delikli olacak şekilde kesilir) alıp sağlam iplerle montajlanır. güçlü sapanlar için eldivenden çıkarılan lastikler iki veya üç kat yapılır. bunları genelde abiler kullanabilir zira germesi zordur. tornetler vardı sonra. sanayi tipi bilyalı tornetler teker olarak, geniş tahtalara monte edilirdi. ayakla kontrol edilenlerinin yanında kasalı ve ellekontrol edilebilenleri vardı. bir çeşit şimdiki çocukların bindiği akülü arabaların ilkel hali diyebiliriz.sonbahar en pis oyun mevsimidir. yazın tozuna alışan çocuklar aynı şekilde oynamaya devam eder ama biraz çamur olurlar. çamur deyince ilk akla gelen oyun “çivi” dir. yere çivi saplanarak çizgiler çizersin. her oyuncunun kendi çizgisi vardır. diğer oyuncu o çizgilere değmeden kendi çizgilerini oluşturmaya çalışır. salak bişidir. sonra behçelerimizde dökülen yapraklar bir köşeye toparlanır çocuklar tarafından. aileler pek sevinir bu işe, çocuklarımız iş yapıyor diye. ama amaç farklıdır. koşulup bu yaprakların için uçulur ve balıklama atlanır. donuna kadar yaprak girer. akşam yediğin sopa umrunda olmaz, ertesi gün devam edersin oyununa. bir de bu yaprak tepeleri çok güzel sığınak ve siper olur. ne için? “tutu” denilen ve kağıt külah atan borular için. bu borular su borusunun incesidir. içine girecek boyutta külah yapıp, ucunu yalayıp sertleştirirsin. sonra külahı “tutu”nun içine koyar üflersin. makinalı tutu yapılır birde. bir iki veya daha fazla boru birbirine selo bantla yapıştırılır. ama aralarında mesafe olsun diye bu boru aralarına kibrit kutularından “şarjörler” yaparsın. böylece kısa sürede en az iki tane külahı peşpeşe atabilirsin. ben genelde 4’lü ve kısa namlu yapardım malzeme eksikliğinden.işte böyle aklıma gelen sokak oyunları. bizim çocukluğumuz çok eğlenceliydi. şimdiki çocuklar televizyon ve bilgisayar çocuğu. çok üzücü gerçekten…
“Yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım”niye ustam ölmüş? ben çocuğum niye bu yaşta beni ölüm kavramı ile tanıştırıyorsuz? pedagojik yaklaşımınızın içine sıçayım.