bildirgec.org

boşluk hakkında tüm yazılar

BÜYÜK ÇANTALAR

SNT | 09 February 2008 10:51

Sabahları ellerinde mini mini çantalarla (ki içerilerine belki ancak bir telefon ve cüzdan sığabilecek) fıttırı fıttırı yürüyen hemcinslerimi görüp hep hayretle bakmışımdır. Bir insan nasıl olurda bu kadar küçük bir çantayla dolanabilir, ihtiyacı olan herşeyi nasıl sığdırabilir bu küçük şeyin içine diye..

Ben koskocaman çantalar alıyorum, taşıyorum. Dün akşam anladım ki bu durum psikolojik bir bozukluk. Eşyalara “gereğnden fazla” bağlanıp, onlara anlam yükleyen ben ve benim gibi insanların yaşadığı bir durum. İhtiyaç olsun olmasın, sürekli eşyalara bağımlı kalma durumu. Yaş kemale yaklaştıkçada bağlanılan eşyaların sayısı arttığı için, çanta ebatları da gün be gün büyüyor. Artık o kadar benden ki çantamın içindekiler, kıyafetlere uydurmak için farklı rengi ile değiştirirken bile hiç bakmadan boca ediyorum tüm içindekileri diğerine..

Gözlerinin Görmediği

plakton | 07 February 2008 17:26

BEN
Beni bulursan sorarak bulursun. Köşedeki marketin potansiyel içiciler listesine sor. Bir ayağı çukurdakiler listesine. Aradaki sokaklara gir. Bak parklara, deniz kenarına in. Nasıl olsa…
Karla karışığımdır çoğu zaman, yağmurum hiç dinmez. Söylenmiş sözlerle baş başa kaldım çünkü. Biraz… Biraz “acı”yorum… Hep doluyum. Nasıl olsa… Bilmeyeceksin ya…

YAĞMUR
Güz yağmuruydu… Islanmak için aradığım. Herhangi bir yerdeki yağmur bile, ’farklı olsa” bile güzeldir değil mi? Hele hele sonbaharın sarı yaprakları üzerine şöyle bir dokunup geçti ise, daha bir güzel gelmez mi kokusuyla? Hani aynı ağlayan kadın gibi güzeldir diyeceğim ama. Biraz içimi de burkar, zor gelir… Ama yine de güzeldir. Bir de yalnızsam bu yağmurda… Yalnızlık da her zaman güzel midir?

üşüyorum

necronamber | 17 December 2007 03:05

…. saat 17:00 olmuştu kafam halen boştu doldurmak için caddeye çıktım aramaya başladım kendimi hayatımı beni var eden her şeyi ama bulamadım. Birkaç arkadaş beraber buluştuk saat 18:30’da birlikte tarlabaşı’na gitmeye karar verdik. Saat 19:30 divan otelinin arkasında bulunan parkta oturup soğuk havanın tüm gereksizliğini içimize hapis etme kaygısı idi bizimki. Doldurduk beynimizi beyinsizlik üzerine tüm yargıları sildik hep beraber. Amcalarım yine korumaya başlamışlar şahzadeyi ama nafile, kendilerini kollamaktan aciz bir durumda bulunanları başkalarını korumaya hangi kudret yeter ve ihsan ederdi.
İstiklal caddesi’nde galatasaray lisesi’nin önünde durdum kalabalık insan yığınının akışısı seyrettim seyrüsefer içinde herkes ve onları yönelten hisleri
İleri geri derken kendimi buldum tekrar boşlukda, boşluğumda sen vardın seni buldum orada. Elinden tuttum çekmek istedim ikimizi de o boşluktan ama hiçbir şey gelemedi elimden.
Seni düşünüyorum tekrar tekrar bakıyorum fotoğraflarına galata kulesi’ne girdim baktım istanbul’a aşıktım bu şehre, gecesi ise daha başka güzeldi. Buram buram fotojenik kokular sunuyordu insanlara… Bizler zaten fotoğraf olmuştuk bile.
Evime geldim üşümeye başladım donuyordum, kendimi ısıtmak için her şeyi yaptım ama olmadı halen üşüyordum. İçime girdin taaa derinlerine ama yine de olmadı, üşüyordum. Kalktım ve saçmalamaya başladım tekrar sensizliğin içinde…
(03:08) beni yok edecektin ama hala ben buradayım.

Onuncu Köy

Dejavuu88 | 30 November 2007 11:45

Boşluk dedikleri bu mu?
Hislerimi nerede kaybettim ben,
Kime emanet ettim ruhumun bandajlı duyumsayışlarını.
Hiçbir bakışın ısıtamadığı iklimlerde ateşlerde yürüdü yalın ayak duygularım.
Başa sarıyordu her şeyi, kendini tekrarlayan kuşağın birbirine benzeyerek farklılaşacağını bekleyen insanları. Ait olamadım, yol ayrımlarında “garip” sediler hep. Benim ruhumdu gölgesiz suretler senfonisinde sahnede dans eden ve bendim mızıka sesine tav olan, bülbül sesinde serenata tüm sözcükleri harcayan. Bulutlara dur diyen yoktu, bende hızlı saydım seneleri. Düşündüğüm hep birkaç durak sonrasıydı ve hep onuncu köye gönderdiler beni.
Deniz fenerime yaslandım,ışığımdı ve bir gün herkesi kıyımda buldum.

YÜKSEK DAĞLAR DUMAN’LI

cpgulen | 23 November 2007 16:30

Of of hafif’ te olmak bu kadar pahalı olmamalı.
Bazen burada olmak kendi kendimi sorgulamama yol açıyor.ben bu yazıyı beğenirim ,sen o…kime ne ben burada kendime göre üstat,,kendime göre sırdaş,kendıme göre ayyaş görebilirim kişileri kime ne ….
eleştiri denilen sınırların kişilerin özel kullandığı hitapları sorgulamak mı olduğunu bilemedim….
yoksa alışılageldiğimiz’’ güzel’e,iyi ye sataş ki primin artsın ‘’bu yolda mıyız hala..
hafif’in özel bir paylaşım sitesi olduğunu düşünüyor..ve bunun kimse veya hiçbir şey için değişime uğramasını istemiyorum.
Bana göre Mefkud,unc,nevda.,wass,konu hakimiyetleri ifade tarzları farklı ve güzel ve ismini zikretmediğim unuttuğum bir çok hafif’ten tanıdığım güzel insan var burada olmalı da …
dostlar da burada dosthanı’da …
niye içimizdeki bu hazımsızlık. Kişileri karalamak…
Dünya’ da yaşanan problemleri bir dönüp baksak olmaz mı!Küresel ısınma, ailelerin çöküşleri, susuzluk, açlık,uyuşturucu illeti,parasızlık,deprem,sokakta yaşam mücadelesi veren insanlar ,evsizler,özürlüler,eğitimdeki lüzumlu ve lüzumsuzlar…
bunlar gibi yüzlerce problem sayabilirim,sayabiliriz.
Zaten’ yüksek dağlar da her zaman kar olmaz mı?
Lütfen bırakalım;
Eleştiri yaparken yapamadığız, kazanılması zor meziyetleri takdir etmesek te eleştirilerimizin dozunu ayarlı yalım.
Şimdi eminim bu yazı da ne böyle diye eleştirebilirsiniz,buyurun;
Gardımı aldım bekliyorum…

Yazı Yazmayı Çok Küçükken Öğrendim

Ege | 23 October 2007 12:10

Merhaba;
Ben sıradan bir insanım. Sıradanlığı sıradışı yapmaya çalışanlarla mücadele edecek kadar sıradanım. Mücadele etme şeklim de sıradandır benim; onların tanımladığı “sıradışı sıradanlığa” sığan laf oyunları yerine, kafalarına taş atmayı yeğlerim. Kelimelerle saldırdığım olsa da bazen, lafı ne yapar eder kaba kuvvete getiririm. Romantik de değilim ben. Sıradan insan romantik olmaz. “Ben senin benim seni sevdiğimi bildiğini biliyorum” bakışından başka bir şey bilmem. Oyunuma gelenle evlenir; hayatının kalanında ona baktığım nadir anlarda da bir şey ifade etmem bakışlarımla. Boş bakmayı severim. Boş bir adamım ben aslında. Boşlukları doldurmaya çalışanlara silah doğrultacak kadar boşum. Boş yere öyle hırslanırım ki “o adam nereye ateş ediyordu” diye sayıklarsınız boş anlarınızda. İçimi boşaltmak için yazı yazdığım zamanlar olsa da, yazdıklarıma anlam yüklemem. Saçmalarım. Saçma bir hayatım var aslında. Pompalı tüfekten çıkan sayısız saçma gibi her bir tarafa saçılmış, sayısız hobim var. Hiçbirini tam yapamıyorum ve başarısız olduğum anda da saçmalığa sığınıyorum. Sığınmayı seviyorum. Lider olmak yerine sıradan bir grup üyesi olmak ve sadece verilen göreve (hani şu katma değeri düşük olanlardan) odaklanmak çok basit. Basit güzeldir. Ben güzel olan her şeyi severim. Çiçekleri severim, sıradan kar tanelerini severim, çimlere boş boş bakmayı ve hâttâ (!) güzel kadınları severim. Bir süre sevsem de çabuk bıkarım çünkü mânâlar yüklenir, boş ve sıradan sevgime. Her şeye bir anlam yüklemeyi sevmem. Şair zırvasıdır bunlar. Şairler sıradan veya boş değildir. Sevmem onları ve yarattıklarını. Şairler güzel de değildir. Güzel şairler vardır elbet ama ben istisnaları da sevmem. İstisnalar sıradan değildir; onları görmezden gelirim. Görmezden gelerek, her sorunun üstesinden gelirim. Genelde işe yarar. İşe yaramazsa, bu durumun bir istisna olduğunu söyler ve yine görmezden gelirim. Sanırım yine sonsuz döngüye girdim. Sonsuz döngülerden nefret ederim.

Ve Tanrı bir gün kelebekleri korumaktan vazgeçer…

serbestvezin | 03 October 2007 18:00

Dışarıda farklı bir şeyler arayan çocuk, hevesini kırmak isteyen büyüklere inat koşar durmadan. Gördüğü her yeni şeye yeni isimler gereklidir. Kabullenmeler olmadan konuşabilmek en büyük özgürlüğüdür çocuğun. “Sistem” ise bir köşeden izlemektedir çocuğu, geçeceği yollara büyük boşluklar koyar. Çocuk bilmez bu boşlukların anlamını, yolu daraldıkça korkmaya başlar. Yürümek imkansız olmuştur artık ve bir daha hiç çıkamayacağını bilmeden bırakır kendini boşluklardan birine.

Biraz Sessizlik

spinodal | 23 August 2007 15:36

Hafif camiasında bir yeniliğe imza atmanın mutluluğunu yaşıyorum. Siz şu anda bu yazıyı okurken, yazının konusu oluşturan müzik parçasını da size dinletebiliyorum. Bu hizmeti size ulaştırabilmemdeki en büyük kolaylığı bana, parçanın bestecisi olan John Cage sağlamaktadır.
Amerikalı besteci John Milton Cage Jr. (1912–1992) enstrumanların alışılmışın dışında kullanımları, elektronik müzik ve rastlantısal müzik (chance music-en uygun Türkçe karşılık bu gibi geldi) konularında bir öncüymüş. Aynı zamanda filozof ve yazar olan John Cage 1952 yılında dört dakika otuzüç saniyelik bir beste yapmış. Bestenin adı da 4’33”. (Daha önce hafif’te adı geçmiş ve -şu anda bağlantı çalışmasa da- bağlantı verilmiş ama kendine ait bir yazıyı hakettiğini düşündüm bu bestenin.)

John Cage
John Cage

İlk olarak piyano ile icra edilse de beste aslında her türlü enstrumanla icra edilebilir bir yapıdadır. Çünkü tamamıyla sessizlikten oluşan üç bölümden ibarettir. Bu üç parçanın uzunluğu icra edenin kendi kararına bırakılmıştır. Aslında parçanın tamamının uzunluğu da icra edenin kendi keyfine kalmıştır. Besteleri kendi egosundan etkilenmesin diye beste yaparken tarot kartlarına baktığı yönünde söylentiler olan biri için bu yaklaşım oldukça normal.