Her egemenlik biçimi, her sömürü düzeni kendi kurumlarını yaratır. Bugün nasıl MGK bir 12 Eylül kurumu olarak ülkeyi yönetiyorsa, YÖK de üniversiteleri kontrol etmenin aracı olarak varlığını sürdürüyor.

12 Eylül öncesinde toplumsal muhalefetin önemli dinamiğini oluşturan üniversiteler faşist darbenin en önemli hedefleri arasındaydı. Üniversitelerin başına öyle bir bela sarılmalıydı ki; ne bilimsel eğitim olsun, ne sorgulayan araştıran bir gençlik, ne de bilim adamı onurunu taşıyan öğretim elemanları… İşte bu belanın adı 6 Kasım 1981 doğumlu YÖK‘tü.

YÖK‘ün üniversitelerinde meydana gelen şu “bilimsel” vakalar bize 12 Eylül’ün üniversitelerde yarattığı erozyon hakkında bilgi verebilir.

* 12 Eylül faşist darbesininlideri Kenan Evren’ebirçok üniversite doktora unvanı verdi.

* Bazı öğretim görevlileri derslere 12 Eylül generallerinin bildirileri ile başladı.

* Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okutulan bir ders kitabında beynimizin bir bölümünde iman ve dua gibi bölümlerin olduğu iddia edildi!

* Dört yarı yıl olmasına karşın 102 kişinin tezi iki yarı yılda kabul edildi.

* 1988’de YÖK tarafından kurulan MYO’ ların kırk dördünde müdürlük görevi yapanların hiçbirinin akademik unvanı yoktu……vs.

İşte YÖK tipi demokrasi!

YÖK’ün ilk icraatı binlerce öğretim görevlisini ve binlerce öğrenciyi üniversitelerden atmak oldu. Böylece üniversiteler emir komuta zincirinin bir parçası oldu. Rektörlerin seçimi, öğretim görevlileri yerine YÖK tarafından belirlenen adayların arasından cumhurbaşkanınca atanması sistemi getirildi. Öğretim görevlisinin seçtiği altı adayı üçe indiren YÖK, bunları cumhurbaşkanına sunuyor, böylece altıncı sıradaki bir kişi bile rektör olabiliyor.

YÖK, ” tek dil, tek ırk, tek din” kafatasçı, asimilasyoncu zihniyetinin üniversitelerdeki uygulayıcısı olmuştur. Üniversitelerde bilimsel araştırmalar yerine Türk ırkının yüceliğini “ispatlayan” tezler üretilmiştir. “Atatürk ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, manevi değerlerini taşıyan; aile, ülke ve millet sevgisiyle dolu, TC devletine karşı sorumluluklarını bilen…” bireyler yetiştirmeyi amaçlayan YÖK; çizginin dışına çıkanları da soruşturmalarla, polis-ÖGB terörüyle kontrol altına almaya çalıştı/çalışıyor.

Dolayısıyla, YÖK’ün önemli hedeflerinden birisi de üniversite gençliğini çeşitli baskı araçlarıyla disipline etmek oldu. Bu disipline etme bir yönüyle soruşturmalardır, gözaltılardır, okuldan atmalardır, tutuklamalardır. Soruşturmalar sonucunda yüzlerce öğrenci okuldan uzaklaştırıldı ya da atıldı. Okullar sorgu odalarına, dönüştürüldü, yüzlerce öğrenci gözaltına alındı, tutuklandı. Üniversiteler polis-ÖGB tarafından işgal edildi. Geçtiğimiz aylarda getirilen yeni bir uygulamayla artık polisler üniversite yönetiminden izin almadan da okullara girebilecek. Faşist disiplin yönetmeliklerine göre öğrencilere sadece okul içinde değil okul dışında katıldıkları eylemlerden dolayı da soruşturmalar açılabiliyor. Böylece kampüste polis-idare-sivil faşistler aracılığı ile baskı altında tutulan gençliğin dışarıdaki yaşamı da YÖK kıskacına alınıyor.

YÖK’ün diğer bir hedefi ve işlevi de gençliği, “piyasa”nın gereklerinin hakim kılındığı bir eğitim sistemi ile para kazanma hırsı, kariyer gibi maddi amaçlar peşinde yaşamını şekillendirmeye yöneltmesidir. Bugün üniversiteler bilim üretmenin değil daha fazla para kazanmanın aracı olarak görülür.

Yıllardır kimliği reddedilen, asimilasyona uğrayan ve diline kelepçe vurulan Kürt gençliğinin anadilde eğitim talebine yönelik en azgınca saldıranların başında da YÖK geldi.

Üniversite değil ticarethane

Bilimsel eğitimin giderek zayıfladığı üniversitelere ayrılan ödenek her geçen gün daha fazla kısılmaktadır. Silaha ayrılan payı hiçbir koşulda kısmayan egemenler, bütçeden eğitime çok cüzi bir miktar ayırmakta. Ödenek sıkıntısı nedeniyle bilimsel araştırma yapamayan üniversiteler adeta yüksek lise konumuna düşürülmüştür. Kamu üniversitelerine ödenek bulamayan devlet, vakıf üniversiteleri için arazi temin etmekte, kredi olanakları sağlamaktadır. Öyle ki devlet üniversitelerinin düştüğü durumu gören sermaye patronları “bilimsel araştırmaları” ve kadro ihtiyaçlarını kendi kurdukları vakıf üniversiteleri aracılığı ile karşılamaktadır.

Neoliberal politikaların bir yansıması olarak bugün gençliğin karşısında duran en önemli sorunlardan birisi de üniversitelerin özelleştirilmesi girişimleridir. YÖK Yasa Tasarısı bunun önemli bir parçası. Sermayenin temsilcisi olan YÖK bu tasarı ile her yıl artırılan haraçları astronomik boyutlara çekmeyi planlıyor. Üniversiteleri piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırmayı hedefleyen tasarıyla, üniversite eğitiminden devletin desteği ve güvencesi büyük oranda çekiliyor. Gençliğe “paran kadar oku” deniliyor.

Tasarı ile birlikte daha önce sermaye ile ilişkilerini döner sermaye ve kurdukları vakıflar aracılığı yürüten üniversite yönetimleri, kurulacak “işletme hesabıyla” açıktan sermayeye çalışmaya başlayacak. Yani kelimenin gerçek anlamıyla üniversiteleri ticarethaneye çeviren bu tasarının mimarı da YÖK’ten başkası değil.

Kurulduğu günden bu yana generallerin ve 12 Eylül anayasasının en büyük destekçisi olan YÖK daha sonra da hizmette kusur etmedi. 28 Şubat darbesinin açık destekçiliğini yapan YÖK, “Türk üniversiteleri, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşumu anlamına gelebilecek herhangi bir şeyi milli varlığımıza yönelik bir tehdit olarak görmekte” diyerek, olası bir savaş durumunda devletin alacağı kararı destekleyeceklerini ve böylece düzene olan bağlılığını bir kez daha teyit etmiş oldu.

YÖK 21 yıldır sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda üniversiteleri yapılandırmaya çalıştı. Üniversite gençliği ise her 6 Kasım’da soruşturmalara, göz altılara karşın YÖK’e karşı tepkisini haykırdı, özerk-demokratik üniversite talebini dillendirdi. Her geçen yıl YÖK’ün meşruiyeti daha fazla tartışılıyor.