Okul çıkışımızda oradaydı…Mahallemizde, ‘anne biz aşağıda oynayacağız’ deyip izin aldığımızda -aşağıya inince muhakkak onu göreceğimiz ve kaçınılmaz olarak alışveriş yapacağımız düşüncesiyle, ihtiyattan- annemizden muhakkak harçlık aldığımızda biz çocukları mahçup etmezdi, kesin geçerdi oralardan…Kim mi?Tirmisçi…Bir amcamız vardı Antalya’ mızda tirmisçi idi, Antalya o dönem bu kadar kozmopolit, kalabalık değildi. Hatta rahatlıkla taşra denilebilirdi.Dolayısı ile tirmisçi amca hep aynı şahıstı, okullarda, mahallelerde gezer: tatlı tuzlu tirmiiiiiiiiis diye acayip gür bir sesle bağırırdı. Tatlı tuzlu kısmını yıllarca anlayamamıştım çünkü çok hızlı söylerdi bu kısmı, tirmis kelimesinde ise yukarıda belirttiğim gibi uzatarak söylerdi. Bu konuyla araştırma yaparken şuradaki yazar arkadaşlardan öğrendim o anlamadığım kısımda tatlı-tuzlu imiş anonsun ilk kısmı. (Bu arada bu yazar arkadaşların yorumlarını okuyunca da eski akrabalarımı bulmuşcasına gözlerim yaşardı, aynı şeyden, aynı şekilde bahsediyoruz çünkü)

Eğer anneniz nohut haşladığında, artan nohut olduğunda bunlardan tuzlayıp yediyseniz bir nebze ne demek istediğimi, tirmisin tadını anlamaya yaklaşabilirsiniz, ama tirmisin tadına yine de yaklaşamazsınız.Bir külah bile yeseniz, karnınız davul gibi şişer, sular içersiniz sabaha kadar…Ama özlersiniz, çekirdek bağımlılığı gibi, yok gibi değil aynen öyle…Yıllar geçti, tirmisçi amca kayboldu…Bundan iki yıl önce -Antalya’ yı bilenler bilir- Portakal Çiçeği Bulvarı’ nda dolmuşların geçtiği hattın üzerinde bir eski kahvehane var, onun önünde tirmis bisikletini buldum (malum seyyar satıcı, bisikletin üzerinde kocaman kare cam kabın içinde satılır) ve hemen durup iki kilo aldım…Ama bizim amca değildi, şimdiki sahibi de onu tanımıyordu…O görüş bu görüş oldu, iki yıldır Antalya’ nın hiçbir sokağında rastlayamamamıştım.Tüm arkadaşlar, aile fertleri alarmda gören telefon açacaktı, ama haber hiç gelmedi.Ta ki, geçtiğimiz perşembe pazarda malum sebze-meyve alışverişi yaparken tezgahların arasına sıkışıp kendine ancak ayakta durabildiği hacimde bir yer bulmuş bir adam gördüm, önünde kocaman beyaz plastik kaplar…Salamura birşeyler var herhalde diye öylesine bir göz attım ve ne göreyim, tirmis!Kelime şu; – tirmis mi? Ciddi mi ? Hani bu kelimeyi kendi kendime konuşmayıp, adama cidden sorunca adamcağız duraladı;- he kızım, tirmis diyolar buna, bizim çocuklar alagomuş, bitmedi gitti, götürem dedim pazara da satem de bitivesin gari…-ben alırım amca ayıp ediyorsun, ama iki bidonu birden alamam, sen üç kilo çekiver bir zahmet…resmen turşu gibi kavonozlara doldurumdum bir özenle, kendi suyunu da üzerlerine ilave ettim, biraz da yedim, ama sanırım bir süre bu miktar ile yetinip, rezervlere asla dokunamam!Ne yapayım, altın değerinde şu an bu tirmisler benim için…(bu arada; Konya’ da termiye adı le bilinirmiş, genel olarak da yahudi baklası-acıbakla ile de bildiğine rastladım)