Yazmak istediğim konu, çalışan kadınların evlerinde eşleri ile rol paylaşımı iken bu bana, iletişimsizliği mi çağrıştırdı ki konuya buradan girdim bilemiyorum.Hayat erkeğe ve kadına farklı sorumluluklar yüklemiş. Gerçi hayat mı yüklemiş, toplum mu bunu, bu düzene getirmiş, tartışılır. Erkek evinin ve ailesinin geçiminden sorumlu iken, kadın evin temizliği, düzeni eşinin ve çocuklarının bakımı, onların beslenmesinden sorumlu olur hale gelmiş. Türkiye’de kadının iş yaşamına katılımının % 25.4 olduğu dikkate alındığında, çalışarak eşine maddi destekte bulunan bu kadınların ne kadarına evde eşi yardımcı oluyor ya da kaç erkek var ki eşinin üzerindeki yükün farkına varıp onu takdir edebiliyor merak etmeden geçemiyorum. Kadınlarımızın belli bir yaştan sonra baş gösteren sağlık sorunlarının ve bozulan psikolojilerinin, zamanında yıpranan sinirlerinin ve yorgun düşmüş bedenlerinin sonucu olduğunun bilincinde olan erkek sayısı kaç?Aynı saatte eve gelen eşlerden biri iş dönüşü oturup TV izleyerek aynı zamanda dinlenirken bir diğerinin akşam yemeğini hazırlamak için koşturması bir taraftan da gecikmiş bir diğer işle ilgilenmesi adil midir?Yemek sonrası sofrayı toplayıp bulaşığa girmesi ardından da yıkanması gecikmiş çamaşırları makineye atıp, ütü yapması, ve oldu ya yapmadığı takdirde de bir Pazar günü eşinden yıkanmayan çamaşırlar, dikilmeyen düğmeler yüzünden suratına tokat gibi çarpan “her şeyi benim mi söylemem gerekiyor, sen bilmiyor musun?” gibi içerisinde bu senin görevin, yapacaksın anlamı taşıyan bu söze içerlememesi mümkün müdür?Şimdi soruyorum; Kadın bu ve benzeri sözleri hak ediyor mudur? Eşit şartlar da çalışan eşlerin görev dağılımı bu kadar dengesiz mi olmalıdır? Kendine zaman ayrılmasını ve hayatı renkli yaşamayı arzulayan bir erkek biraz dışarı çıkalım (sinema, tiyatro, yürüyüş, alışveriş vs. için) diye bir teklifte bulunduğunda, kadının dinlenmek ve bir sonraki iş gününe daha iyi başlaması için harcaması gereken süreyi, yapılması gerekli bir takım işlerle geçirmesi dolayısı ile kocasına eşlik edecek enerjisi ve isteği kalabilir mi? Ondan sonra kopuk ilişkiler, başına buyruk ve eşi yerine başkaları ile eğlenmeyi tercih eden bireyler, bir şeyleri düzeltmek adına emek verip sonuç alamadığında ne halin varsa gör anlayışı ile hareket eden eşler ve sorunlu çocuklar baş gösterdiğinde suçu kimde aramak gerekli? Ama kadın dediğin mükemmel olmalı, anlayışlı, özverili, cesur, fedakar iş hayatında dimdik ayakta durmalı gayet mesafeli, evinde gün boyu yaşanan strese rağmen güler yüzlü, işini eksiksiz yapan temiz, titiz, kocasının ve çocuklarının giyimine, beslenmesine ve bakımına gereken özeni gösteren demi ama.Ben bu işin içinden çıkamadım bazı şeylere göz yumup başa gelen çekilir demek mi, bazılarının gözünü açmak mı doğru olan. Gün boyu evde olan bir ev hanımı, akşama dek yeteri kadar çalışıp yorulan kocasından zor durumda kalmadığı sürece zaten bir iş beklemez. Bu bilinçle eşlerini yalnız bırakmayan erkeleri tebrik ederken ev işi yapmanın erkekliğine gölge düşüreceğini düşünen geri zihniyeti şiddetle kınıyorum.
yorumlar
Çok doğru ve haklısın. Benim annemde dediğin gibi iş, ev vs.. herşeyde çalışıyor. Ve hiç çaktırmasamda onu hayretler içerisinde seyrediyorum. Onun %10 kadar çalışsam şu anda Dünyanın bir kısmına hükmedebilirdim:)
Evet sonuna kadar katılıyorum
ben artk otomatiğe bağladım. kimseden bir şey beklemiyorum… yapacak insan düşünür yapar… yoksa söylen dur nereye kadar?.. insanın içinde olacak, içinden gelecek…. sağol guddicini… iyi parmak basmışsın….
makaleci ile parma bu konuda uzmanlar. Onlar varken bizim ahkam yazmak ne haddimize? Bu ne cüret efendim
@lorienn aslında ben kendimi biraz daha şanslı buluyorum çünkü eşim bana elinden geldiğince yardımcı.Burda yetiştiriliş de çok önemli,fakat bir çok arkadaşım bu konuda çok rahatsızlık duyuyorlar.Hem iş, hem ev derken çok yoruluyorlar…..
@acustic eski jenerasyon daha dayanıklı,bizler onlar kadar yetenekli değiliz. Onların hızına yetişmek biraz zor @Teşekkürler zeyynep.
toplum ve hayat gibi iki neden sunmuşsunuz kadınların rollerine. “hayat” diye bir şey yok. niye yok, çünkü biz insanlar, iradesine saygı duymayı öğrenemeyen insanlar, kendi dışımızda gelişen her olayı “hayat”, “kader” gibi isimlerle anıyoruz. hayat, ya da kader diyip geçiştirmesek, bu konularda bizim de payımızın olduğunu göreceğiz. ne kadar irademiz dışındaysa bu hayat deyip boşladıklarımız, o kadar da irademiz içinde. çünkü hayatın bizi yönetebildiği derecede biz de hayatı yönetebiliyoruz. “toplum” da yok, bakmayın. toplum toplum diye sarıldığımız, bazen arkasına saklandığımız, bazen nefret ettiğimiz şey aslında çok sanal. toplumun her bir bireyi, her bir birimi kendi içinde farklılıklara sahip çünkü. her bir bireyin “toplum” denen sözde ortalamayı değiştirmede sözü geçiyor çünkü. her biriminin anlayışları farklı, her biriminin topluma bakışı farklıdır toplumun. kendini tanımlamada bile acizdir toplum o yüzden. ama toplum diye bahsettiğimizde sanki böyle bir herkes tarafından kabul edilen ya da edilmesi gereken doğruların objektif bir ortalaması, bir seçilimi varmış gibi düşünüyoruz istemeden. çokluğu ve çok boyutlu çeşitliliği tek bir kelimenin içinde ifade etmeye çalıştığımızdan, sanki herkesin üstünde duran tek bir kişiymiş gibi geliyor toplum, fark etmeden. toplum’un, genel geçer ahlakın ve yazılı olmayan kuralların var olduğunu sanmadan yaşasa insan, kadın, erkek, o zaman toplum’un tanımının sakatlığından kaynaklanan sorunlar yavaş yavaş ortadan kalkıyor. erkek eve geliyor, kadın ev işi yapmamış… -neden yapmadın? -canım istemedi. ama senin yapman lazım. -neden? toplum mu öyle istiyor? -toplum ne ki? yok öyle bi şey. -bugün sen yap, yarın ben yaparım.”toplumsal cinsiyet” derler, bir kavram vardır, bilir misiniz? konu tam olarak o konu. eğer toplum olmazsa, eğer toplum olgusunu etkin bir şekilde reddedebilirsek, toplumsal cinsiyet de olmaz. kadın ev işi yapmak zorunda değildir o saatten sonra, erkek evin geçimini sağlamakla yükümlü değil. erkekle kadının tek farkı fizyolojik cinsiyettir orada. pembe kadınların, mavi erkeklerin olmak zorunda değildir. kadınlar nesne olmak zorunda değildir, erkekler özne olmak zorunda değildir. ama söylediğim gibi, bu noktada önemli olan, toplum olgusunun varlığını sorgulayabilmek. cinselliğin ve cinsiyetin üzerine giydirilen, bol gelen o kültür giysileri çıkar o zaman. sadece doğal olan cinsiyet kalır.
bende@guddicine’ye katılıyorum çok haklı kadaınlarımız her zaman hep mağdur olmuşlardır.
@ers Bu kadınların ki kader değil gerçek.Kaynana, koca, çocuk, ev, iş derken kadınların Bakırköy ruh ve sinir hastanesine gittiklerini biliyormusun?.Oradakiler doğuştan değil % 90 bu saydığım sebeplerden ve nedenlerden dolayı ordalar….
e ben de aynı şeyi söyledim zaten. ama sorunu “kadınlar ev işi yüzünden eziliyor” şeklinde sığlaştırmayı uygun görmüyorum. sorun kadının olduğu kadar erkeğindir, fakat sorunun içinden çıkacak olan kişi kadındır. çünkü pasif olan, pasif görülen, pasif tutulan, özneleştirmekten kaçınılan nesneleştirilen, çoğu zaman kendini nesneleştiren(seks nesnesi, güzellik nesnesi, namus taşıyıcısı ve daha niceleri) kadındır. sızlanma ve ezilen psikolojisine saplanmak kadının dostu değil, düşmanıdır. güçlü olmayı ve aktif olmayı seçmeli kadın.
haklısın @ers
Guddicini, harika yazmışsın.Yetişmiyor hiçbir şey.Eşim sağolsun yardım ediyor.Ama nereden baksanız, kadının eli değmedikçe yolunda gitmeyen bir çok şey var.Bir de kadında Allah vergisi bir sabır ve direnç var.Bir düşünsenize, hastalandığımızda bile, kaçımız o yatağa yatabiliyoruz hiç kalkmadan?Erkekler bu konuda daha rahat, işten eve gelince kendilerini önce bir koltuğa atarlar.Bizim öyle bir lüksümüz yok, hooop doğru mutfağa.Özellikle benim gibi çocukları ufak olanlar için, bir çok şey daha da zorlaşıyor.Aynı anda hem kadın, hem anne, hem iş kadını olmak, haliyle yıpratıyor.Mutlaka ihmal edilen bir taraf oluyor.Bu duygunun verdiği gerginlikle, sürekli birşeyleri yetiştirme, aksayan yönleri düzeltme çabası, kadının mükemmeliyatçılığından kaynaklanıyor.Aslında bırak dağınık kalsın demek lazım ama olmuyor.Bir şey yolunda gitmediğinde, kendimi yanardağ gibi hissediyorum.
@pharma aynı benim annem gibi konuştun. O olsa senin gibi aynı şeyleri yazardı. Senin çocukların büyüdüğü zamanda büyük ihtimalle benim gibi olur:))Ben küçüklüğüme dönsem; ailemin bana piyano, yüzme, satranç kurslarına vermesini isterdim. Ve çocuğun bir gün küpe takarsa kızma olur mu?
Şimdiki aklım olsaydı,hem dışarıda çalışıp hemde evde köle gibi çalışmazdım.Böyle bir çalışmanın mükafatı yokkkkkkkcezası varmış.
Sen fırçayı yemişsin galiba bu küpe olayı yüzünden @acuistik 🙂
Çocuklarımın en büyüğü henüz 5 yaşında.Ama eminim ki gelecekte anne babaların endişeleri daha da büyüyecek çocukları hakkında.Keşke o kulağına küpe taksa da benim de kafama takacağım tek şey toka olsa:))
Evet @zeynep hem fırçayı hem şamarı yedim. Ama üniversiteyi uzak bi yer kazanınca akabinde pearcing de geldi. Artık kurşun işlemez bize. Koskoca adamlar olduk.
Biliyor musun henüz dün gibi, üniversiteyi kazanıp da özgürlüğe kanatlarımı açtığım, kulaklarımı kevgire çevirdiğim yıllar.Bir de kendim delmiştim dikiş iğnesiyle:)))Ne zaman üniversite bitiyor, iş hayatı başlıyor, çevredeki köpek balıklarıyla dev bir mücadele içerisinde buluyorsun kendini, üniversitedeki sosyal yaşam hatta bazı özgürlükler dahi, kısıtlıyor kendini ister istemez.Falso vermemek, patronla olan iş ilişkileri, hesap vermek zorunluluğu ve aynı ortamda bir de evli olan kimselerle birlikte çalışıyor olman.Daha düzenli bir hayata geçiyor, terfi edebilecek miyim, faturalarımı ödeyebilecek miyim kaygısına düşüyorsun.Sonrasında evlilik geliyor, biraz daha hayata bakış değişiyor.Çocuk da eklenince, çok şeyler değişiyor hayata bakış açın daha da genişliyor.Annem gibi konuşacağıma kimse beni inandıramazdı.Hayat kendi paranı kazanmaya başladığın an değişiyor gözünde.Sen dedeğişeceksin.Ama şu günlerin özgürlüğün en dorukta en tatlı yaşandığı yıllar.Ağır bedeller ödememek kaydıyla.
@pharma naptın ya, iki dakikada çoluk çocuk sahibi yaptın beni:) Sölediklerinde hakılısın ama zengin olmadan evlenceğimi zannetmiyorum:)
Ayyy @acustic sen çok yaşa..Zengin olmadan evlenmek yok, hay allah bu nasıl bir duygu .Karşı tarafı satınmı alacaksın?
Bende yıllardır çalıştım. Çoğu zaman eşimle birlikte eve girerdik. Eşim hemen uzanıp YEMEKTE NE VAR HANIM diye seslendiğinde hemen günün menüsünü sıralıyordum ZİFT ve PEK yani ZİFTİNPEKİ
Zikkimin koku diyelim daha kibar olsun