bildirgec.org

peripetty

11 yıl önce üye olmuş, 11 yazı yazmış. 455 yorum yazmış.

RENKLİ İSTOP

peripetty | 15 November 2007 10:09

Çocukluğumun en eğlenceli oyunudur renkli istop.Mahalledeki bütün çocuklar çember olup ne çok eğlenirdik. Hele de söylediğimiz abuk sabuk renklere ne kadar gülerdik.

Şimdi sokaklara bakıyorum da ne istop var, ne de yerde çizili duran seksek. Bizim seksek çizgimiz yerde hep hazır olurdu. Okuldan çaldığımız tebeşirlere ne çok sevinirdik. (Renkli getiren olunca onu ödüllendirirdik) Apartmanın merdivenlerinde evcilik oynardık. (Bütün oynucaklar çıkardı evlerimizden) Onları biz dağıtır yine biz toplardık:) Kimse kızıp, şikayet etmezdi. Şimdi apartmanınızda kaç kişiyi tanıyorsunuz? Ya da kaç çocuk birbiriyle arkadaş?

AH O FOTOGRAFLAR:)

peripetty | 26 October 2007 14:32

Biliyorsunuz arkadaşlar dün kızgınlıkla yazdığım yazımı. Hepinizin yorumları için tekrar teşekkür ederim. Ama dün akşam öyle birşey olduki buradan dile getirmek istedim. Dün akşam kızgın olduğum erkek arkadaşımın tesadüfen cüzdanını açması anında birde baktım ikimizin resmi yanyana. Ama bunun bilinçli yapılmamış birşey olduğunu bildiğimden çok mutlu oldum. Ve yine sinirim hemen geçti gülücükler saçmaya başladım. Düşünsenize en sevdiğiniz ve sizin fotograflarınız yanyana. Bunun benim için anlamı çok büyük. Birçok şeyin simgesi. O fotograflar yanyana konduğu zaman ne çok anlam ifade ediyormuş meğer bizim için:) Evet biraz kırılmış olsamda sevmek,sevgiyi yaşamak dünyadaki en güzel şey bence:)

OFFFFFF

peripetty | 25 October 2007 18:59

Bugün çok canım sıkkın. Hiçkimselere anlam veremediğim birgün yaşıyorum. Hani canınız sıkkın olduğunda herşey üst üste gelir ya aynen öyle birgün işte. Şimdi kapıdan çıkıp kendimi sahile atmak istiyorum. Kimseler olmasın rüzgarın esintisi olsun sadece birde çay. Siznle paylaşmak isterim. Neden insanlar çok bencil? Ya da neden birinin iyi niyetli olduğunu anladığında insalar emrivakiler yapar. Bende eğer çok sevdiğim biriyse bütün işimi gücümü bırakır giderim. Ama ona sıra geldiği zaman kavga kıyamet. Anlıyacağınız arkadaşlar bugün beni çok üzen bir olay oldu. Yaptığım süprizlerin birdeğeri kalmıyacak çünkü ben yarını bugün yaşayamam maalesef. Ama yinede seni çok seviyorum. Kitabımı almadığın içinde kızmadım. Alışkınım zaten her işimi kendim yapmaya….

TULUMİ

peripetty | 10 October 2007 11:58

Bildiğiniz üzere her yörenin kendine has örfleri , adetleri , gelenek ve görenekleri , halk oyunları vardır.

Türkiyem’de , benim güzel yurdumda her yörenin öfr , adet,gelenek ve görenekleri ,halk oyunları güzeldir tabiki.
Ancak ben bugün Karadeniz’in tulumundan bahsetmek istiyorum.
Öyle bir sestirki tulumun sesi, isterseniz çok hüzünlü çıkar, ya da sizi yerinizde birdakika bile oturtmayacak bir hal alır:)
Horonların anasıdır.Genellikle oğlak (çebiç) derisinden, hayvanın gövde kısmı kesilerek, derisinin temizlenip, delik yerleri bağlanıp, ön ayaklardan birine lülük (boru), arka ayak-larından birine de nav takılarak yapılan ve lülükten şişirildikten sonra, sıkışan havanın nav içinde bulunan çimonlar (Trabzon’da çimbon/ zimbon) sayesinde ses elde edilen komalı pentatonik (beşsesli) bir nefesli çalgı adı dır (daha çok si ve la tonlarında akort edilir)(1923 mübadelesi öncesinde Trabzon’lu Rumlar tarafından Santa, Gümüşhane, Maçka, Krom ve İmera bölgelerinde çalınmak-taydı. Sürmene ve Çaykara Holo köylerinde, Şebinkarahisar’da bir iki kuşak öncesine değin kaval ve kemençe kadar olmasa da tek tük tulum çalanlara rastlanmaktaydı. Tulum yapılacak keçi yavrusunun (çebiç) bir yaşından küçük olmamasına dikkat edilir. Daha küçük hayvanların derisi çok yumuşak olduğundan çabuk deforme olmaktadır. Deri zedelenmeden çıkartıldıktan sonra, küllü suda 2-3 gün bekletilerek tüylerin kendiliğinden dökülmesi sağlandıktan sonra tabak-lanır. Tulumun kuruyup hava kaçırmaması için sürekli olarak yağlanması (genellikle badem yağıyla) gerekmektedir, aksi halde de-forme olup özelliğini kaybetmektedir.
Tulumun içi hava ile doldurulan gövde bölümüne “guda”, “dankiyo”, “post”, “göv-e” adları verilmektedir)
Tulum düğünlerimizin en kıymetli davetlisi olur her zaman. Ardından kocaman bir çember kurulur.Ritimlere karar verildikten sonra başlanır tulum eşliğinde ‘Cilveloy Nanayda’ ardından Atabarı. Herkes bir ağızdan bağırıp eşlik eder tulumun o enfes ritimlerine:) Hatta izleyemedim ancak Sultans Of The Dance’ı izleyen herkes engüzel halk oyununun Karadeniz horonu olduğunu söyler.Güzelim tulum olmasa ritimler nasıl çıkardı!!!
En büyük hayalim Ayder yaylasına çıkıp,tulum eşliğinde horon tepmektir:) Ama öncesinde içinde erimiş peynirli muhlama,yanında şuka(salatalık):) ardından misgibi yayla havasıyla birlikte horon:)
Bütün sevdiklerimin de yanımda olmasını isterim tabiki:)
Evet Evet böyle bir organizasyon yapmaya karar verdim. Uygulamaya geçirmek zor olmayacaktır. Ne dersiniz hafif ailesi? Hem Karadeniz turu hemde yaylada enfes Karadeniz yemekleri ve horon…
En güzel yeşillerin olduğu cennet mekanda! Hoş olmaz mı?

HATIRA DEFTERİ

peripetty | 06 October 2007 09:28

Yine uyku tutmayan bir gecenin sabaha karşı saatlerinde dolabımı açıp eskilere gitmek istedim. Anılarımın arasından en sevdiğim olan hatıra defterime bakmak istedim. Kah güldüm , kah hüzünlendim. İnanın ilkokulda arkadaşlarım ve ailemin yazdıklarının bukadar anlam yüklü olduğunu düşünemezdim. O defter bütün sınıfı gezerdi elden ele. Herkes de bir hatıra yazma telaşıdır giderdi. Kimisi nefretini bile yazardı.
İlk başta defteri şöyle bir taradım. Acaba dedim bu insanlar şimdi neler yapıyorlardır bu haytta. Maalesef görüşebildiğim tek bir kişi bile yok:(
Sonrasında başladım tek tek okumaya. En başta öğretmenim:) Ne güzel dileklerde bulunmuş:) Babaannem sarı papatyam diye başlamış:) Dedem hep çalış kızım bu hayatta demiş.(dediğide boşa olmadı hani kendimi bildiğimden beri çalışıyorum) Sanırım mutlu oluyordur görebiliyorsa beni. Annem ve babam sağlık,mutluluk ve başarı dilemişler:) En iyi onlar düşünmüş yine:) O yaşta sınıftaki bütün kızlar yakışıklı bir eş dilemiş:) Erkekler ise iki satır yazıp , bırakmışlar. En çok da kardeşimin yazdıklarına güldüm. Yaşı küçük diye yazdırmak istemediğim halde defteri çalıp yazmıştı. Yazdıklarını aynen aktarıyorum.

BİR ZAMANLAR PRENSESTİM

peripetty | 25 September 2007 15:30

Korkunç bir çığlık bu,kafamı dolduruyor,beni panik dalgalarında boğuyor. Bu umutsuzluk öyle boğucu ki soluk alamıyorum. Beni saran kolları hissediyorum ve bana söylenenleri duyuyorum. Ama çığlık sürüyor,sarsılıp uyandırıldığımda ve çığlık atanın ben olduğumu anladığımda bile dehşet devam ediyor… bu bir kabus. Her gece gördüğüm bir kabus,gün boyu gözlerimi yumdurmayan,geceleri yatağıma yatmaktan korkmama neden olan şey bu.Çocuklarımı,kocaman sırıtışları,kucaklanası vücutları,cılız bacaklarıyla yavrularımı görüyorum. Kabusumda gülümsemiyorlar,boş gözlerle aynı duvarlara bakıyorlar. Birbirinden ayrı odalara kapatılmışlar,odalarda ne kapı var ne pencere,yataklarına oturmuşlar,dudakları anneciğim! der gibi bükülmüş. Duyduğum kelimelerse sanki onların ağzından çıkmıyor,sürekli adımı söylüyorlar,sesleri keder ve tereddüt dolu. geldim! diye bağırarak cam duvarları kırmaya çalışıyorum,çığlık çığlığa onları sevdiğimi,herşeyin düzeleceğini söylüyorum ama beni duymuyorlar. Sadece ağlayarak adımı tekrarlıyorlar.Sonra bir kahkaha duyuyorum,alaycı,zalim ve tanıdık bir kahkaha. Sahibini tanıyorum. Eski kocam.Rüyalarım basit korku filmleri gibi. Hep aynı ve gerçekçi. Kurtarıcımın kollarında kendime geldiğimde sayıklayarak dehşetimin boyutlarını anlatmaya,onu da o deliliğe sürüklemeye çalışıyorum.Ben titreyip ağlarken beni kucaklayıp sabahın o ilk saatlerinde bilinçaltımla bilincimi uzlaştırmaya çalışıyor. Sadece bir rüya…bir kabus…benim yaşayan kabusum… Onyedi yaşında yaptığım seçimin bedeli. Öedediğim bedel çocuklarım. Bu bedeli ödedim çünkü bir zamanlar prensestim.

ÇAY ARABASI :(

peripetty | 19 September 2007 16:50

Karadenizli olanlar bilirler. Çaylar toplandıktan sonra çuvallara doldurulur ve fabrikalara götürülmek üzere çay arabalarına konur. El arabası gibidir. Şimdi size kaybettiğim yakınlarımın özlemiyle aklıma gelen yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.

yaklaşık 9 yaşlarındaydım sanırım. anneannem heryaz beni artvin e götürüdü. O :Hopa da , babaannemde arhavi de yaşardı. Ben anneannemin yanından sıkılıp babaanneme gidicem diye tutturdum. Zavallı kadın onca işinin arasında hiç kırmadan götürdü beni. Daha sonra babaannem de o kadar çok misafir ve çocuk vardıki bende hemen çocukların yanına girip onlarla kaynaştım. İçlerinden biri bakın dedi bu çay arabasına binin ben hepinizi gezdireyim. Neyse bindik arabaya yaklaşık 10 çocuk. yollar taş. araba hep sarsılıyo. En sonunda derenin olduğu yere geldik. Dereye inen yol uçurum gibi. Sadece inen yolda fındık ağaçları var. ve dereye yakın kayalar. Bu salak (diycem artık.) arabayı tutama sen biz dereye düş. Gözlerimi açtığımda üstümde çayarabası vardı. Şansım varmış fındık kökü tutmuş beni. Ardından gelen sarsıntı daha beterdi. Babaanneme benim öldüğümü söylemişler. Kadın geldiğinde beni ayakta görünce artık neden bilmem çok fena bir şamarını yedim. Nur içinde yatsın dedeme çok zor söylemiştik. Babaannem hayatta onu çok seviyorum. Pamuğum o benim. Ama anneannem ve dedimi bu vesileyle anmış oldum:)

HÜZÜNLENDİM:(

peripetty | 14 September 2007 16:52

Dün dikkatimi çeken ve beni çok üzen bir sahneyi sizlerle paylaşmak isterim. Dün bir yakınımın cenazesi vardı. Mezarlığa gittiğimizde gördüğüm yaklaşık 10 çocuğa gözüm takıldı ve onları hayretler içerisinde izledim. İlk önce girişte 2 tane genç çocuk gördüm. ellerinde tiner baygın baydın bi mezar taşına oturmuş bakıyorlardı. ya bunların burada ne işleri var dercesine. Daha sonra biraz daha ilerledik ve aralarında 1mt kadar mesafe olan cocuklar her geçene başınız sağolsun diyor ve 30-40 yaşlarında bir adam uzaktan onları izliyordu. Çok yazık dedim içimden. O çocuklar daha o yaşlarında bırakın sokakta dilencilik yapmayı mezarlıkta dileniyorlar. Kimbilir o adama boş bir avuç uzattıklarında nelere maruz kalıyorlar. Sonra hırsızlık,adam öldürme v.s v.s. Merak ediyorum başka ülkelerde var mıdır diye ama yıllar önce çöplük diye bir kitap okumuştum. Amerikada geçiyordu. Bir anne 5 çocuğu için hergün çöplükten pet şişeleri topluyordu. Amerikaya kadar uzanmama gerek yok tabiki bizdede var öyle şeyler. Ama bizdeki yetişkinler sadece çöpten birşey toplamakla kalmıyorki. O arada çocuklarda dileniyorlar. Ya keşke çocuk yapımına bir sınırlama getirilse. Türkiye nin heryerinde yaşam standardı aynı olsa. Ama ne yazık semtler arası bile değişkenlik var maalesef:( Şuanda aklıma gelen yaşadığım bir olayı anlatmak isterim. 2 Yıl kadar önce Beşiktaş sahilinde yürürken bir çocuğa rastladım. Boya kutusu önünde boyaları kırılıp yerlere saçılmış. İki gözü iki çeşme ağlıyor. Ne oldu sana dedim! boyalarım kırıldı dedi. çıkarttım para verdim. Yerine yenilerini alır diye az da birşey vermemiştim hani. Birgün sonra yine aynı çocuğu yine aynı yerde ve aynı halde gördüm. Meğer bilerek kırıyolarmış. Sonra çocuğun yanına gittim neden hergün bunu yapıyorsunki dedim. Ben birşey söyleyemem beni izliyorlar dedi. Yani hiçbir zaman hiçbirşey fark etmiyecek bizim ülkemizde. Aileden sorumlu bir bakanlığımız var ama hiçbiri ne eğitim nede insaniyet yönünden bana yeterli gelmediğinden…. sadece yazık diyorum:(

NEDEN TAHTAYA VURUYORUZ?

peripetty | 10 September 2007 16:17

İnsanların meşe ağacına ruhani değer vermesi çok eskilere dayanır. Tahtaya vurma inancı ise bu kutsal sayılan ağaca düşen yıldırımdan ilham alır. Kuzey Amerika yerlileri bu ağacın köküne vurarak,ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı tanrı ile temasa geçtiklerine inanılırdı.