Nezzle, neşeli bir hastalık gibi gözükür: hapşırırsın, tıksırırsın, burnundan sular akar. binbir türlü şekle girersin. Öldürmediği için kimse ciddiye almaz. En fazla 3 kere çok yaşa der en sadık seyircin. Eve gelirsin: Bitkin düşmüşsündür yatağa . . Canın hiçbirşey istemez. Sigara bile içemezsin. o can ki seni fırıldak gibi döndürürdü yeri geldiğinde . Nefsin ya da benlik ya da ego her neyse zayıflamıştır işte: Bir kez daha ölüme yaklaşmışsındır.

Yalnız kalmışsındır. Yalnızlığın en gerçek şekliyle hissettiğin hastalık zamanını yaşarsın. Bu dünyada insanlar belki de bunu için evleniyor , çocuk sahibi oluyor diye düşünürsün : kötü zamanlarda bağladığı biri olsun yanında diye (ama onun da garantisi yok!) Çıplak kalmış gibi utanırsın yalnızlığından: Daha güçlü olman gerektiğini hatırlatır bu sana. İnsanlara ihtiyacın olmadığını telkin edersin: Hiçbir insana muhtaç olmayayım. Herkesin değeri siliniverir, hayattayken oynaştığın “bizim arkadaşlar” birer birer silinir işte: Hastasındır. Bir ses olsun! o sesi sen yarat: Şarkı söyle, dilek tut, yaprakların sesini dinle. Hayır, hayır, iyileşinceye kadar sadece hastayım ben. Sonra yine oynamaya devam edeceğim nasıl olsa: Yine hapşırırım, bir hapşırık daha: Burnum akar, mendil tutarım…Çok yaşa!