Zamanı susmak gerekiyordu! Lakin hangi zaman olduğu çok açık değildi. Bu gün, yarın, yoksa dün MÜ? (!) aslında açıktı, ve açık olmak zorundaydı. Aksi taktirde ölmek, yoksulluğa doğmakla eş değerdi.Birkaç sallantı, birkaç gerginlik ve zarlar atıldı. Köşelerinden ayakta kalarak bütün düşeşlere ihanet, isyan sergilendi. “Şans” dedi bir kişi, lisanından utanarak. “Şans” dedi ikinci bir kişi, ne söylediğini unutarak.Kimdi, ya da ne idi şansı çekici kılan? Aşırı ısınmışlığı tutmaya yetenekli bir el miydi? Yoksa… Yoksa hiç var olmayan, lakin var olacağına inanılan bir “ŞEY” miydi şans. Kimdi ya da ne idi şansı çekici kılan?Tam karşımda duruyordu. Yansımadan açılan kapıdan geçmem için, bakmam yeterliydi. Görülen o ki; etrafı kaplamış olan karanlıkta, kendine yer bulması oldukça zor olmuştu. Şöyle bir gerindi ve yerine yerleşti. Elleriyle kendisine çeki düzen verdi, tozunu aldı. İşaret parmağını yalayıp havaya kaldırdı. Işık en iyi hangi yönden savruluyorsa, tespit edip yüzünü o yana doğru çevirdi. Ellerini açıp, mırıldanmaya başladı. Dinlemeye yeteneksiz kulaklarım sayesinde, sadece izleyebiliyordum olanları ve olacakları!Dudaklarının hareketi sona erdikten sonra, ellerini indirip, gök yüzüne doğru bakmaya başladı. Simasının memnuniyetinden anlaşılıyordu ki, görmek istediğini görebiliyordu. O gök yüzünü, bense onu izliyordum. Birden susturdu simasını, simasıyla beraber yansımasını.*************************************Çatladı tohum, parçalandı toprak. Devinirken kök, ağaç oldu yansıma. Dallarının yarımlık uzantısında, ayna sivriliğinde meyveler verdi, beslendiği ışık yağmurunda. Karanlığın endamında semiren iblise karşı, hüküm verilmiş, kararın parmaklıkları ölçülmüştü. Geçmişe ait simalar yırtılırken, geriye sadece kemiklerden sızan yenilik izi kalmıştı.İsyanın mihrabını tavaf ederken karanlık, kendi kalbine secdeye vardı aydınlık. Toprak katlandı, gök yüzü katlandı… İkisinden ibaret olan dünya katlandı… Dünyayı içine alan kainat katlandı… geriye birkaç valizlik günah, birkaç valizlik sevap kaldı.Eşelenmiş bir bakış açısıydı, bunca hengamenin arasında fikr edilenler. Dokulara zerk etmiş yalan kadar çirkin olamaz, altından çıkan çürümüşler. Arınmak için yanarken dil, tükürdüğüyle susmayı heceledi, sadece kendisine!…Sınırlı varlığını, sonsuzlaştırmak için, sınırlanmış yaşamları tercih ederken; hatasının sonuna kadar yaralandı. Düştüğü her izbede, nakarat dirilişlere gebe kaldı! Gecenin döl yatağına mahpusken uykusuzluğu, kabusların kıyısına aydınlık düşleri bir bir vurdu.Izdırab, ey ıztırab… Yaşarken cesede dönmüş bu serkeşliği kim uyandıracak. Ayyaş gecelerden ayık sabahlar çıkmaz! Çıkmaz, sönmekten korkmayan bu fenerden tek bir güneş yıldızı…!**************************************Adım attı, bütün duyurması gerekenlerden sonra. Gülümsemek ona yakışıyordu, gülümsemek aynaya yakışıyordu. Kendine çeki düzen verdi, tozunu şöyle bir aldı, kendini coşkuyla alkışladı. Yansımasına hapsettiği simaları bir bir özgür bıraktıktan sonra selam verip, kendisini yarattığı boşluğa doğru bıraktı. O boşluğa, dünya kendine düşüyordu!Işıktı yayıldı, hayattı yaşandı, aynaydı kırıldı… geriye birkaç valizlik sevap, birkaç valizlik günah kaldı! Ve hiçbir şey sadece bu kadar değildi! (?)