bildirgec.org

her hakkında tüm yazılar

üçüncü şahıs(şizofren mırıltılar)

mehmethoca | 29 April 2010 14:23

Üçüncü Şahıs

Hışımla girdi odasına. Dağınıktı tabi ki etraf ve “Böyle olmadan da yaşayamam, yaşamam zaten” dedi, demişti binlerce defa. Bugün bir tuhaflık vardı, kendinde, insanlarda. Baktı kendine, konuşmaları değişmiş, yüzsüz olmuştu ve buna aldırmıyor, bu ona zerre miktarı korku vermiyordu. Tedirginlik yaratan da bu olmuştu. “Tedirginlik senin gibilerine bile çatıyor çaresiz” diye söylenip gülümsemek istedi, bu sefer olmamıştı, yüz ifadesi hiç görmediği tablolardaki suratlara inat hissiz, mağrur ve durağandı. Simsiyah olduklarına inandığı bu düşünceler beyazlar üstünde nasıl duracaktı, merak etti. Göğsünü yasladı eline ve sonra parmaklarıyla dokundu göğsüne, aktı düşünceler yolsuz, güzergahsız. Sorgulayıp durmuştu, içini kemiren bazen beynini mayınlarına istisnasız kendinin bastığı bir boşluğa çeviren bu sözcüğü. Nefret ediyordu ondan, intiharının sebebi olacaktı bir gün ve bugün karar verdiği ise ona bir fiske vurmadan gitmeyecek oluşuydu. Allah aşkına kanaat nedir anlatır mısınız bana! Kanaat etmek, olanla mutlu olmak nedir anlatır mısınız? Şimdi ben dünyanın ağızlarına kadar dolu bütün divitlerini, fazla değil bütün okyanuslardaki damlacıklar kadar mürekkebini yanında ismini bilmediğim bütün ağaçlarla istesem kanaatsiz mi oluyorum! Tersini inandıracak olan insanoğluna ömrümü bağışlayabilirim fakat çok iyi bildiğiniz sahnemde sus pus bir insan görürsem bağış kabul etmiyorum, bilirsiniz belki, ömründen ömür çalarım. -Hiddetleniyordu, söyleyecekleri haddini aşacak korkusu yoktu ki onda.- Bu ne yavan düşünce! Ne tedbirsizlik! Ucu bucağı olmayan bu çöplüğe çırılçıplak atılmamız kimin eseri? Daha güzeline dokunmak varken dokunabileceği mesafedekine el açanın halini kim açıklayabilir bana? Dünyanın en güzel varlığı yanı başındayken köşe başındaki kapkara bir çiçeğin hücrelerinde can aramak, kollarında huzur bulmak isteyen bir yaratığa kim gözleri dolmadan “suçludur” diyebilir ki! Buz gibi bir havada sıcacık yuvasına iliştirilmiş insanoğlunun kemiklerine işleyecek, amacı olmayan bıçaklar gibi sallanacak her bir tarafına, üstünden ezip geçecek ayazı deliler gibi istemesi; bilinen aylarda, aklınızı başınızdan alacak o sıcaklarda o aciz(!) yaratığın “Üşüyorum, ellerimi koltukaltlarına sokup ısıtacak birisi yok mu!” demesi ve yaşamaya hakkı olmayanların bu gerçeküstü, mükemmel insanoğullarına iğrenerek, saygı duymadan bakması değil de nedir bu kanaatkar olmama savsatası! “Her zaman daha iyisi vardır.” sözünü duymuşsam ve buna rağmen mutlu olmak kaygısını taşıyorsam nerde benim insanlığım? Kanaat etmek saçmalık, mutlu olmak aslında hiç olmayan bir şeydir. Hala canımı vermeye hazırım, siz nerdesiniz ve nelerinizi vermeye cesaret edebilirsiniz?

rubberband

PEMBE PANTER

astral | 16 December 2009 17:31

Her hiçe dedi ki, ‘Sen de kalabilir miyim?’
– Neden?
– Hiçe karışmak için.
– Peki, sen ne istiyorsun?
– Yarat, sadece sev.
– Bu kadar mı?
– Evet, bu kadar, sev.
– Tamam.

Her Hiç’in karşınında durup sakince gözlerine baktı. Gözlerinde onu gördü, yüzde yüz güven vardı, bir şey demenin gerekmediği zamandı.

Sessizce ‘Tamam’ dedi, içlerindeki ses dışa karışmadan… İçteki sesle, sakince, el ele tutuşan iki insan gördü insanlar. Ama bilmiyorlardı ki, birbirine yüzde yüz güvenen iki insan yürüyordu yeryüzünde ve onlar görmüyordu.

HİÇ

astral | 16 December 2009 10:59

Tanrı seni çoktan terk etti bu diyarda. Temelli, belki baştan. Daha hiçken, daha yeniyken, daha bilincin oluşmamışken; daha akmamışken, daha görmemişken, daha onu görmemişken…

Hep hiç’tir. Hiç her’dir. Ben hep hiç kalmak istedim. Bilirim ki, ancak o zaman her olabilirim.
Azalmak kutsallık. Arınmak ve karışmamak.

Az kalmak çok olmaya çaba sarf etmeden içteki hiç’i bırakmak, açığa çıkarmak.

Ben çocuk masalları yazarım

dedi adam giderken, birden bire. Gülümseyerek. Gözlerinde ilk defa onun da büyümemiş bir tarafı olduğunu fark ettim, ilk defa…

Kendine Afaroz

Kuruvaze | 18 February 2009 16:49

“Nerede kaldın? Seni uzun zamandır soruyorum bana tek cevabın geç gelişin mi olacaktı?”

“Konuşmak için yanlış bir zaman, boşuna ayakta durma!”

“Bilmen gerekiyor, bütün eğrilerimi senden sakladım, bu yüzden duvarın gölgesi yeterince sıcak.”

Son intiharından bu yana uzun zaman olmuştu. Bütün yanıkizlerini silerken, acılarını karalamayı unutmuştu. Dirsekleriyle dizlerinin arasında eksik, başı kesik haliyle ne kadar sakindi. Kalbinin olduğu yere bakamıyordum bile. En son tadına baktığını, hiçbir şey anlamadığını söylüyordu; yalan bir üslupla. Ona dair şahit olduğum en bariz gerçeklik, mecburi yaşamıydı. Ve mecburiyet bayraklarıyla kazanılmış hiçbir zafer olmadığı gibi, onunda zaferleri yoktu. Sadece nefes alıp veriyordu, daha fazlası değil. Lakin hep onda daha fazlası olduğundan emindim! Mesafesini bilen seyirci edasıyla.

Kırık Şans

Kuruvaze | 22 January 2009 10:13

Zamanı susmak gerekiyordu! Lakin hangi zaman olduğu çok açık değildi. Bu gün, yarın, yoksa dün MÜ? (!) aslında açıktı, ve açık olmak zorundaydı. Aksi taktirde ölmek, yoksulluğa doğmakla eş değerdi.Birkaç sallantı, birkaç gerginlik ve zarlar atıldı. Köşelerinden ayakta kalarak bütün düşeşlere ihanet, isyan sergilendi. “Şans” dedi bir kişi, lisanından utanarak. “Şans” dedi ikinci bir kişi, ne söylediğini unutarak.Kimdi, ya da ne idi şansı çekici kılan? Aşırı ısınmışlığı tutmaya yetenekli bir el miydi? Yoksa… Yoksa hiç var olmayan, lakin var olacağına inanılan bir “ŞEY” miydi şans. Kimdi ya da ne idi şansı çekici kılan?Tam karşımda duruyordu. Yansımadan açılan kapıdan geçmem için, bakmam yeterliydi. Görülen o ki; etrafı kaplamış olan karanlıkta, kendine yer bulması oldukça zor olmuştu. Şöyle bir gerindi ve yerine yerleşti. Elleriyle kendisine çeki düzen verdi, tozunu aldı. İşaret parmağını yalayıp havaya kaldırdı. Işık en iyi hangi yönden savruluyorsa, tespit edip yüzünü o yana doğru çevirdi. Ellerini açıp, mırıldanmaya başladı. Dinlemeye yeteneksiz kulaklarım sayesinde, sadece izleyebiliyordum olanları ve olacakları!Dudaklarının hareketi sona erdikten sonra, ellerini indirip, gök yüzüne doğru bakmaya başladı. Simasının memnuniyetinden anlaşılıyordu ki, görmek istediğini görebiliyordu. O gök yüzünü, bense onu izliyordum. Birden susturdu simasını, simasıyla beraber yansımasını.

*************************************

Çatladı tohum, parçalandı toprak. Devinirken kök, ağaç oldu yansıma. Dallarının yarımlık uzantısında, ayna sivriliğinde meyveler verdi, beslendiği ışık yağmurunda. Karanlığın endamında semiren iblise karşı, hüküm verilmiş, kararın parmaklıkları ölçülmüştü. Geçmişe ait simalar yırtılırken, geriye sadece kemiklerden sızan yenilik izi kalmıştı.

Satranç Ağacı

Kuruvaze | 16 January 2009 16:32

Bir zavallının alabileceği bütün yolculukları tüketmişken… Atılabilecek bütün geri adımları silmişken… Benim hiç, karelerim kalmadı. Siyahın, beyazdan yana katlandığı bütün hamlelerin acımasızlığı ve sıranın karşı tarafa geçtiği anlar… Kaç el sonraydı bilmiyorum, yenmenin aslında yenilmekten yandaki ağırlığı ve inkarı… Kılıçlar yarıya kadar bilenmiş, fil sadece sağ yanından mahmuzlanmış… Parmak izlerinin intiharıyla bütün piyonlar işaretlenmiş… Düzeneğin sadece karşı yanı aydınlıkken bile, becerinin öldüğü rakip bir renk…Tek karelik tahtında mahkumken kral, bütün karelere sürgünken vezir, kalenin en cesur prensi ağlarken bozmuş kız yanını. Yamandığı ayaklarda renk kalmayınca, dudaklarını silmeden kendini öpmüş piyonlar. Taktıkları nişandan kan izleri tükürmeden harelendi kuşakların çatışması. Zeminin zıpladığı bu oyunda, bütün alçaklar yükseğe tırmanırken, sadece elimdeki hamle; gerçek mesafesini selamladı. Bu ölümcül makamın, nihayi avazıdır. Kulaklarınızın çirkinliğinde güzelleşemeyecek kadar, bütün hesaplara kapalıdır. Duyduğum gün batımı, yükselirken yavaş yavaş, bütün gölgeler beden idamını sobeler. Ve sönme zamanı, ya dirisindir ya ölü…Kuruvaze; çapraz iliklenmiş benliğin son hali. Daha fazla çelişkiye ihtiyaç yok, zaman daha dolmadı, saat sabahı çalmadı! Siyaha beyaz, beyaza siyah çaprazındaki kaleye eşlik ederken, oyun yeni başladı.

—————————————————————————————————————–

şovenist kuşu

Kuruvaze | 14 January 2009 10:59

Böyle anların ayazında; Berk’ ten yana baktığım zaman, kendimi ve olanları unutuyordum. Lakin Berk her seferinde Kuruvazeden yana oyunu kullanıyordu. Anlamıyordum, neden hep sınırların dışına zorlanıyordum. Oysa bir adım bile yoktu, unutulmaya yakıştırıldığında ağırlık yapacak. Derin bir nefes aldım, mutluluğumun tadını çıkarmak istiyordum. Yalanda olsa! Çekmeyi istediğim o kadar çok fotoğraf vardı ki. En son şu pencereden dışarıya bir mızrak fırlatmıştım. Mızrağın geride bıraktığı manzara; bambaşka bir göz, dokunmaya kıyamadığım camın bedeni bambaşka bir göz sunuyordu manzaraya. Elleri yoktu bu göz çizgilerinin. Bu yüzden soğuk dokunuyordu boşluğun her zerresine. Bu yüzden dokunmak utanç verici bir karar anıydı. Israr etmediğim için, bütün çizgilerimi sildim yaşam manzarasından. Geriye sadece gölge izlenimleri kalmıştı.

Tamamım; hep bu kadarmış gibi!

“durdurun dünyayı inecek var”

kelebeklerozgurdur | 15 April 2008 07:56

Daha öncede ağladım ben, daha öncede içim acıdı.. etlerim lime, lime ayrıldı kemiklerimden..yaralarımdan kanlı irinler aktı…..ama hayatımın en önemli muamması değildi hiçbiri…bilirdim, acının stajı yapılmadan mutluluk sağlam olmazdı …

oysa buna hazırlıklı değildim ben…bir ömrü gözden çıkarıp inandıklarımın çöküşünü izlerken, karmaşık bir harabiyetten başka hiç birşey hissetmemiştim şimdiye dek..

sonra……..sonrası yok, sonrası derin sessizlik……bir ömrün özeti, birkaç cümleye sığacak kadar yalın ve kısa işte…
geç oldu..…senden öncesini yok saydığım için, yalnız uyuyacağım ilk gece olacak bu…..yastığını yere attım, yatağın tam ortasında sere serpe yatıyorum..ohh be dünya varmış, tek başıma yatmayı özlemişim nice zamandır… istediğim gibi deli yatmayı, kıpır kıpır sağa sola dönmeyi, yataktan aniden fırlamayı, ayaklarımın ucuna basmadan yürümeyi, şakk diye elektrik düğmesini açmayı özlemişim… istediğim saatte yatıp, istediğim saatte uyanmayı, yatağa duş sonrası bornozla yatmayı, balkon kapısı açık halde rüzgarın serinliği ile uyumayı özlemişim..