Şu an saatim 04:47 diyi gösteriyor. Evime yeni girdim.Hafif mayhoşluk, hafifte sarhoşluk…Bu akşam ümiterimi meze yaptım, içiyorum, içiyorum, içiyor, içiyorum. Coştum biliyorum hoşgörün. Neyse… İnsanları evlerine bıraktıktan sora arabamda yalnızlığın ve saygı değer Zeki Müren’in teslimiyeti içinde geçmişlere daldım. Acı, hüzün, mutululuk yüklüyüm arkadaşlar… Ne ararsanız var.Herşey film şeridi gibiydi… İlk durak…Kasım Gülek köprüsü çıkışı, bir evin önünden geçtim tanıdık gibiydi:)…(buruk bir gülümseme) Ne diyordu biliyormusunuz sevgili Zeki Müren? ‘Avuçlarımda hala sıcaklığın var. İnaaaan. Unuttum dese dilim. Yalan, yalan, yalan, billahi yalan, vallahi yalan! Hasretindir içimde hep alev, hep alev, hep alev, alev yanan. Unuttum dese dilim YALAN’ koskoca bir yalan! Sonra, ‘Gözyaşımda saklısın ağlayamam ben, düşeceksin sanırım kirpiklerimden,damarımda kan olup dolaşıyorken, beni böyle bırak git, git gidebilirsen’. Hah, ağlayamamak mı?! ‘Git mutlu olacaksan beni düşünme, sen iyi bak kendine beni dert etme önce beni bir dinle, bir bak halime. Beni böye bırak git. Git, gidebilirsen. Bir kapanmaz yarayla böyle çaresiz belki yine yaşarım sevgisiz, sensiz. Git yolun gülle dolsun, güller dikensiz. Beni böyle bırak git’……Hangi ağayamamak? Kaybetmişlik ve vazgeçmişliğin gözyaşlarını dökerken böğre böğre, bağıra çağıra… Sonra, ‘Elbet birgün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak. İkimizinde saçları ak, öyle durup bakışacağız dedi üstat. Benim içimde yanar ateş var, sevgilim ne zaman buluşacağız… İşte ozaman acı gerçekle yüz yüze kaldım. Belki bir başka zaman, bir başka hayat dedim yüzüme bir tebessüm kondurarak…Sıra geldi ikinci durağıma… Polis evi kavşağı dolayları… Burada da bir tanıdıklık, bir aşinalık var sanki. Bu sefer dedi ki üstat; ‘Hani o bırakıp giderken seni, bu öksüz tavrını takmayacaktın. Alnına koyarken veda buseni, yüzüme bu türlü bakmayacaktın… Bu sefer acıtanın ben olduğumu farkettim. Şimdi doğal olarak ta acıyanın:) Buarada durak sıralamasına bakmayınız aslında kalbimin ilk durağı burada anlattığım ikinci durak. Kısacası, birinci durağa okadar yoğun duygular beslememin tek sebebi… Eeee etme bulma dünyası demişti annem bir kez.Sıra geldi üçüncü durağa Turgut Özal bulvarı civarı yine. Aşinalık son gaz devam etmekte. Oda, rüzgar gibi geldi geçti zaten, herşeye inat gibi. Buseferde dedi ki üstat… ‘Bir kere sevdim diye bin pişman etme beni, istemiyorsan bırak perişan etme beni’… Haha, burada gözyaşlarım duruldu, inanın. Hatta kıkırdayarak gülmeye bile başadım. Sakın yanlış anlaşılmasın ‘o’na gülmedim sadece olayların film şeridi gibi gözümün önünden akmasına ve arkadaki uyumlu fon müziğine…:) ‘Bırak beni ne olur burda bitsin şarkımız, zamanla unutulur yarım kalan aşkımız. Valla bırak beni dedirtti köftehor…:) Sevgili üstat; ‘bırak boş kalsın elim, yol yakınken dönelim arkadaşım ol yeter, böylesi daha güzel’ derken ben şarkıya eşlik etmeye başladım bile:)Bütün bu yaşananlar bir anlık kopuştu nihayetinde onu anladım. Belkide alkolün verdiği duygusallık mı? mahmurluk mu? desem emin değiim işte öye bir şey… Anladınız siz, biliyorum…Ama durun, durun. Daha bitmedi. Bu sefer dahada bir tanıdık yere geldim sanki. Evimin sapağına öyle bir şarkı çalmaya başladı ki şarkıyı durdurup evin önüne gelmeyi ve camlarımı kapayıp keyfini çıkararak dinlemeyi tercih ettim. bu sefer ne mi diyordu üstat?Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım. Bir haykırsam belki duyulur sesim. Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. Tatmadığım zevk kalmadı dünyada, hangi kalbe girdimse kaldı izim. Taşa geçer, kendime geçmez sözüm, Ben yalnızım, ben yalnızım, yalnızım. Kaderim bu böyle yazılmış yazım, hiç kimsenin aşkında yoktur gözüm, Bir yalnızlık şarkısı çalar sazım. Ben yanızım, ben yalnızım, yanızım…