homo obezus
“Su, şeker, gıda boyası!” Dondurmam Gaymak filminin kahramanı dondurmacı Ali Usta böyle açıklıyordu büyük gıda korporasyonlarının ürettiği dondurmaların terkibini. Yalan da değil, cafcaflı ambalajlara sarıp gürültülü reklamlarla kafa ütüleyerek, özellikle çocukların ve hepimizin burnuna dayanan hazır gıdaların çoğunun içeriği aşağı yukarı böyledir. Zahmet edip paketlerin üstündeki küçük yazıları okursanız görürsünüz. (Ama böyle bir şeyle kim uğraşır, at nalı kadar yazıları okuyamayan, örneğin bindiği minibüsün üstünde kocaman harflerle BAHÇELİEVLER yazarken “Bahçelievler’e gider mi şöfer bey?” diye soran insanların yaşadığı bir yerde…)
Su, şeker, gıda boyası, doğala özdeş (!) aroma. Ya da yağ, şeker, tuz, gıda boyası, aroma. Gıda boyasıyla aromayı kim icad etmişse, gıda endüstrisinin can simitlerini üretmiş anlaşılan. Şeker derken de, ya en zararlı tatlandırıcı türü olduğu beslenme uzmanlarınca avaz avaz bağırılan, gelir akla, ya da zeka geriliği, hafıza problemleri, kanser gibi sorunlarla adı anılan, aspartam.Bu şeker konusunda pek çoğumuz sorun yaşıyoruz, gözlediğim kadarıyla. Tatlılar açısından zengin bir beslenme kültürümüz var. Beğenmediğimiz bir yiyecek için hemen “tatsız tuzsuz” deyiveririz. Reçelsiz, balsız, marmelatsız kahvaltı, şekersiz çay, kahve, tatlılara, pastalara hiç yer vermeyen bir diyet, pek de katlanılır bir şey değil.Ama ne var ki bu saydıklarımı hazır olarak alırsanız, (ki çoğu insan çalıştığı için evinde reçeller, marmelatlar kaynatmaya, pastalar pişirmeye vakti olmuyor, o yüzden mecburen hazır alınıyor) bu yiyeceklerin en kolay ulaşılan çeşitleri ya glikoz ya aspartam içeriyor. Gidin mutfağa, bakın kavanozun üstündeki küçük yazılara. Yemiş misiniz glikozu, aspartamı, su, aroma, gıda boyasını, afiyet olsun.Sonra gelsin magazinel gazete köşelerinde, üstelik kimileri doktor ve diyetisyen sıfatını taşıyan bazı kimselerin hazırladığı süperr diyet reçeteleri: “1 haftada 5 kilo verin. Şunu yeyin, bunu yemeyin, 1 kibrit kutusu peynir, kepekli ekmek, kereviz sapı, darülfülfül otu, bak nasıl süper kilo vereceksiniz!” Bu diyet listelerini görünce içimden bunları hazırlayanlara da, gazeteye basanlara da zorla kibrit kutuları yediresim geliyor. Kereviz sapı eşliğinde.Diyet konusuyla ilgili bilimsel araştırma yapanlar, rastgele bir listenin herkese uymasının imkansız olduğunu, herkesin kendine özel, yaşına, boyuna, kilosuna, yaşam tarzına ve beslenme kültürüne, en önemlisi damak zevkine uygun beslenme şeklini, gidip bir doktora ve onunla ortak çalışan bir diyetisyene danışarak öğrenmesi gerektiğini söylüyorlar. Peki, herkesin böyle bir imkanı var mı? Tabii ki hayır. Kamu sağlık sigortası sistemi, diyet ve kilo kontrolüyle ilgili sağlık hizmetlerini, aslında bunlar koruyucu hekimlik alanına girdiği ve kalp, tansiyon, diyabet gibi hastalıklardan korunmada büyük önem taşıdığı halde, “lüks” sayıyor. Devlet, çalışanların bu hizmetlerden yararlanması karşılığında ödedikleri bedeli sigorta kapsamına almıyor. Bir yönden bakıldığında çok yanlış, diğer yönden bakılırsa çook akıllıca (!) bir tercih bu. Şöyle ki, derdiniz gerçekten kamu sağlığını korumaksa, yanlış: kilo kontrolüyle, insanlar sağlıklarını yitirmeden önce kamu sağlığını daha ekonomik bir şekilde korumak duruken, bunu yapmazsın da, aşırı kilo alıp kalp, şeker, tansiyon hastası olanların milyarlık tedavilerin bedelini ödersin. Çalışanların bu hastalıklara yakalanmasıyla oluşan işgücü ve verim kaybı da üstüne garnitür olur. Ama derdiniz kamu sağlığı filan değil de, tıp endüstrisinin kısa vadede para basmasıysa, bu akıllıca bir tercih. Diyet ve kilo kontrolü gibi sağlık hizmetlerinden kazanılacak paralar, kiloya bağlı hastalıkların tedavisinden kazanılacak paraya göre daha az tabii. (İstediğiniz hastanenin fiyat tarifesine bakabilirsiniz.) Ancak söylediğimiz gibi bu kısa vadede ekonomiye getiri sağlar, uzun vadede zarar getirir. Bunu Amerikalılar bile anladı da özellikle obeziteytle ilgili koruyucu hekimlik önlemleri almaya başladılar. Bizlerse inşaallah Amerikayı yeniden keşfedeceğiz daha.İlgisizlik, cehalet ve benbilirimcilik karışımından oluşan ve çoğu vatandaşımızda rastlanan köylü zihniyeti, beslenme düzenimizi de, sağlığımızı da iki paralık ediyor: “Kilo vermek için doktor kontrolü, diyetisyen filana ne gerek var. Züppelik bunlar. Boğazını tutacaksın gardeşim!” Ancak az yemeye, yetersiz beslenmeye tepki olarak, vücudumuzun da “kıtlık başgösterdi galiba stok yapmalıyım” diyerek, inadına daha az yağ yaktığı, hatta bazan gerek duyulan enerjiyi kas dokusundan karşıladığı bir gerçek.Olsun, bunlar karışık şeyler, köylümüz anlamaz. Boğazını tutmak isteyen vatandaşa da gazete köşelerinden, uyduruk kitaplardan öğrendikleri reçetelerle, televizyonda reklamını gördükleri sauna eşofmanı, korse vb. ile kilo veriyorum zannedip, habire su ve kas dokusu kaybettiklerinin ve yağ depolamaya devam ettiklerinin farkına varmamak düşer. Ha bir de su şeker, gıda boyası, doğala özdeş aromalar. Afiyet olsun!
yorumlar
spor yapacaksin, asiri yemeyeceksin, aksam 7 veya den sonra yemiyeceksin.
Diyet, perhiz, rejim gibi faaliyetler hedefte Türk delikanlılarının ve genelde de Türk milletinin devamını engellemek için dış mihraklar tarafından gündeme getirilmiş şuurlu bir düzmecedir. Gaye, eskiden bir koyunu, bir oturuşta götüren dev gibi babayiğit atalarımızı ve tarlada doğum yaptıktan sonra bebeğini kundaklayıp, elde orak tarlada çalışmaya devam eden Türk kadınlarını; kalori hesaplayan, hapşırınca yatağa giren, fitness ve aerobik yapan çıtkırıldım tiplere dönüştürmek ve büyük Türk ırkını Çinliler, Japonlar gibi sıska, zayıf ve sağlıksız bir ırk haline getirmektir. İcabı halinde 240 kiloluk top mermisini tek başına namluya süren bir babayiğidin,kalori hesaplayan, yoğurtlu kebabı reddeden bir züppe haline getirilmesinden daha büyük bir soykırım olabilir mi? İç yağının, kuyruk yağlarının, anamızın Vita yağının kolestrol yaptığı palavradır. Kolestrol, kebapları yedikten sonra iki şişe soda içerek ayarlanabilecek bir gaz durumudur. Sakın bu oyuna düşmeyin. Feminizm, kadın hakları, çevre şuuru ve eşitlik adı altında Türk kızlarının akılları çelinerek, yemek yapmayı bilmeyen, bizim elimiz olan yavrularını, abuk subuk yiyeceklerle yetiştirecek, damak zevki gelişmemiş, sunta kılıklı diyet bisküvilerini yiyecek sanan bir hale getirmişlerdir. Ayrıca kör olası dış mihraklar, bu kızlarımıza kebap, soğan, çiğ köfte vb.Lezzetleri yiyen, bardak bardak şalgam suyu içen yiğitlerimize hanzo-kıro gibi sıfatlar takmayıöğretmişlerdir. Ayrıca son yıllarda moda gibi gösterilmeye çalışılan Çin mutfağı diye birşey yoktur. Bu sözde mutfak, acaip zerzevat ile acaip mahlukatın, wog adı verilen bir tencerede yarı pişmiş yarı çiğ olarak hazırlanıp insanlara eziyet olsun diye sopalarla yenmesinden ibaret bir hokkabazlıktır. Sakın kanmayın, sakın yemeyin.
kopanisti +1
bence herkes canının çektiğini yemelidir.yazı da kopanistin yorumu da çok güzel olmuş.
aslında kural çok basit.. yediğin kadar yak, yaktığın kadar ye… günde 3 yerine 6 öğün ama az yemek.. özellikle bu yaz günlerinde hafif şeyleri tercih etmek ve hafifte olsa rutin bir sporla uğraşmak işimizi kolaylaştıracaktır..
su,seker,gıda boyası demişsin,aspartam ve glikozdan da bir güzel bahsetmişssin.eyvallah.
peki bu ne alaka..sen unutuyor musun @kopanisti’nin de değindiği gibi çeyrek tonluk mermiyi sırtlayan kimdi..kimdi kağnıları tek başına çekenler..o zorluklara zerre kılını kıpırdatmadan katlananlar kimlerdi…köylülerdi..köylüydü..git gez bakalım her bir köyü..bak bakalım obezite, hastalık olarak mevcut mu oralarda..
En basitinden lisede öğretilen sindirim sistemindeki kimyasal işlemleri hatırlayın. Hatırlamazsanız da Zafer Biyoloji’ye bir göz atın. (Pınar Alptekin bir tanedir) Yegane amaç neydi? Besinlerden şeker elde etmek. Peki kendini şeker elde etmeye optimize etmiş/evrimleştirmiş/yaratılmış (kendinize göre yorumlayın artık) bir sisteme sürekli basit şeker verirseniz ne olur?
1 Ocak 2007’den itibaren geçerli olan GSS (Genel Sağlık Sigortası) Kanunu ile önleyici sağlık hizmetleri de TC vatandaşı olan herkese sağlanmaktadır. Kısa vadede lüks gibi görünen fakat uzun vadede sağlık harcamalarında büyük düşüşler getireceği düşünülen bu önleyici sağlık hizmetlerinin bir ayağı da aile hekimliğidir. Aile hekimliği sistemi sayesinde bireyler sağlıkları açısından daha yakından takip edilecek ve gerekli görüldüğü taktirde sağlık zincirinin bir üst halkasına sevk edileceklerdir.
Aile hekimliği türkiye de gomünist işi olarak görüldüğünden uygulanması çok zor, hem hastalıklar önceden teşhis edilip engellenirse proflar nasıl özel muayenehanelerinden milyonlar kazanacak?Şaka yaptığımı düşünebilirsiniz, ama aile hekimliği ilk türkiye’ye geldiğinde ablam ihtisasını yaptığı için, aile hekimliğinin nasıl zorla yok edildiğini iyi biliyorum. Onca tantana yapıp, bir çok doktoru aile hekimi ihtisasına sokup, sonrada her şeyi yok ettiler…
@xerredoğu ve güneydoğuda yağlı beslenme sonucu obez kadın sayısı inanılmayacak derecede fazla, aslında çok uzağa gitmeye gerek yok, Gemlik ve Bursanın köylerinde 40 yaşında 50 yaşında gözüken yarım dünya teyzeler bolca var, sadece göz önünde değiller. Özellikle aşırı yemekten ortaya çıkan diyabet tipleri ülkemizde çok yaygın, o mermi taşıyan cevval köylü kadınlar geçmişte kaldı…
Önerilen yeni sistemde aile hekimliğini yalnızca aile hekimliği üzerine ihtisas yapmış olan doktorlar değil tüm doktorlar belirli şartları yerine getirdikleri taktirde yapabilecekler.Aile hekimlerinin öncelikli görevi uzmanlık gereken hastalık teşhisi gibi konulardan çok 3 basamaklı tasarlanan sağlık sisteminin 1. basamağını oluşturarak verimlilik sağlamak. Mevcut sistemde hastalar en ufak şey için bile tıp fakültesine gitmekte, daha da kötüsü rahatsızlığıyla ilgisiz branşları meşgul etmektedirler. Aile hekimliği ile 3 basamaklı sistemin 3. basamağında yer alan tıp fakültelerine ulaşmanın yolu aile hekiminden geçecek. Böylece hem gereksiz hastaların yarattığı verimsizlik hem de yanlış branşları meşgul etme sorunu ortadan kalkacak.Sistem kominist olmak bir yana kapitalizmin temel esaslarını içinde barındıran bir sistemdir. Şöyle ki ; her hastanın istediği aile hekimini ve 2.-3. basamaklar için istedği sağlık kuruluşu ve oradaki doktoru seçme özgürlüğü olacak. Bu da kaliteli olanın seçileceği anlamına geliyor. Anlayacağınız pazar ekonomisi.
Anaaam meğerse ne gaz, ne kendi halkı yüceltilince gaza gelenlerimiz var efenim burada! Yahu kopanisti ve izinden devam etmiş gaz arkadaşlar, sen/siz hakikaten inanarak mı yazdın(ız) bunları? Adamlar bunla mı uğraşacak allahaşkına? Sanki Türk insanının kas yapısı ve gücü çok caydırıcı unsur da onlar (kimse artık, siz biliyorsunuz bunları da) için, işleri-güçleri yok, seni burada ne güzel ekonomik olarak, dış ve -yakında bekliyorum- iç politik açıdan çökme aşamasına sürüklemek varken ve ne güzel de başarılıyorken bu (tanrı başımızdakilere zeval vermesin aman!) “vay efenim şu halk ufalsın, Çinliler gibi minnacık olsun!”Valla enteresansınız.İyi de, ayriyetten bizim neden Japon, Çinli gibi ufak tefek olmamızı arzulasın ki adamlar? Bugün bu milletler çok mu mallar, küçüklükleri yüzünden çok mu gerideler? Yoksa tersi biçimde Japonlar dünyada hatrı sayılır şekilde liderlerden biri de, Çin de yakında ekonomik olarak dünya devletlerinin anasını belleyecek mi?.. Bunun muhasebesi size kalsın.Konudan çok fazla sapılmış gibi. ikonoklast, eyvallah, güzel yazı olmuş. Bilinçsizliğimiz had safhada kesinlikle ve bundan toplumu döndürecek olanlar ya kendileri de bilinçten yoksun ya da bizzat bu ekonomik sömürünün aleti, maşası konumundalar (medya, tv, … reklâmlar). Bir-iki bir şeylerin değişmesi adına adım atanlar elbet oluyor fakat, onlar da her zamanki gibi (değişmedi yazık 30-40 yıldır) yıldırılıyorlar bir şekilde.Hadi rastgele.
emülatorler ve kimyasal bileşenlerle üretilen gidalar mevzu bahis ve sağlıklı beslenme,kopanistiye katilmiyorum ve eğer bu konuda ciddiyese,böylesi bir paranoya yine bizlere özgü der geçerim.bir çinlinin yada meksikalının,şu türklerin kas gücünün ne etsekte bertaraf etsek sıska bir millet eylesek şunlari diye düşünüp mutfak kültürlerini dünyaya açacaklarini sanmiyorum.kaldiki günümüzde 250 kg lik top mermileri yerine konvansiyonel silahlar mevcut,akıl ve parmak gücü kafi.obezite ise mesele bunu doymamaiş yağ orani yüksek yağlar,üretimde kullanilan emüglatör ler ve katkılarla sağliğimizi yitiriyoruz.fast food kültürü almiş yürümüş 24 saatin yetmediği günümüzde.ama bu yine ticari pazarlama fikriyatindan çok uluslu gida devlerinin kar odakli anlayişindan kaynakli,gaye türk milletinin sıskalaştirip 250 kg lik top kaldiramasinlar diye değil,para kazanmak adina olup biter.
@kopanisti nin yorumu sanki bir kepap firmasının internette “manifesto” olarak yayınladığı yazı gibi?Dengesiz beslenme gerçekten köt eskiyle yeniyi kıyaslamak e derece doğru tartışılır aynı derecede yeseniz bile o zamanki insanımız daha haraketli,daha çok yük kaldıran(mesala evlerine suyu taşıma) vs gibi durumdalardı,bunlarda haliyle yediklerini daha rahat yakma ve kas oluşumuna katkıda bulunan durumlar.Bir ekleme daha şimdiki yediklerimizde o zamankiler kadar doğal olsa(buna şu an ki köylerimizde yenilenlerde dahil) bu kadar hastalık ya da sorun olacağını sanmam.
hımmm
Merhaba,Çağları karşılaştırmak doğru mu? Tabii ki doğru.. Yaşam biçimlerimizdeki farklılıktır temel etken kilo kontrolünde…Çeşmeye gidip kova ile su taşımıyoruz.. Hatta bulaşık bile yıkamıyoruz.. Herşey çok kolaylaştı yaşamımızda.. Yakıt full ama tüketim yok.. Ondan sonra da obezite de gelir hastalıklar da..Fiziksel aktivitelerimiz ile tabağımızda ki yemek miktarımız doğru orantılı olmak zorundadır..Bunu dışında katkı maddeleri ve fast food lar da bu kilo ve hastalıkların yaşanmasında diğer etken bana göre..İşin vatanseverlik yönüne gelince.. Komplo teorisi gibi gözüksede bazı kaygılar.. Tamamen reddetmek mümkün değil…Türkiyenin nüfusunun % 70 inin genç nüfus diye tanımlandığını düşünürsek… Ve bunu dünyada ki diğer ülkelerin genç nüfus oranları ile kıyaslar isek… Üffff…Bir de siyasi ve coğrafi konumuna bakarsak…Bilmem…Yukarıda yazanlar sahiden sadece KOMPLO TEORİSİ diye kestirilip atılabilir mi?Sevgiyle Kalın…
Fırsatını bulmuşken reklamımı yapayım 🙂 Buradan buyurun; zayıflayın…
yorumlara goz attim da, @kopanisti’nin şaka yaptığını düşünüyorum, kimileri de ciddi sanmış herhalde. ciddi olarak komplo teorilerinden bahsedecek olsaydı, “insanları obezlik ve ona bağlı hastalıkların pençesine düşürüp, mahvetmek isteyen hainler var!” filan diyebilirdi. ama böyle hainlere gerek yok, zaten ne ediyorsak kendi kendimize ediyoruz. kimse bizi iki adımlık yerlere otomobille gitmeye, televizyon karşısında yağlı şeyler yiyip hareketsiz bir yaşam sürdürmeye, gazete köşelerindeki abuk diyetleri uygulamaya, kırk yılda bir doğaya gittiğimizde bol oksijen alıp yürümek yerine oturup mangal yapmaya zorlamıyor. diyet ve sağlık konusunda bir sürü yanlış bilgiyi pompalayan necip türk medyasını da çinlilerle japonlar yönetmiyor. 🙂 ancak son günlerde seyrettiiğim “şişir beni” (supersize me) filminde söylendiği gibi tüm dünya insanları gibi biz de, özellikle zihinsel kirlilik yaratan zehirleyici bir çevrede yaşıyoruz. (toxic environment) çok dikkatli olmak lazım.@xerre’nin söylediğine gelince, köylüden değil, “köylü zihniyetinden” sözdiyorum. yaşama koşullarının getirdiği dar görüşlülük, cahillik, bir yandan da ben bilirimcilik. belki lümpen zihniyet demek daha doğru olurdu. bu zihniyetteki insanlar, daha çok şehirlerde yaşıyor üstelik.
Merhaba,Dejenerasyon..Bu kelime yi duymamış olanınız varmı? Kopanistinin hangi amaçla yazdığını bilemem ama bildiğim bir şey varsa o da genetik özelliklerimizin dejenere olmaya başladığı..Dejenerasyon küçük küçük başlar.. Hissedemezsiniz zaten dejenere olurken…Yukarıda bahsedilen şeylere geniş bir persfektif ile bakar isek ben dejenerasyon görürüm bir başkası gelişim ve modernleşme görür..BU TAMAMEN BAKIŞ AÇISI İLE İLGİLİ BİŞİDİR.. SAYGI DUYMAK LAZIM…
Yıllar önce bir gazetede okumuştum. Yazarın annesi ağır hastalanır, doktor tuzsuz, şekersiz, rakısız, sigarasız zehir gibi bir reçete koyar kadının önüne. Teyzemiz reçeteye bakar; doktor bey, hayatta kalmak değil yaşamak istiyorum ben der..Aynı hesap bende de var, kahveyi ve içkiyi yasaklayan doktoruma ancak gülebilmiştim. Bir yıl fazla yaşamak için 50 yıl eziyet mi çekilir kahvesiz..
Japonlar Kafkasyalilardan sonra en uzun omurlu milleti sanirim. Bunun nedeni dusuk yagli ve dusuk karbohidratli (cig sebze-balik) yeme aliskanligi olabilir. Kafkas milletlerinin diyeti de cok yuksek protein icerir, karbohidratlari bugday degil misir iceriklidir; biraz da yuksek rakimlarda yasamalari ve hareketli hayatlari onlari (soykirim haricinde) uzun omurlu kiliyor sanirim.Japon ve Cin yemeklerinin cok eski tarihi var, bunun varligini inkar edenler de kompleksli ve onyargili insanlar kanimca.
çocuklara çikolata neyin alırken içerigini okurum lesitin kesinlikle soya lesitini olmalı mesela, hidrojene bitkisel yag da tercih etmedigim maddelerdir ama ona dikkat etsek bu kez başka katkı maddeleri var içinde şaştık gitti
Diyet ve Zayıflama efsaneleri mi desem yalanları mı desem ne desem bilemiyorum ama mutlaka bilinçli hareket edin sağlığınızı riske etmeyin… http://www.30gun.com
Teşekkurler genel anlam iyi bilgiler fakat Türkiyede yavaş yavaş obezite sınırına girmektedir.
Bilgi için teşekkürlerreklamacaiaçai 1200acai berry
bilgi için teşekkürlerbalon süslemeleribalon süslemebalon süslemesibaloncuuçan balon