Tam da ihtiyacım olduğu anda geldi. Tam da yapayalnız olduğumda, iyice düşkünleştiğimde, bir kenera itiliverdiğimde geldi aşkınız. İnsanoğulları arasında en sefil, en zelil olduğum anda yakıp kavurmak için imdada yetişti. Daha düşkün bir anımda yakalayamazdı. Bir başıma, soğuk odalarda battaniyelere sarınıp ısınmaya çalıştığım, akşamları karnımı ucuz yollu ekmek ve margarinle doyurduğum, çayla keyfettiğim anda. Yaz aylarının bomboş tozlu meydanlarında, terli şaşkınlığında; karla kaplı yollardan geçerken gördüğüm köy evlerinin ıslak damlarında, kömür kokan bacalarında aşkınızı kokladım. Su alan pabucumun içinde üşüyen ayaklarımı sesinizle ısıttım. Ah, o sesiniz; sizin sesiniz.İstanbul bir derya, siz o deryada bulduğum gençliğimdiniz. Yollarda kurduğum düşlerdiniz. Uykusuz aldığım yollarda. Savrulan karda beklediğim saatlerdiniz. Kızarmış burnumun, gözlerimin, kısılan sesimin, soğuktan moraran ellerimin beklediğiydiniz. Siz yollardaydınız.Siz karnımın açlığını, uykusuzluğumu, sefilliğimi, yapayalnızlığımı okşayan bir şiirdiniz. Ah siz…

Ne bu kurumuş nehir; gözyaşımÖnümdeki diz boyu karanlıklar da neNe bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım(…)

Sizin gençliğiniz benim gençliğimdi. Şiiriniz, acınız, aşkınız, hararetiniz benimdi. Ruhumu kasıp kavuran şiiriniz. Gönlümü yangın yerine çeviren şiiriniz.Siz, yollardaydınız. Savrulan rüzgarda, bomboş tenha yollarda gördüğüm o tek ağaçtınız; ölümüne beş kalmış. Ölümden söz eden sizin sesiniz miydi…Siz, sonbaharın son rengiydiniz. Ölmeden evvel, karlara gömülmeden evvel, tüm umutsuzluğuna rağmen doğanın sunduğu son renk, son kokuydunuz; inadına ve tüm gücüyle. Siz o kokuyla beni yerle bir ettiniz. Bir daha iflah olamayacağımı bilemezdiniz. Ne denli yandığımı, nasıl yerle yeksan olduğumu göremezdiniz.Ah, sizin gençliğiniz benim gençliğimdi.

Yapraklarım yok artık kuşlarım yokBüsbütün viran oldu dağlarımEzberimdeki türküler de savrulup gittiÖmrümün karşılığı kalmadı sesimde(…)