Kuşluk vakti yazının sıcağı bastırmadan kaçmak, serin ormana yetişmek için acele ediyorlar. Anayoldan yeşil orman denizine saptıklarında heyecan doruktaydı. Yürekleri kıpır kıpırdı. Birlikte geçirecekleri bu temmuz gününün heyecan ve merakı içindeydiler. Elleri zaman zaman direksiyon üzerinde, zaman zaman da vites kolu üzerinde birleştiğinde içleri ısınıyor, titriyorlardı.Köy kadınlarının “sığır sidiği” diye işledikleri nakışlara benzeyen, kıvrım kıvrım dağ yoluna saptıklarında, heyecan ve korku karışımı duygularla sarsıldılar. Yalçın kayalıklar, yemyeşil orman denizi arasında keskin virajlarla yol ilerliyor, bir türlü bitmek bilmiyor. Dönüp dolaşıp az önce geçtikleri yerlerin biraz üzerine geliyordu. Ayhan direksiyona, Funda koltuğa kenetlenmişti. Yükseklik korkum var, yeniyorum galiba dedi Funda. Ayhan’a da güveniyordu.Derin bir oh! Çektiler, araba sustu. Son durak dedi Ayhan gülümseyerek. Funda, dalga geçme halimi görüyorsun diyerek, sitemli ama sevecen bir bakış fırlattı. Hani yazının sıcağından kaçıyorlardı ya, sırılsıklamdı her ikisi de terden. Heyecan, korku, sitres, o muhteşem yeşil deniz… Sarhoş olmuşlardı sanki. Derin nefeslerle oksijen depoluyorlarmış gibiydiler. Hava, filtreden geçirilmişçesine berrak, benim diyen ressamların tablolarında hiçbir zaman bulunmayacak bir manzaradaydılar.İzcilikte ve bağ evlerinde gece yakılan ateşin etrafındakiler, ateşten uzakta olanları göremez, ancak uzakta olanlara ateşin etrafında olanlar ayna gibidir. Şimdi Antik çağ (200) tarih ile modern çağ (2000)yani bizimkiler karşı karşıyadır. 200 ayna gibi ortada idi, 2000 yakın uzaktan izliyordu olanları. İlk karşılaştıkları abidevi kent giriş kapısıdır. İri kıyım nöbetçiler selamladı onları. Az ileride mezarlar, kendilerince iyi niyetlerini belirten hareketler ve sözlerle dua eden insanlar mezarların iki yanında…Kent merkezine girişte çok odalı, görkemli yapıda (fal merkezi) fal bakılmaktadır. Koyunun arka ayağından çıkarılan beş ya da yedi aşık kemiği ile bakılan (kemiklerin her bir yüzüne karşılık var kabul edilen sayılar…) fal merkezi. Üzerinde yüz yirmi yanıt yazılı taş masa başında kahin, etrafında insanlar merakla bekleşiyorlar. Duruşundan, öteki insanların saygılı davranışından önemli bir kişi olanı için açılan fal: 66661= 25 (Işık verici Ay Tanrısı)

“ Kurtların koyunlarına saldırışı, aslanların boynuzlu öküzlere saldırışı gibi, bugün bütün güçlükleri aşacaksın. Zeus oğlu Hermes’in yardımları ile bütün dileklerin yerine gelecek.”

Bir başka kişi için açılan fal: 44466= 24 (Çocuk yiyici Kronos)

“Bu tanrının bir öğüdüdür; yırtıcı canavarların ve intikam meleğinin üzerine gelmesini önlemek için evde kal, bugün hiç dışarı çıkma.”

Bizimkiler, sanki rahatsız ediyormuşçasına, ayaklarının ucuna basarak kıpırdandılar. Funda usulca bir gölgeye ilişti. Çantasından çıkardığı gazeteden “yıldız falı” sayfasını göstererek gülümsedi. Merakla burçlarına baktılar. Funda Ayhan’a dönerek seslice okudu falını.

“İyi bir gün yaşayacaksın. Şansın açık, bol kazanç görünüyor. Ama gayret göstermelisin.”

Funda kendi falını okumada gecikince Ayhan, senin fal ne diyor diye sıkıştırdı. Yüzünde tatlı bir gülümseme ile kendi falını da okudu.

“Mutluluk görünüyor, sevecen ol. Yaşayacağın bir olay ayaklarını yerden kesecek, şansın açık”

Ayhan yanına ilişirken masum bir öpücük kondurdu. Şaşırmış gibi yaptı funda, bekliyordu aslında, istiyordu da. Gözleri ışıl ışıl oldu ikisinin de, anlatmak istediklerini gözler söyledi. Etrafında insanların kendilerini izledikleri fikrine kapıldılar birden. Ama anladılar onlar izci ateşinin uzağındaydılar. Bir müddet el ele göz göze diz dize kaldılar. Az konuşuyorlardı ama birbirlerine çok şey anlatıyorlardı.200’ler arasında bir telaş başladı. Yaşlı bilgeler toplandı. Taşlı sopalı, mızraklı kişiler sağa-sola koşuştular. Etrafta kimsecikler kalmadı. Ta uzaklarda dış kale üzerinde insanlar karınca gibi görünüyorlardı ve hareketli. Azılı bir düşman kenti kuşatmıştı. Ama cesur, savaşçı kent aman dilemedi. Hatta düşmanın iki usta savaşçı komutanını yok etmişlerdi.Düşman kral :

“Bırakın benim yolum uzun, ordumu bir kartal yuvası önünde harcayamam.” diyerek uzaklaştı.

Ama giderken de yapacağını yaptı, kentin etrafındaki bütün zeytin ağaçlarını kestirdi.Kent merkezinde şimdi şenlik başlamıştı. Dans edenler fırıl fırıl dönüyordu ortada. Pazar kuruldu, sofralar açıldı. Yemeler içmeler, her şeyi paylaşımları görülmeye değerdi. Mutluydular, varsıllık içindeydiler. Zafer sarhoşu oldular, naralar attılar. Haklarıydı hani…Bizimkiler el ele göz göze bütün kenti dolaştılar. Antik çağı yaşıyorlardı sanki, etrafında insanları ve olup bitenleri görüyor gibiydiler. Tarihi yaşadılar. Tabi kedilerini de yaşamaktaydılar. Sıra sıra dizilmiş odacıklar vardı, eskinin dükkanları diye düşündüler. Tatlı bir serinlikle odaların birini seçtiler. Bilmem ne kadar kaldılar, ama ayrılmaya ayaklandıklarında kent gölge içinde kalmış, vakit geçtiğini o zaman fark ettiler. Mutlu oldukları gözlerinden okunuyordu.Yine sığır sidiği desenine benzettikleri yoldan düze inmişlerdi ki, Ayhan arabayı susturdu. Öteki kapıyı açtı. Elinden tuttu, yere indirdi. İkisi de şaşkındı. Ayhan ne diyeceğini şaşırdı, Funda neden indirdiğini anlayamadı…Cebinden çıkardığı kutuyu açtı:-Benimle evlenir misin?……………….Evet, şimdi evliler, çok da mutlular. Her şeyin bolluğunu, güzelliğini, sevgisini anlatan “Deniz” adında bir çocukları var.