one way
one way

.Ön Uyarı: Kendini zayıf hisseden bünyelerin aşağıdakileri okumadan, direkt başka bloglara kahkahalarla yollanmalarını tavsiye ederim.*
Hoparlörlerin sesi maksimumda ilettiğini biliyorum. Bütün düzenekler aylar öncesinde tamamlandı. Bulunduğum mekanın şu an için boş ve soğuk olması ne garip! Terkedilmişliğin uzun soluğu yakında değişecek. Ama bunu, mekana anlatmak imkansız… Bir köşeye atılmış boş koliler bile bekleyip görmek zorundalar. Yapmadıkları iş değil!Daha uzun süre endüstriye hizmet edebilme ihtimali olduğu halde, benim planıma uygun şekle getirileceğini nereden bilebilirdi, garın bu uzun süredir terkedilmiş, eski sistem, vagon tamir atölyesi? Kilit vurulmuş kapısının aralığından içeri giren tek misafirleri; kediler… Onlar da muhtemelen ısınma, barınma, yavrulama ihtiyaçlarını görüyorlardı burada. Zamanın burada biriktirdiklerine ve beraberinde götürdüklerine göz gezdiriyorum. Gez-göz-arpacık şeklinde bakıyorum ortama. Ama yüzüne vurmuyorum eskimişliğini. Nostaljisine tutunan, işlenmiş ama çatlamış pencere camlarına bakıyorum. Kimileri kırılıp döküldüğünden yerlerine yeni ama basit, özentisiz, alelade camlar monte edilmiş. Yorgun trenlerin bakım için davet edildikleri tarafın kapıları altından içeri uzanan raylar, uzun zamandır kullanılmamışlığın izlerini taşıyorlar. Parlaklıklarını yitirmişler. O taraf buğulu bir görüntü taşıyor ama aslında bu görüntü öğle sonrası güneşinin içeri sızarken, havada uçuşan tembel toz partiküllerini ele vermesinden kaynaklanıyor. Pis bir ortam aslına bakılırsa… Tıpkı içimi yansıtıyor.bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape Dışarıda havlayan birkaç köpeğin sesine irkilerek kafa kaldırıp, kulak kabartan kediler, yarım kalan uykularına köpeklerin güvenli bir uzaklığa gittiklerine emin olduktan sonra devam ediyorlar. Asıl tehlike içeride. Bilmiyorlar.Onlara bunu hissettirmek için mikrofonun üzerine yarım metre yüksekten bir kaç damla su döküyorum. Damlaların tam mikrofona düştükleri anda hoparlörlerden çıkan ses hepsinin uykusunu delice bölüyor. İçim bir tuhaf oluyor. Su damlaları mikrofondan etrafa dağılıyorlar. Aynı anda kediler de korkuyla sıçradıkları yerden kaçışarak kayboluyorlar. Aslında onların hayatlarını kurtardığımı bilmiyorlar.Suyu sevmedikleri aşikar! Ama bu ses suyun gücüyle öyle bir hıslamayı andırıyor ki; tüm hayatları boyunca bir daha duymak istemeyecekleri kadar güçlü!Suyun gücüne hep inanmışımdır.Artık geride kalan hamamböcekleri ve bilumum haşerat da kendi başlarının çaresine bakacaklar. Ben huşu içinde, o çok sevdiğim, eskimiş uçuk yeşil, kadife koltuğuma oturuyorum. Bir süre daha bu toz zerreciklerinin havadaki dansını izlemek, evrenin ruhuyla bütünleşmeden önce zaten tıka basa dolmuş belleğime bu görüntüyü de ısrarla yerleştirmek istiyorum.Mekanla sessiz sohbetimiz başlıyor. Kendisine pencere camlarına yazık olacağını söylediğimde, olacakların heyecanına eşlik etmekten büyük mutluluk duyacaklarını belirtiyor. “Bunca beklemişliğin bir amacı olsa gerek”miş. Biraz su içiyorum. İçime derince çektiğim nefesin değerinden bir şey kaybetmediğine gülerek, onsuz ve susuz yaşayamayacağımızı yazan kitapların ne kadar eksik, ne kadar baştan savma bilgilerle doldurulduğunu düşünüyorum. Ruhun gıdasını tanımlayan insanlığın, yürek gıdasını neden o kitaplara koymadıklarını da sessizce sorguluyorum.Yavaş yavaş yüreğin çürümesine neyin engel olacağını bilmeyen insanlığın kendisinin, zaten çoktan çürümüşlüğünü, anne sütüne aç çocukların göz yaşında ve petrol denizinde yüzmeye aç insanların beyinlerinden sızan irin kokusunda hissediyorum.Nefretimi tetikleyen bir hatırlama ile kalkıp kurduğum düzeneği tekrar kontrol ediyorum. Kısacık sürede sesimin, mikrofondan hoparlörlere iletilirken, çıkarabildiğim en pes sesten en tiz sese ve oradan da çığlığa dönüşmesiyle oluşacak 120 desibellik fark ve hoparlörlerin yaratacağı titreşim sayesinde çığlığın 60 saniye sürmesi halinde patlayacak olan ve burayı dünyaya karşı duruşumun bir mesajı haline getirecek eylemimin kalıntılarına dönüşecek titreşime duyarlı ve zaman ayarlı paketlerin bağlantı uçlarını son kez gözden geçiriyorum. Herşey yolunda gözüküyor.Yolunda gözükmeyen sadece kendimim… Yakalandığım boğaz kanserine yenik düşme riskini göze alamayışım… Sesimi son noktasına kadar kullanıp dünyanın çirkefine veda etmek isteyişim… Bu her tarafı viran mekanın bana, ben gibi bakışını farkederken acizliğimden yana duruşum…Sevdiklerime hep “Boğularak ölmek istemezdim!” deyişimi hatırlıyorum. Bundan güç alarak, mikrofona elimi uzatıyorum. Geride bıraktığım mektup; nasıl olsa internetin bir sayfasında bir kaç güne kalmaz yayımlanır. Çıkarabildiğim en pes sesin mekanda yarattığı etkiyle, havadaki toz zerrecikleri birden hareketleniyor… İçim yeniden bir tuhaf oluyor.* Bu da okumuş olanlara notumdur: Metnin tamamı, kabul edersiniz ki; bütünüyle hayal ürünüdür.