Bardağı taşıran isminde bir damla varmış, bir diğer damlanın ismi ise bardağı taşıran ilk damlaymış. Aslında bardağı taşıran bütün damlaların bir ismi ve karakteri varmış fakat malasef fıkra, deyim ve bunlar gibi insanların lisanda kullandığı bilimum göstergelerde kullanılan ilk damla ve bazen bardağa düşme önceliğine sahip ve bazen de sona kalma önemine sahip damlalar dışındakiler döken yada döküldüğünü görülemezmiş. Hatta hiç önemsenmez yok sayılırlarmış.En ve göremeyen insanlarcaTabi görülmeyenleri görenler haricinde…
yorumlar
Bütün bardaklardan taşan ilk damlaları toplasak bir başka bardakta, adını ne koyardın Fevkulbeser..
Hande-i istiğrab koyardım adını.
tutunamayanlar….
turp tarihi…
bardağ-ı taşıran ilk damla… ben böle kudum bi de?
Ziyaret saati dolan görüşmeler tadında da algılayabilir isek damlaları, bir bardak çerçevesinde, “İnsani” bir değer katmış olmazmıyız?Çünkü yok saymak…
“insani” bir değer katmış olursunuz elbette (:
Arkadaş gelmiş ismini ”Fevkul-beşer” koymuş yaw..
İnsan hakları tamam ancak bardak dediğimiz bizim doğamız, üretimimiz…Şu halde insani değer katan “çerçeve” bu sınırlarmıdır sayın fevkulbeşer? Kıssadan hisse kelam bir sınır da insani değer katabiliyor ise neyi yok sayıyoruz gene kendi ürettiğimiz ve üzerine düşündüğümüz değerler7objeler silsilesinden…İnsani değeri biz lafointaine misali benzetmeler ile mi yoksa bizzatihi sınırları ile mi ele almak gerekliliği vardır? Bunun sonu bir iki çizgi yüzünden mimik yakalıyıp ona karşı yaklaşmak/uzaklaşmak reklam teşhiri ile büyük bağlantılı olduğunu düşünmekteyim.Saygılar sevgiler zen yine düşündürüyorsun…
günaydın mı deniyo du…
bu arada dış kapının dış mandalı adlı yazınızıda hasretle bekliyorum efenim…
İnsani değeri katan bu çerçeve değildir nokta-i nazarımda, fakat görünen çerçeve budur; görenlerle görmeyenler arasındaki fark burda başlar, bazen gözlerimizi kapatıp oğuşturduğumuzda oluşan şekiller manalı gelir fakat onlar sadece bir kaç dakika evvel gördüklerimizin silüetidir. İnsan zeman mefhumunda sırt üstü yüzerken bu damlaları(katre?) görmek istemez çünkü aydınlığın körlüğüyle akıntıyla hareket etmektedir, diğeri denizin altına dalar ve damlalar akar gider yanından, önemsemez; ne zemanki zeman yükünü atarsın üzerinden o zaman bardağı taşıran ilk damlayı görürsün, yok saymazsın. Peki bu ne işe yarar? Lafontaine(intak?) asasen anlatımda işe gelen şekliyle dimağda bir damla oluşturur. İşte işe gelmeyip, işe gidenlere selam olsun. Kelimeler yetersiz kalıyor işte bazen ifade de, dediniz ya “reklam teşhiri” orda sanki başka bir şeyler var. Seviyorum bu paylaşımları.
Bir damla sirke, koskoca bir küp şarabı, sirkeye döndürebiliyor. Ne garip değil mi?
görülmeyenleri görenler diye bir şey yoktur. herkes kendi görmek istediğini görür. gerçek dediğimiz şey de ilk ve son damlada böyle bir şeydir. kimse arada kalan olmak istemez.velhasıl her zamanki cümlemle tartışmayı farklı bir kulvara çekeyim. gerçekler sadece görmek isteyenler için vardır.
”zoey DİYOR Kİ, (20 Mayıs 2008 15:53)pillibebekkuyuda DİYOR Kİ, (20 Mayıs 2008 15:35)Arkadaş gelmiş ismini ”Fevkul-beşer” koymuş yaw..günaydın mı deniyo du…”ah be canım Zoey, ben attım, sen de tuttun yani,Latife ediyorum Fevkulbeser e, laf atıyorum, geldiğinden beri biliyorum..
zaten kaçan gollerde hep pas olur….
Görülmeyenleri görenler hususunda, yaşanmış bir hikaye anlatarak kastımı açıklamaya çalışayım Nevdalist insanı.Cizvitler’den birisi Hindistan’a gidip Brehmenler’den birisiyle mübahaseye tutuşmu. Brehmen cana kıymamak için asla et yemediğini irad eylermiş. Cizvit bunun muhal olduğunu davaya girişmiş. Brehmen şu ikrarı verdiği günden beri, şu kadar sene geçtiği halde hiçbir cana kıymadığını ve ağzına mevadd-ı hayvaniyyeden bir şey girmediğini tavr-ı musirrane ile beyan edince Cizvit, ” Su dahi içmedin mi?” suailini bil-irad Brehmen tarafından cevab-ı tasdik aldıktan sonra, bir hüdrebin çıkarıp altına bir “damla” su koymuş ve Brehmen’e o suya bakmasını teklif etmiş. Brehmen suya bakıp da içinde ne kadar acib mahlukatlar olduğunu görünce, su içmek dahi bu zi-ruhları bel’ demek olduğunu anlayarak mağlub olmuş. Bu mücizkerane aleti güzelce temaşa etmek için Cizvit’ten isteyerek eline aldıktan sonra, kemal-i tevahhür ile yere çarparak paramparça etmiş ve demiş ki: “Allah belanı versin ey alet!!! Beni, bunca senedir bağlanmış olduğum iman ve itikadımdan tahtie ederek caydırdın. Ömrümün heba olduğunu gösterdin.
Göremeyen, görünmeyen ve görülmek istenmeyen arasında yer alan farkların tümü “Yok saymak” ediminde içrek yer tutar…Şöyle ki, yok saymak için bir nişan/hedef ve ıskalanan şeyler vardır. Iskalanan şeyler bütününün nihayi hedefe katkısı ölçüsünde; ah bunları yok saymamak gerekirdi! gibisinden manalar türetilebilir…Lakin yok saymak başka şeydir, algı metodolojisi bambaşka! Herşey görülemeyebileceği gibi önem arz eden durumları da dahil etmek gerekir.Apayrı durmak gerekirse, amaç/gaye ne olursa olsun birinin görülmeli idi dediğine diğeri soyut bakabilir, hiç oralı olmayabilirde. Esas nokta “Kaçırmak” veya sürekli bunu hissederek bir alınganlık geliştirmekte. Bocalama yahut şöylede olabilirdi gibi…O vakit ikinci üçüncü hatta çoğul diğer kişilerin ikazı ve “Yok” tanımının içi doldurulur tartışılabilir bir düzleme indirgenebilir. Malesef dediğin gibi “En” bir değer ve metodoloji sıralamasına denk düştüğünden (genişletilebilir/azaltılabilir) fark eşiğini oluşturur…Saygılar, sevgiler…
Misal her gün geçtiğin yoldaki ağaçların ne kadar uzun olduğunu kafanı yukarı kaldırıp bakmazsan göremezsin, aslında aynı dilencinin her gün farklı bir elbise ile dilendiğini anlamazsın, her gün yediğin lokantada salatanın içine yarım domates doğranmıştır bu sefer ve giderek azalır; görülmeyeni görmekten kastım budur, geniş bakabilmektir, ayrıntıları görebilmektir.
Bakmak görmek değildir, duymak dinlemek değildir…
Elbette görülmeyen dendiğinde menfi bir olaya işaret edip “yok” a gitmektedir Wassago2000 insanının dediği gibi, işte yoktan var oluşturmaya yaptığınız tenkit
demeniz işaret ettiği nokta olarak çok güzeldir ama bu nokta görülmeyeni görmeyle tenakuz oluşturmaz. Misal; İnsan hayvan-ı natıktır, her hayvan-ı natık insan değildir. Örneğin papağan ve muhabbet kuşu da vardır. İstisnai durumlar mevcut olabilir, bu istisnai durum genellemeye tabi olunmak zorunda değildir. Umarım meramımı ifade edebilmişimdir.Tebessümle kalın.
Haklısın zen ancak bak bu işin sonu nereye varıyor…Geçen perşembe günü Doğan Hızlan’ın şiirlere yer verdiği köşesinde şu başlık gözüme ilişti; Sevmesini bilmeyenler (üç aşağı beş yukarı buna benzer bir başlık hata olmasın).Yani günümüz gençliğinin daha dokunarak yaşadığı ve sevgiyi/hissetmeyi bilemeyebileceği yargısına varıp nasıl yok sayarsınız’a bir tepki niteliğinde.Şimdi işin ucu çok açık ve dediğim gibi aslolan bu betimleme ile muhatab olunan hassasiyet, bocalama ile ilgili. Bilinmeyen ve algılanamayan yoktur önermesine ek bu herşeyi bilme veya gerçek değeri verme kontrol tutulmasının ürünü “Yok sayma” durumlarıda var tabii…Açık ve rahat olmak ümidi ile…
Gerçekler acıysa ” yok saymak” en iyisi midiir, Wassago insanı..
Bunu bilemem pillibebekkuyuda… Gerçek nedir desen onu da bilemem…Ancak neye yok dediğimizi biliyorum, bilmediğimize!Yani ölüm gibi ancak ne derece gerçek siz de tahlil edebilirsiniz…
Hadi yok say bakalım…Bu tümceye izin verdiğiniz için teşekkür ederim pillibebekkuyuda.Yani buna kişi karar verir! Nihayi düşüncem bu bireysel durum hedef ortaklığı yahut tutulma/hassasiyet gibi durumlarda paylaşılabilir veya çoğul düşünülebilir olmaklığıdır…
o zaman tek gerçek ”ölüm” onu yaşarken, yok sayıp, gelince, yok oluyoruz..
Yani yaşarken ölümü ”yok sayıp” biz hayatta kalan oluyoruz..Kalan, gerçek oluyorsa..Biz gidince tek gerçek ”ölüm” oluyor..
..yok saymak için önce ‘varlığı’ edinmek onu tanımak gerekir..yok saymak bilinçlice verilmeyen bir tepkidir. tepkisizlik halidir..herkes benzer şeyler görür , fakat biricik insan algısı, parmak izi kadar kişiye özeldir, özneldir. bu kimsenin birebir aynı rüyayı görmemesine benzetilebilinir..ağaçlara bakan kısa boylu birinin algısıyla, aynı ağaçlara bakan uzun boylu ötekisinin algısı birbirinin aynısı olmadığı gibi, daha önce her gün ağaç gören biri ile ilk kez ağaç gören birisinin edinimi de birbirinden epey farklı olacaktır..burda deneyimler ve yaşanmışlık devreye girer..gerçekleri görmek mevzu bahis olamaz..birilerinin görebildiklerinden ötesini görebilenler (bilgeler, sanatçılar..vs) kendilerine kıyak geçmiş ve gördüklerini gerçek olarak nitelendirmiş olabilirler..sirkenin saraba girmeden önceki tek damla halini, şarabı ve sirkeye dönüşmüş şarabı birlikte görebilen insanlar geniş bakabilirler..ayrıntıları seçebilirler..fakat ayrıntı kimisi için şarabın rengi iken ötekisi için, sarabın tadı olabilir, ve bir diğeri için şarabın verdiği sarhoşluk hissi olabilir..geniş bakabilmek ile derin bakabilmek de birbirinden ayrı düşünülebilir..geniş bakan, ağaçların boyunu, sayısını, etrafı, geniş sınırlar içinde çevreyi görebilecek iken, derinlemesine bakan, ağacın üzerine konmuş bir arıyı, ağacın ayrı ayrı onlarca rengini görebilir.görebildiğini hissetmek ise, gözün gördüğünün zihinde işlenişidir..göz işlevini tamamlar, ve zihin görünene anlam yükler..fakat bu anlamlar, medya sahiplerince, ele geçirilmiş, ve tamda sözünü ettiğiniz ‘reklam teşhiriyle’ istenilen biçimde kullanılır..cola içerken gördüğümüz mutlu aile portrelerine kolaycacık kanmakta ve hızla kola tüketmekteyiz..oynanan tüm oyunlardan haberdar olmamıza rağmen, bile bile lades demeye devam etmekteyiz.
Absence of sense çok güzel toparladın. Teşekkürler.
Baktığında sadece ağacı gören insanlar olmasa herkes ormanı görse, dünyanın düzeni bozulur kanımca..Bir şirket düşünün, ormanı gören insan sayısı fazlaysa, ağaçları tek tek kim sayacak..Yönetenler ve yönetilenler vardır bu dünya da..Bakış açısının farklı olmasıdır, düzeni sağlayan..
“Sen ağa, ben ağa; bu ineği kim sağa” diyosunuz yani Sayın PBK.Bir burjuvadan pek yadırgamadığım kelamlardı bunlar. Bir asilzade olarak sizden Saint-Simon olmanız recasında buyurmuyoruz muhakkak ki. Hem de eşitlik, yetenek nisbetinde gerçeleşebilecek, vuku bulabilecek birşeydir. Zorlama ile olamadığını, kobay olmak zorunda kalan milyarlarca insan (özellikle kuzeyimizdekiler) bize gösterdi malesef. Ama karşı cenahta pek iç açıcı bir hava alma alanı sunmadım mı, inek de telef oluyor, çoban da, ağa da..Bir yetişkin bireyin beynini, bir çocuğun beyninden ayıran en temel farklardan biri; empati yapabilme yeteneğidir. Çocuklarda ilk başlarda bu yetenek zayıftır ve verdiği kararların isabetsizliğinde bu yetersizliğin nedeni büyük olur. Empati kuran birey, bir diğerinin fenomenolojik alanına girer. Kendi subjektif algısından yekdiğerinin subjektif algı alanına nüfus eder. Haliyle de daha geniş bir alanı algılayabilir. Empati yeteneğini geliştirebilen bireyler ise; siyasette daha geniş kitlelere hitap eder, reklamcı ise daha geniş pazar paylarına ulaşma başarısı gösterir, iletişimci-gazeteci ise kitle iletişiminde nüfus alanını genişletir vs..Genelde biz empatiye, öteki insanlara lütuf olarak kullandığımız bir yetenek gözüyle bakarız ama esasen o yeteneğe asıl kendimiz muhtacızdır. Gayrımızdakiler değil.
Evet, ”Empati”yi tek geçerim..Honda nın kurucusu olan ”Soichiro Honda” fabrikasında çalışan işçilerin tulumlarını giyip, kendileriyle dönem dönem, 1 gün boyunca çalışıp nelere gereksimleri olduğunu böyle anlar..Aynı zamanda rahmetli ”Vehbi Koç” un da bunu yaptığı söylenir..
yalandır…
Söylenir..
şehir efsanesidir, gerçek değildir…
Hiçbir kurumunda çalışmadım..Ama bu insanların farklı bakış açıları olduğu bir gerçek..Birileri ağaçla uğraşırken diğerlerinin bütün ormanı görmeleri kesinlikle bir yetenek..Doğru zamanda doğru karar vermek..Doğru zaman da doğru yerde olmak.. işin sırrı gibi geliyor..
onun tek doğrusu sömürü ve daha çok kâr dır
Gençler boş durmayın, çalışın, köylüsüyle kentlisiyle, yaşlısıyla, genciyle, tamircisiyle boyacısıyla işçisiyle işvereniyle konuşun, iletişimi öğrenin, perdelerin arkasından bakmayın hayata..Yaşayın, hissedin, isteyin, alın..Sabah sabah gaza geldim hadi hayırlısı..
peah !
Off puhh hım hım..Cümlelerle verilen tepkileri daha çok dikkate alırım..
@pbk baktığında herkes ağacı değil ormanı görse düzen bozulur demişsin..ama şunu unutmayalım ki, düzen değimizin zaten hasıl olduklarımızla şekillenen bir süreç..bu düzen bozulurdu evet, fakat yerinde farklı bir düzen peydah olacaktır..belkide daha yaşanılası bir düzen..fakat bu söz ettiğim zaten olası güç bir idea..farklılıkların yok olması mümkün değil..fakat bundan da öte, o yönetici kudretine erişen kimselerin bu sırrı hepimizden önce çözüp, diğerlerinin ormanın bütününü görmesine engel oldukları aşikar..televizyon ile istediklerini yaptılar, istediklerini gösterdiler, istediklerini gördük..söylemek istediğim bambaşka bir şey..aynı büyüklükteki farklı renklerdeki, kare kesilmiş kartonlara belli bir uzaklıktan baktığınızda her biri göze farklı büyüklükte görünecektir..bunun nedeni, bazı renkler yansıtıcı, yayılan, bazıları ise, toplayıcı merkeze çeken renklerdir..bu nedenle bazen giydiğimiz kıyafetlerin bizi zayıf gösterdiği bilinir.
”fakat yerinde farklı bir düzen peydah olacaktır..belkide daha yaşanılası bir düzen..fakat bu söz ettiğim zaten olası güç bir idea..farklılıkların yok olması mümkün değil..fakat bundan da öte, o yönetici kudretine erişen kimselerin bu sırrı hepimizden önce çözüp, diğerlerinin ormanın bütününü görmesine engel oldukları aşikar”Şimdi süper yorumlar çıkıyor buradan..Türkiye nin 1 numara olmasa da orta düzeyde Sanayiicileri arasında çalışıyorum..Adamlar farklılar, bir rapor sunulduğunda bütçe departmanın 10 gün üzerinde çalışıp sundukları rapordaki bir yanlışlığı baktıktan 10 sn sonrasında görüp, havaya fırlatan insanlar var burada..Onları anlamak için normal bir zeka yetmiyor..Baş ağrılarına yakalanıyorsun, hayretler içerisinde kalıyorsun..Böyle adamlar tabii ki diğerlerinin bütünü görmesine engel olacak..Olaya bakış açıları, teknikleri, gördükleri kendilerine özgü çünkü..
Bu durumda ister istemez, o yönetici kudretine erişen kimselerin bu sırrı hepimizden önce çözüp, bunu uygulayan ve senin hizmetini para karşılığı senden alan karşılığında sana rahatlığını sağlayan o düzenin bir parçası oluyorsun..Ve çark böyle dönüyor..
John Zerzan dan bihaber olanlar varsa, burdan makalelerine bakabilir, bir şeyler anlatıyor amcamız!!!
GreenAnarchy
Okunması gereken bir eser..Atlas silkindi..
zen çok sağ ol.
Atlas Silkindi’yi berberime hediye ettim okuduktan sonra, ullyses parçalanmak üzereymiş daha kalın olması hasebiyle küçük çocukları traş ederken daha faideli olacağını düşündüm.
:))..
üniversiteye giderken amerikalı uluslarası iktisat dersi hocam derslere hiç devam etmediğim için “Atlas Silkindi”yi alırsam geçeceğimi söylemişti, 3 günlük yevmiyeme mal olmuştu kitap. Bende anısı kadimdir.
Senin bu kitabı okuduğundan öyle ya da böyle hiç şüphem olmamıştı ki zaten..:))
Aynı hocanın “AB ekonomisi” dersinden de “Düşün ve zengin Ol” kitabını alarak geçmiştim. Derslere girmeyi pek sevmediğimden kitap alarak geçiyordum.
Hayatta olduğun yerde kalmamaktır önemli olan, alacağını al, kitapları fırlat Zen’cim..
Külah yaparken işe yarıyorlar. Küçük olanlarıda soba tutuşturmak için kullanıyorum.
küçükken mahallemizde bi çekirdekçi vardı, kitapların yapraklarını külah yapar içine çekirdek leblebi koyar yazlık sinemanın önünde satardı, hem çekirdek yer hem kitap okumuş olurduk, bi kereresinde Tusi’nin bahnamesi denk geldiydi…
Süpermiş kopanisti.
dört nesnesi kara gerek: saçı, kaşı, kirpiği ve gözünün karası.dört nesnesi kızıl gerek: dili, dudağı, yanakları ve avurdları.dört nesnesi yuvarlak gerek: yüzü, gözü, topukları ve bilekleri.dört nesnesi uzun gerek: boynu, burnu, kaşı ve parmakları.dört nesnesi hoş kokulu gerek: burnu, azası (eli, kolu, ayaklari ve bacaklari), koltuk altları ve ayakları.dört nesnesi geniş gerek: alnı, gözleri, göğsü ve butları.dört nesnesi dar gerek: burun delikleri, kulak delikleri, göbek deliği ve ağzı.dört nesnesi küçük gerek: ağzı, elleri, ayakları ve kulakları.ve dahi avradın başı ne büyük ve ne küçük ola. boynu ne uzun ve ne kısa ola. ve eti dahi değirmi (yuvarlak) ola.ve benzi ak ola veyahut kaz benizli veya karayağızın güzeli ola. ve teni de pembe ola.ve saçı sık ve uzun ola. zira saç avradların yüzsuyudur. ve güldüğü vakit güzel ola. zira avradın gülüşünün hoşluğu, diğer özelliklerinden önce gelir. ve gözlerinin karası çok ola, kaşları da çatık ola. ve yürüdüğü zaman, kalçasının etleri deprene.ve huyu tatlı ola, sözü tatlı ola ve yumuşak ola.
Bu ilme senelerini vermiş alimler, fercin üç türü olduğunu söyler ve “Biri gayet büyüktür, biri gayet küçüktür, biri ne büyük ne de küçüktür” derler.Avratın ağzı büyükse, ferci geniş olur. Ağzı küçük ve darsa, ferci küçük olur. Baldırları ince ve gırtlağı çıkıksa ferci büyük olur. Alt dudağı kalınsa, fercinin iki kenarı da kalın olur. Üst dudağı inceyse, fercinin iki kenarı da yufka gibi ince olur, ama ince kenarlı ferç kuru olur. Saçı seyrekse, ferci yumuk olur. Çenesi uzunsa, ferci alınlı olur. Yüzü büyük ve boynu kalınsa dübürü küçük, ferci ise büyük ama dar olur. Ayağının üstü etliyse ferci çoook büyük olur, erkeğine de çok bağlanır.Şimdi sıra, hangi avratın cimadan zevk aldığını, hangisinin almadığını öğrenmeye geldi. Avratın burnunun ortası yumru gibiyse, cimaya meyli az olur.Kolunun arkası çukursa, cimaya meyli çok olur. Benzi kızıl ve gözleri maviysecima merakı az olur. Gülmesi ve hareketi çoksa, cimaya da rağbeti çoktur. Avratın teni sıcaksa, cimaya gece gündüz demez meyleder. Ağzı küçük emçekleri sarkık ve yumuşaksa, şehveti az olur ama cima ettikçe hoşlanır ve şehveti de artar. Baldırları etliyse şehveti çok olur, cima etmeden duramaz. Bunlar azgın avratlardır. Raksetmeyi, oynamayı seven avratlar da böylesine azgındır.
Erkeğin pipisi kısaysa papaz olur, o da yetmez sadist olur..
:))
erlerin zekeri üç boydur.Birincisi gayet uzundur, 12 parmak boyundadır.İkincisi sekiz parmaktır.Üçüncüsüyse altı parmaktır.Büyük zeker ile büyük fercin cimasi uygun değildir, cimanın tadı anlaşılmaz.Amma kalın zeker ile orta boy ferce cimanın lezzeti de anlatılamaz.Gerekirse, küçük zeker ile orta ferce cima edilebilir ve lezzet alınır.Lezzet ve zevk bir yana bırakılıp cima doğacak veledin sıhhati düşünülerekyapılırsa, büyük zeker büyük ferce, orta ortaya, küçük de küçüğe ithal edilmelidir. Böylesine cimalardan doğan bebek ana babasına benzer, vücudunda eksik ve kusur olmaz, teni tertemiz çıkar.Yoook, bu dediğimize uyulmazsa insana aygır veya kısrak tohumu katılmışabenzer bir çocuk ortaya çıkar.Sözün kısası, her cins, kendi için yaratılmış cinsle bir arada olmalıdır, vesselâm!..
Bardağı taşıran son damla (:
Damlaya damlaya göl olur… :)Yahut biz uyuruz enflasyon olur… (:
Su uyur düşman uyumaz, hem su akar yatağını bulur..:)
su akar güldür güldür, gel de yar beni güldür…
Su candır (:
Bir içim su (:
Bu enflasyonu yaşatmak gerekir diye düşünüyorum…
Ukraynadan dün döndüm de biraz güzel enflasyonu insanın yüzünü güldürüyor:)
Aşırısı olunca vay canına oluyor 😮
…
…
..
sed, amacın ne :)))
amac kim… o ne …:)) can sıkıntısı kopican, öyle içim geçmiş bir an…( çok kafiyeli oldu hee:))
hem sanat eseri yahu.. luis royo işte…
alâ, alâ :))
Bardağı taşıran ilk ve son damlanın pekte farkı yoktur. Belki bir tarih kitabında yer alacaklar belki bir kronoloji sayfasında koyu harflerle yazılacaklar.Fakat o iki anın arasında kalan zamanı çok az kişi merak edecek ve daha az kişi bilecek.Arada kalmak böyle bir şeydir işte.Lafın havada kalması..Onca ses onca gürültü arasından seçmek onu ve kavramak ve idrak etmek.Belki de görülemeyeni görmek budur.Bazen gözünün önündekini göremezmiş insan.Gözünün önündekini, yakınındakini, içindekini..”Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız..” diyor şair. Yani pergelin ucunu başkasına saplıyoruz, kendimize değil.Biz yokmuşuz, sanki hiç olmamışız gibi.Var olmak aşkıyla o çembere dahil olabilmek için kendimizden vazgeçiyoruz.Kendimizden, yani acılarımızdan, sevinçlerimizden, kelimelerimizden ve tarihimizden..Doğu irfanı kendini tanımaya çalışan bir irfan.Merkezinde insan var.Yani biz. Maddenin; kütlenin, termodinamiğin ve üretimin altında ezilen insan çareyi kendine kaçmakta arıyor.Doğru mu?Öyleyse çocuk neden annesini satırla kesiyor. Kendine mi kaçıyor? Yoksa kendinde öfkeden başka bir şey yok mu?Göremiyor muyuz?Adam çıkıp “yanlız ve güzel ülkeme” diyor. Bu yanlızlığı ve güzelliği gören kaç kişi var bu memlekette. Bu ülkenin insanları ne ilk damla ne de son.Onlar doğu ile batı arasında arada kalanlar.. Belkide jeopolitik olarak güçlü olan bu coğrafya kültürel anlamda bir arada kalmışlık doğuruyor.Bilemiyorum…
Arada kalmak tanımı ve öfke anlatımına şiddetle karşı çıkıyorum! Jeopolitik nedenler çok şeyi belirler, öyle ki israil Tel avivde şiddetli sex, drugs and club (Rock’n Roll) mantığı hakimken filistinli gençlerde ne kültürü var sanıyorsunuz. Keza üniversiteleri arasında ne fark vardır? Aynı coğrafya, Para, mantık, bilgi şu bu daha etkili görünüyor suphi. Kültür nedir? nasıl oluşur?Sen arada kalmışlık tanımını böyle yaparsan tam dediğin gibi olur… Anlatabiliyormuyum?Sonrasında yaşananların tek gerçeği ülkemizde kadın ve erkeğin evlilik dışı sex deneyimlerinin istanbul, izmir gibi gelişmiş kentlerinden bütüne nüfuz etmesi ve insan, düşünen varlık yetişmesine bağlı evrensel kültürel kodları yakama moduna girer o vakit sen de görmeye başlarsın…Hele hele ortaçağ mantığı ile dini yaşayan kültüre (bir insanın diğerine hop birader, aile var, dul kadın be ve bunun gibi) dayatır, kadının kafasını kapatıpmak fikrini erkeklere ve kadınlara küfr ederek dayatırsan arada değil geride kalırsın.İnsan bir tanedir, din budur!
“Bunun sonu bir iki çizgi yüzünden mimik yakalıyıp ona karşı yaklaşmak/uzaklaşmak reklam teşhiri ile büyük bağlantılı olduğunu düşünmekteyim.Saygılar sevgiler zen yine düşündürüyorsun…”Doğum günümde bu yorumu yapmışım yine bu blog’a. Şimdi ne kadar anlamlı geliyor…Ne olmuş, konu nereden geldi, ne yazmışım diye incelerken, kendi geçmişimin şimdiki halime akuplasyonunu, yahut süperpoze (poze olmuş anlar) bütününe bakıyorum. Düşünceye saygım sonsuz(zamansız)…
@ Wassago2000 Bütün yorumları okumadım.Fevkulbeşer’in en tepede yazdığı yazı hakkında bende çağrışım yapan yönüyle kendimce bişeyler söylemeye çalıştım.Yaptığım tanımlara “kesin doğrudur” diyemem fakat üzerinde konuşabiliriz elbette.Yazdıklarınızı anlamakta güçlük çekiyorum. Çok iyi bir anlayışım olduğunu da idda etmiyorum, yanlış anlamayınız.Rica ederim.Eleştirilerinize anlayabildiğim kadarıyla cevap vermeye çalışayım.Arada kalmışlık tanımını iki manada kullandım.Birincisi; fark edilmeyen, önemsenmeyen en az popüler aydınlar kadar aydın ve değerli insanlar.Bu şekilde olan insanlar olduğu gibi aynı şekilde meydana gelen olaylar da vardır. Mesela çoğu kimsenin farkında olmadığı bir ayrıntının sizin için çok değerli olması gibi birşey. Yahut başka bir şey.Mesela; “Bazı haberler vardır; ortaya çıktığında yerin yerinden oynayacağını sanırsınız” yazısındaki gibi.(linkteki siyasi parti ile bi alakam yoktur)İkincisi ise; yazımın sonunda bahsettiğim gibi iki kültür arasında kalmış insanlardı.Elbette ekonomik gücün, mantığın, dinin ve dilinde en az coğrafya kadar etkisi vardır toplum yaşamında.Ben coğrafyayı işaret ederken bunları yok saydığım anlaşılmasın.Bugün televizyon, internet, gazete gibi iletişim araçları sayesinde dünya artık küresel bir köy halini almaktadır. Bu tabir kimine göre abartılı gelebilir belki de abartılıda olabilir.Fakat bu gözardı edilemeyecek bir olgudur.Geçmişte Osmanlı olan, İslam olan bu millet, batıyı örnek alıp, onun gibi olmaya çalıştığında kendiyle yüzleşmede sorunlar yaşamıştır. Mesela, bundan yüz sene evvel yahut daha az bir zaman önce flört’ün “zina mı günah mı vs. mi” olduğu bu kadar tartışılmaz dı. Doğru bildikleri belliydi. Bu gün bi kargaşa bir karmaşa vardır.Aile baskılarıyla başını örten insan neden başını örttüğünü bilmemekte.Bu sebeple çok farklı görüntüler ve haberler ortaya çıkmaktadır.Konya’da bir konserde göbeği açık ve fakat başı kapalı dans eden kızlar geliyor aklıma..Ben bu kızların özgürlüğüne falan karşı çıkmıyorum.Yasaların el verdiği ölçüde herkes her haltı yiyebilir.Özgürdürler. Fakat ben bir şeyi işaret etmek istiyorum.Diyorum ki; bu bana göre “arada kalmışlıktır”.Saf olmak, duruşunu belli etmek, aynı fikir ve çatı altında toplanmak her medeniyette vardır.Bunu söylememdeki maksat, herkesin bir grupta veya safta olmasını beklemek ve istemek değildir.Ben bunu yanlızlık gibi görüyorum.Yanlızlık vurgum bundandı.Dediğim gibi yazdıklarınızı tam anlayamadım.Dini, küfrederek zorla insanlara dayatan kişilerden bahsetmişsiniz ve eğer böyle yaparsak geride kalırız demişsiniz.Dayatmalara ve küfre ben de karşıyım, din de karşıdır.”La ikrahe fid din” ( Dinde zorlama yoktur )Zorlama mevzuuna girmek istemiyorum.Konu dağılmasın.Fakat nedense bu “geride kalmak” lafı beni rahatsız ediyor. “Gericilik, geri kalmışlık, az gelişmişlik” tabirlerinin belli bir ağarlığı vardır bu memlekette.”Kanıma dokunuyor” bu tabirler. İnanıyorum ki, bu ülkenin tarihi daha insanca bir tarihtir. Muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdaki asil kandan ziyade tarihimizde yani kendimizde aramamız gerektiğini düşünüyorum. Belkide Kemal Paşa mecaz ile buna işaret ediyordu.”İnsan bir tanedir, din budur” demişsiniz.Anlayışımı mazur görünüz. Bir tane mi din var demek istediniz? Hümanizm’e mi vurgu yaptınnız? insanların ortak duygularından mı bahsettiniz anlayabilmiş değilim.Fikirler muhteremdir fakat muteber olmayabilirler.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Anlaşılmayacak bir şey yok, benim cümlelerim geniş duruyor olabilir ancak mealler ortada, çok meal olması kafanızı kaqrıştırmasın aksine çokluk da tekilleşir ki çıkış noktasına yaklaşsın anlam bütünlüğüne ulaşsın. Bir kavramını nasıl yakalayıp “Din” kavramı ile özdeşleştirirken “İnsan” kavramını hepsinden önde ve yüce tutuyorum. Bunun ne denli bir cümle olduğunun farkındayım. Sanırım doğruluğundan ve genişliğinden herhangi bir rahatsızlık duymamanız bıraktığınız (saydıklarınız) dışında kötü ve nahoş/yadsınabilir şeyler yakalamamanızdan. Ohalde bir teslimiyet varsa sakın diyeyim…[nsan olmak derken burada yer alan “Sakın” kavramı, sorgulamak insanlığın temel şartı ve erdemidir’e gönderme yapmak istiyorum]Umarım daha anlaşılır olabilmişimdir, kavramlar genişlemeye müsait, onünçün kavramların sınırlarında (gergi ve büzüşme noktalarında) dolaşmak zorunda kalıyorum, gedik olmamalı gereği…
Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lağımında boğduktan sonra ellerimizi yıkayıp “efendim, bizde filozof yetişmiyor” diye ah-u vahlar.
Damlanıda sikeyim, damlamadinıda. Sikeyim yazdığın yazıyı. Kafanı sikeyim.
Ben senin ecdadını sikeyim, yazım götüne girsin.
Göz yaşlarım, yüreğimin kanıyla kan kesildi de o güzelim, o sevgilim bana “aziz dost, gözüne ne oldu?” dedi.
Sevgili hep baktı!Kan hiç durmadı; aktı hep.Kifayetsizdi,Küllenmemiş kor gibi…Bardağı taşırmamış gibi yaptı…