Göz nezlem azmıştı. Bir şeye aşırı odaklanarak bakmam imkansızdı. Neyse ki ortam aşırı aydınlık değildi. Yine de herşeyin üzerinde kısa aralıklarla göz gezdiriyordum. Aynı zamanda bu kaşıntıdan kurtulamayacağımı bildiğimden; gözlerimi, normalde olması gerektiğinden daha seri kırpıştırarak, o anlık geçici bir rahatlama hissine kavuşmayı umuyordum belki ama, bu hareket de aşırı romantik, ne bileyim, bence çok salak bir hava katıyordu bana… Ona bakıp mütemadiyen gülümserken üstelik…Gülümsememin sebebi ise onun anlattıklarına gram konsantre olamamış halde olduğumu bilişim ve kendi durumuma kıvranışımdı. Komik bir durumdu, tam bir Türk filmi sahnesi… Onun yüzüne bakarken bir anda yüzümü, sağıma çevirip hafifçe eğiyordum. Onun birşeyleri anlatırken, (ne anlattığı hakkında hiçbir fikrim yoktu) kendisinin de güldüğü anlara denk getirmeye çalışıyordum. Yere bakarken gözlerimi çabucak kırpıştırdığımı, çok şükür ki; görmüyordu böylelikle…Vücuduma yerleşmiş bu enfeksiyona lanet ederken ve “Bana saldırmak için tam da zamanını buldun yani!” diye içimden hiddetlenirken, eskiden biryerlerde okuduğum bilgilere istinaden, göz, mide ve ağız içi sıvılarının içindeki kimyasalların enfeksiyonlarla savaştığını hatırladım, birden. Durumumun tuhaflığı konusunda birşey sorması halinde ona “Savaşıyorum!” diyecektim. “Vücut sıvılarımla beraber…” sözcük grubunu cümle içinde kullanmak garip kaçardı, biliyordum. Buna kati surette dikkat etmem gerekiyordu. O yüzden aralarda çabucak, ortaya karışık, tek kelimelik cevaplar serpiştirmek daha uygun olacaktı. Aklımdan geçirdiğim düşüncelerin ağzımdan yanlışlıkla dökülmemesi için hemen başka şeyler düşünmek şarttı.Bu fikrin bana verdiği rahatlık, göz nezlem için de çare olabilseydi ya, keşke!Konuşurken, elimi tutuyor, eğilip kulağıma doğru birşeyler söylüyordu. (Tam olarak ne diyordu, Tanrım?!?) Ortamın gürültülü oluşu, onun ne dediğini tam olarak anlamayışıma yardımcı oluyordu gerçi. Ne garip! Bütün bu aksilik gibi görünebilecek şeyler işime yarıyordu, o akşam.Ellerimi gözlerime götürüp ovuşturamazdım ki zaten… Öyle bir durumda, göz makyajımın ana maddesi olan rimel anında beni bir panda yavrusuna çevirmeye yeterdi. Çaresiz gülümsedim. Yere yanlışlıkla el çantamı düşürüp, onun eğilip yerden almasını sağlarken, ben gözlerimi açık hava mekanda esen melteme doğru tutmuş gözlerimi de olabildiğince açarak rahatlamaya çalışıyordum. Bu gecenin bir felaketle sonuçlanmadan bitmesi için daha başka neler gelebilirdi aklıma? Komplo teorileri üretmeye uygun bir ortam değildi. Deprem halinde kaçıp üzerinde bulunulacak en ideal mekanda idik. Yer yer çimlerden oluşan açık hava, geniş bir mekanda verilen bir partide olmak yerine bir binanın roof barında eğleniyor olsaydık, şimdi direkt tehlike anında kırılıp basılması gereken yangın alarm düğmesine kimseye çaktırmadan basmış olurdum bile…Ayakkabımın topuğunu sıkıştırıp kırılmasını sağlayacak bir mazgal hayal ettim, sol yanıma gözlerimi devirip minik bir kahkaha atarken ve çabucak gözlerimi kırpıştırırken… (Güldüğümüz şeyi çok merak ediyordum)… Ve kabusum olan şeye sıra gelmiş, havai fişeklerini patlatmaya başlamışlardı. Herkes gökyüzündeki o parlak ışıltılara bakarken ben gözlerimi yumup yumup defalarca açıp kapatıyordum. Havai fişeklerini izlerken kolunu belime dolaması bile bu durumdan hoşnut olmamı sağlayamıyordum.Birden adımın kulaklarımda yankılandığını duydum. Ne garip ki; insanlar hiçbirşeye bakmasalar bile kendi isimleri çağırıldığında beyinde bir kıvıldanma oluşuyor ve sesin geldiği yöne başımızı çeviriveriyoruz. Robotlar gibi… Robot olsaydım da adım mesela 379QBT olsaydı, ona da başımı çevirip bakardım herhalde…Başımı çevirdiğim anda beni öptü. Gözlerimin ilk defa kapalı oluşundan dolayı içinde bulunduğumuz o anın tam da farkındaydım. Sözlerin bir anlamı yoktu. Havai fişeklerini artık istedikleri kadar uzun süre patlatmaya devam edebilirlerdi…bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape