ze
ze

O kadar sarhoştum ki, bakışlarım italicti, düşüncelerim ölmeye değerdi, gölgeler söndürmeye yürekliydi mumları. Birkaç kez sarhoş olsam anlatmazdım size bunları ama ben çok nadir sarhoş olurum belki çok kolay sarhoş olurum. Belli ki, ekleri uzatıyordum, elleri uzatıyordum ve çaya batırılmış bisküvi gibiydim yatakta. Ağzım, burnum kaymış; ailemi trafik kazasında kaybedersem hoşlandığım kızın gözünde acınacak bir hal alıp, birlikte olabilecebileceğimizin hayalini kuruyordum. Alakası yoktu, ben o kızın gözünde ismin -de hali bile olamazdım.
Bazen binlerce kelime gelir dilimin ucuna, bazen tek bir kelime kafi, bazense tarifsiz olur. Bu anlatacağımı anlatana kadar tanımıyordum bile, aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Karşılaşırken elimde mavi kırışıklıklarıyla bir ay ve ayın dudaklarını bir peçe gibi örten bulutlar vardı, karşı devrime ayak mı uydurmuştu bilmiyorum. Afiyetle bulutları yiyordum, tatları güzeldi gerçi; eti puf gibi olduğunu düşünürdüm hep, ama öyle değilmiş. Hafif bir fıstık ezmesi boğukluğu var, arkasında sigara dumanının ferahlığı, serinliğini kahvaltı için dolaptan yeni çıkarılmış bir kaşar peynirinden alıyordu ve gözleri dolmuş bir tat, sanki labne peyniri… biraz karışık ama lezzetli.
Onunla konuşmaya başladık, adımızı bilmiyorduk ve sohbet sırasında arkadaşlarımızın birbirimize isimle hitap etmesini bekliyorduk. Beklenen an gerçekleşti; o ze, ben re idim. O sessizce söylüyordu, ben uzatıyordum. Dedim ya sarhoştum, herşeyi uzatıyordum, tek bir harf, bir hece bile, bir gece kadar sonsuz olabiliyordu. Elimi arada birkaç kez tuttu, avuçları buz gibiydi. Benim de ayaklarım soğuktur hep gerçi, eski kız arkadaşımın da göğüsleri soğuktu. Birbirimizin üşüyen organlarını ısıtmaya kalkışsak cinsel bir adaletsizlik olurdu ama denemeye değerdi. Ayrıldık zaten, sebep cinsel adaletsizlik değildi. Benim babasıyla tanışmamak istememdi. Babasının yanında ses tonumu ve öküz görüntümü değiştirmek istemiyordum. Liseden beri giydiğim yırtık hırkamı, babası yüzünden yeni alınmış bir kazakla aldatmak istemiyordum. Babası beni olduğum gibi sevmeyecekti, ben de onu sevmeyecektim zaten. Sonuçta babasıyla; özür, kızla ilişkimiz sona erdi.
Ze elimi tutmaya devam etti, ilişkilerimin neden hep kısa sürdüğünü sordu. Halbuki herşey uzuyordu, adamlar, yalanlar, köpeğin kuyruğu ve köpükler… fındıklı votka shotlar, onlar da uzuyordu; dakikalarca biri beni vuruyordu, buna emindim. O kız niye kısa sürdüğünü söylemişti ki, nerden biliyordu hem? Ben de uzun uzun anlatıyordum herşeyi. Kısa süren herşeyi, uzun uzun anlatıyordum. Anlattıklarımın sonunda biri ölecekti, kimse bilmiyordu. Ben de sonunu anlatana kadar öğrenemeyecektim. Belki o yüzden uzatıyordum. Ölecek olan kişi sevdiğim biriydi belki, biraz daha yanımda olsun istiyordum. Belki bunu okuyandır ölecek olan kişi, biraz daha uzun yaşasın istiyordum. Ben Tanrı değildim, isyan edebiliyordum. Ben onun kanser olduğunu hissetmesini seviyordum, acısını avuçlarına hapsedip biriyle ısıtmaya çalışmasını anlıyordum. Sevgilisi de vardı, uzun uzun anlatmıştı. Elini benimle ısıtmıştı, biraz kanser vardı. Benim aklımda başka bir kız vardı güya, o kız elimi tutana kadar başka hastalıklara bulaşıyordum. Hoşlandığım kız, ismimin sonuna ek getirsin diye beklerken, bu kız bana bulaştı, elini uzattı ve asılı kaldık dakikalarca. Ze-r-re kadar mutluydum ve bu uzayıp gidiyordu.
Sadece kendimle ne yaptığımı bilmiyordum… elim kızın sırtında pikniğe çıkmış gibi geziyordu, ayaklarını ayaklarıma dolamış daha fazla sıkıyordu beni. Anlamıyordum hiçbirşeyi, onun sevgilisi vardı, bunları hiç yapmamış gibi hevesini bende bastırıyordu sanki. Yanağını ısırmama kızıyordu, sırtını ovalayınca inliyordu. Gözleri kaybolmuş gibi bende arıyordu bakışlarını. Ben ve onun dışındaki herşey, herkes; iş görüşmelerinde iş başvuranı oyalasın diye masada güneşlenen saçı başı dağılmış dergiler gibiydi. Uykum gelmişti ve biri saçma sapan bir sebepten dolayı ölmek üzereydi. Ne rüzgar ne de sesler gerçek geliyordu. Düşüncem uyanıp gidecekti. Acil gitmesi gerekti kızın, sevgilisi aramıştı. Dışarı çıktık ve onu birkaç öpücük karşılığında durağa bıraktım.Düş ve kuvvet kabinlerinden birinde yıkandım, hemen eve gidip. Yatağa uzanınca yanağımda külleri hala duruyordu. Yıkanırken bilinçli olarak fazla ovalamadım yüzümü, ruj izleri gitmemişti. Kullandığı sözler geldi aklıma, verdiği sözler, aldığı sözler. Başım zaten ağırdı, iyice ağırdı artık. Yatakta daha rahat uyumak için döndüğümde çıkardığım her ses, otobanda yanımdan geçen kamyonlar gibi gürültülüydü. Elimi bacak arasına sıkıştırdım, daha güvenliymiş gibi. Elimde kanser vardı, o kız tutmuştu belki tutulmuştu. Usanmadan hayalini kurmaya devam ettim ama o uslanmıştı bile, yağmurda da ıslanmıştı zaten tam saniyelerde asılı kalacaktık ki bilinçaltımız devriye gezmeye başladı. Onun eli kalçamdayken yakalanmıştık. Ben ise elimi açmış, penguenlere dua ediyordum. O kızı, votka shotlarla kurşuna dizdiler. Ak sakallının emriyle kızlar, seçilmeye makhum edilmişti. Seçerse ölmeye… o kız beni seçmişti; elini, gözünü, başını bağladılar önce. Anlamadık bile ne olduğunu, kendi de kabul etmişti bu durumu. Bazen refleks olarak başını kapatıyordu, düş ve kuvvet kabinlerinde banyo yaparken başını açmayı unutuyordu. Duvara geçmesini söylediler bir gün, eğilmesini rica ettiler sonra. Ak sakallının emriyle bakire kızlar kurşuna dizilmiyordu. Mert bir asker çıktı ve kızı temize çekti. Ardından, birkaç kurşun sesi geldi, shot sesi. Herşey ritüellere uygundu. Bizler sevip tüketmeyi biliyorduk, tüketip biriktirmeyi… etraf ölü doluydu, tükenmişlik doluydu, bir zamanlar sevilenlerle doluydu. Ama şimdi hepsi ölü… sokaklar, bulutlar, hal ekleri ve tek, sonsuz geceler…