bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

ZÜLFÜ LİVANELİ “Türkiye’nin büyük dönüşümüyle ilgili tahminler”

| 09 November 2009 10:11

Zülfü Livaneli, başlıktaki yazısında, Türkiye’nin büyük bir dönüşümden geçtiğini ve bunun ne yönde olduğunu okurlarıyla paylaşmış.

Özetle, Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olacağını, toplumun muhafazakar, kalitesiz ama zengin bireylerden oluşacağını.
Önümüzdeki yıllarda, gökdelenler ve alışveriş merkezleriyle, lüks mağazalar ve lokantalarla dolu, yabancı şirketlerin orta doğu merkezlerinin bulunduğu, bu günkünden daha zengin bir ülke olacağımızı.
Bir çeşit Dubai ya da eski Beyrut.
Öte yandan hızlanan bir cahilleşme, kültürsüzleşme, lümpenleşme süreci olacağını.
Her işin başına liyakata göre değil, tarikat ilişkilerine göre seçilmiş insanların geleceğini.
Alabildiğine muhafazakar ve Amerikancı bir ülke olacağımızı tahmin ediyor, daha doğrusu iddia ediyor…

Romanda Vak’a ve Olay Örgüsü

kahvekokusu | 09 November 2009 09:20

Daha önceki yazımda roman sanatında anlatıcının kimliği ve işlevi üzerinde durmuştum. Romanın genel yapı itibariyle bir anlatıcı ve anlatı üzerine kurulduğunu söyledik. Ancak anlatıcı romanda bir araç özelliği taşır. Romanın amacı ise bir olayı ya da vaka’yı okuyucuya sunmaktır. Vaka kelimesinin sözlük anlamı : Olup geçen şey, demektir. Romancı romanın epik yapısını bu olup geçen şeyle kurar. Vak’a anlatıma dayalı masal, hikâye, roman gibi türlerin asli elamanıdır. Geleneksel roman anlayışında çok önemli yer tutan vak’a, modern ve post-modern romanda mümkün olduğunca soyutlanmaya ya da tecrit edilmeye çalışılsa da tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Vak’a en güzel tarifle bir mağazanın vitrinidir. Romanın diğer unsurları yani zaman, mekân ve kişiler vak’a etrafında yerini alır. Bir romanda peş peşe dizilen vak’a parçaları romanın anlatı sistemini oluşturur. Kimi zaman okuduğumuz romanı bir çırpıda karşı tarafa özetlemememizi sağlayan hadise budur. Peki, akla hemen şöyle bir soru gelebilir: Her romanda vak’a var mıdır? Elbette vardır. Vak’asız bir roman düşünülemez. Az veya çok, er veya geç, her romanda vak’a ile karşılaşırız. Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın Huzur romanında bir vak’a ile karşılaşabilmek için oldukça çok beklemek gerekir. Buket Uzuner’in Kumral Ada – Mavi Tuna romanında çok sık olarak yeni bir vaka ile karşılaşmak mümkündür. Roman sanatı ise belli vak’a grupları etrafında oluşturulur:

ŞEHZADELER ŞEHRİ AMASYA

marjiburcu | 08 November 2009 15:11

Amazonlarından,bilgin Strabon’a,şehzadelere ve Ferhat’la Şirin‘in o büyük aşkına tanıklık eden bir Anadolu şehri Amasya…Tunç Çağı’ndan,Osmanlı Devleti ve Kurtuluş Mücadelesi dönemine uzanan tüm şahitlikleriyle adeta bir açık hava müzesi…

Yeşilırmak ve Yalıboyu Evlerinden bir gece manzarası
Yeşilırmak ve Yalıboyu Evlerinden bir görünüm

Hangi şehzadenin yolu geçmemiştir ki ordan?
Yıldırım Bayezid,Çelebi Mehmet,II. Murad,Ahmet Çelebi,Fatih Sultan Mehmet,Alaeddin,II. Bayezid,Ahmed,Murad,Mustafa,Bayezid,III: Murad
Yalıboyu Evleri boyunca yapılan mozoleleriyle sanki daha da ölümsüzleşmişlerdir.

Mozollerle süslenen Şehzadeler Gezi Yolu
Şehzadeler Gezi Yolu

Şehzadelere eğitim yapmış bu şehir Milli Mücadele Dönemi’nde de Amasya Genelgesi‘yle bir kez daha tarihteki yerini sağlamlaştırmış ismini en az mücadelemiz kadar kuvvetlendirmiştir hafızalarımızda.

Atatürk ve Amasya müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi
Atatürk ve Amasya müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi

”Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

İçimdeki Lunapark’ın Çocuklarını Bana Bağışla Lütfen…!

zzeliha[pilli_silinen_hesap] | 08 November 2009 11:49

İçimdeki yumrunun sebebi sensin.
Yutkundukça acıyan ve acıdıkça seni hatırlatan bana…
Dertlerin sıkıntıların asla bitmek bilmedi senin.
Hayat hep sana kötü davranırdı ve sende bu kötülüğü egoistliğinle harmanlar beni de bu batağın içine çekerdin
Hayat bana göre,herşeye
rağmen yaşamaya değer ve gülümsemeyi hak ederdi.
Gülümserdim,yaşardım.
Sonrasında sen dahil olurdun içimde oluşturduğum lunaparka bütün kasvetinle.
Lunaparkımın siyaha bürünürdü,bütün renkler seninle solar;boğazımda düğümlenen hıçkırıklarla sana teslim olurdum.
Mutlu olmayı hakediyorum ben.Gülümsemek bana hiç olmadığı kadar yakışıyor.
Senin o kasvetin beni cehenneme çeviriyor adeta.
Canım yanıyor,
Boğazıma çöken ellerinden kurtulamıyorum.
Nefes alamazken,renklerim de benimle ölüyor adeta…
Lunaparkımın çocukları birer birer uçurumdan atlıyor.
Kasvetinden kurtaramam ki ben seni…!
Çocuk ruhum buna dayanamaz ki.
Zayıfım ben…
Kötü acımasız ve egoist olmanın o gücü yok ki bende…
Ben mutluluk dağıtırım.
Mutluluk benim adım.
Kasvetini beyaza çeviremem ki….!
Hayatın bana verdiği bu lunaparkı feda edemem ki sana…
Yaşayamam ki o zaman.
Acı bana sevdiğim,çocuk ruhumu bana bırak.
Büyümeyen ve beni yaşatan ruhumu siyahlarınla alma benden.
Senle ben çok farklıyız.
Bir olamayız ki zaten.
Ben alabildiğince beyazım ; seni se karanlığın ürkütücü rengi siyah.
Seninle lacivert olmaya ne cesaretim ne de feda edebileceğim bir lunaparkım var.
Bana yansıtma dertlerini; çözemedikten sonra daraltma ruhumu ve alma benden renklerimi,hayatımı….
Eriyorum sanki seninle…
Kayboluyorum sanki karanlıklarında…
Gülümsememi soldurma…
Yaşamayı seviyorum ve bunu lütfen benden alma…
Lunaparkım ve içimdeki çocuklarım bende kalsın…

İnternet Bağımlılığı

vivian darkbloom | 08 November 2009 11:18

“Bi şeye bakıp çıkıcam!” diyip saatlerce bilgisayar başında mı kalıyorsunuz? Siz de internet bağımlısı olabilirsiniz.

  • İnternet yüzünden ev işlerini aksatıyor musunuz?
  • Çevrenizde internete çok fazla vakit ayırdığınız için şikayet edenler var mı?
  • İnternet yüzünden gece çok geç vakitlere kadar uyumadığınız oluyor mu?
  • İnternette değilken de internette olmayı istiyor musunuz?

İnternet bağımlılığı testindeki soruların çoğuna “her zaman, sık sık” gibi yanıtlar verdiyseniz siz de bağımlı olabilirsiniz. İnternet bağımlılığı da maalesef diğer bağımlılık türleri gibi ciddi bir rahatsızlık. Zararsız gibi dursa da bireyi sorumluluklarından uzaklaştıran, işlerini aksatan ve gittikçe içe kapanan biri haline getiriyor. Bireyin sosyal yaşamda kapladığı süre gittikçe kısalıyor ve bir süre sonra ekrana mahkum bir yaşam sürmeye başlıyor. Sürekli oturmek zorunda olmak da kişiyi fiziksel olarak hastalandırabiliyor. Sırt ağrılarının artması, uykusuzluk gibi başka hastalıkları tetikleyici etkiler gözlemlenebiliyor.

Kadının toplumda değişen yeri ve rolü

bursk | 07 November 2009 15:42

Değişen toplumda kadının toplumsal rolü nedir ve nerden nereye gelmiştir? Geldiğimiz noktada, kadının konumunda tarih öncesi çağlardan bu yana niteliksel anlamda birbirine taban tabana zıt iki büyük değişimin yaşandığını saptayabildiğimizi söyleyebiliriz. Zıtlıklar, söylence ve inanışlara olduğu gibi yansıdılar. Değişimin miladı İÖ 3000’li yıllardı. İÖ 3000 öncesinde kadın, ekonomik ve toplumsal işleyişte büyük roller üstlenmiş, önemli değerli, saygın, sözü geçer ve tanrıçalığa yükseltilmiş sevgili bir varlıktır; sonrasında ise yere düşmüş bir yıldız. Toplumsal üretimden dışlanmış, değersizleşmiş, saygınlığını yitirmiş; üstelik bir de ilahlar dünyasından kovulmuştur. Peki bunlar nasıl olmuştur?Isı yükselişinin ardından geçen beş-altı bin yıl sonra Yakındoğu olarak bilinen bölgede yaşayan şanslılar, tarımsal üretime başladılar. Özellikle Mısır ve Mezopotamya’ da gelişimin hızı alabildiğine boyutlanmıştı. Buralarda ortaya çıkan oluşumlar, diğer bölgelerde daha sonra beliren sistemlerin prototipleri oldular. Dolayısıyla kadının konumuna ilişkin değişme ve gelişmeleri tüm boyutlarıyla yansıtan veriler, Yakındoğu’nun prototip yaşamları içinde ayrıntılı bir şekilde bulunmaktaydı. Böylece İÖ. 6000 sonrası için veri edinme merkezi bu bölge oldu.Paleotik (Yontma Taş) Çağlarda kadının konumuna bakacak olursak; örneğin Alt Pleotik Çağ’daki insanlar yaşadığı dönem boyunca yiyeceğini ortaklaşa elde etti ve tüketti. Dişileri, fiziksel ve büyolojik yapı farkı ve doğurgan nitelikleri nedeniyle, av etkinliklerinde sınırlı bir rol üstleniyordu. Buna rağmen toplumu oluşturan bireyin dünyaya gelişine aracılık eden dişi, bu rolüyle “yaşamın devamını garantileyen bir kimlikle” algılanmış ve kimliği ona büyük değer kazandırmış olmalıdır. Çünkü ilkelin sezgi gücü, türün devamı açısından, bireyin tek başına bir “hiç” ancak topluluğun “herşey” olduğunu söylemektedir. Kadın doğurgan yapısıyla toplum içinde önemli bir yere sahipti, ancak değerinin kaynağı yalnızca cinsel işlevi değildi. Erkeğin getirdiği eti işliyor ve onun avı ele geçirmesinin rastlantılara bağlı olduğu koşullarda, topladığı ürünler topluluğun beslenme sorunun çözümünü ciddi bir biçimde güvence altına alıyordu. Orta Paleotik’ de ise “Neandertal” adamı için kadın oldukça değerli ve önemli bir varlıktır. Mağara resimleri ve taştan yapılma figürler ona olan ilgiyi kanıtlar. Üstelik bu dönemde kadın toplayıcılıkta uzmanlaşmış bir anadır. Bu ona meyve cinslerini, yabani tahılları,mantarları çok iyi tanıma fırsatı vermiş ve yaralanan erkekleri için gerekli olan ilaçları bilmesini sağlamıştır. Üst Paleotik de ise verimlilik simgesi varlığı ile ana ve ata rolü onu farklı bir işlevi daha üstlenmeye götürmektedir: Tanrıçalık.Kadının tam anlamıyla yükselişi ve anaerkil düzenin doğuşu Mezolitik(Orta Çağ) Çağ’ a denk gelir. Mezolitik evrenin başlangıcı günümüzden on iki bin yıl önce, Würm Buzulu’nun sona erdiği bir döneme denk gelir. Bu dönemde önceki çağlardaki özellikleri daha belirginleşti.(doğurganlık,toplayıcılık..)Tarımın icadının ve anaerkil düzenin yapılanmasının gerçekleştiği ve günümüzden altı-yedi bin yıl önce başlayarak Endüstri Devrimi’ne kadar uzanan bir süreci kapsayan Neolitik (Yeni Taş) Çağda ise tarımın mucidi kadındı. Toplayıcılıkta bitikinin yaşam döngüsünü izleyen öğrenen toplayıcı kadın, tohumu barındıran başağı ne zaman ve ne kadar kesmesi gerektiğini öğrenmişti. Öğrendiği bir diğer şeyde başakların tümünün kesilmemesi gerektiğiydi. Çünkü kalan tohumlar yeni bitkinin oluşumunu sağlamaktaydı. Burada dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus kadın ve toprak özdeşliğiydi. “ Toprak bizim annemiz, gök bizim babamız. Gök toprağı yağmurla döller ve yer bitki ve tahıl verir.bu inanış tarımla ilgili pek çok inanışın ana temasını oluşturur.” Ayrıca bu dönemde kadının çok yönlü etkileri de olmuştur. Buğday ve arpayı işleyen, ekmeği yapıp yemeği pişiren, onları saklamak için çömleği de icat eden kadındır. Üstelik hayvanların evcilleştirilmesininde çok etkin rol üstlenmişlerdir. Çitlerin arkasında tutulan ve kadınlar tarafından beslenen hayvanların bir süre sonra yavrulayarak çoğaldığı gözlenince hayvancılık ve evcilleştirme doğmuştur. Ancak hayvancılığın sürdürebilmesinde erkeğin gücüne ve emeğine duyulan gereksinme, erkeğin de toplumsal alanda önemini yükselten bir faktör olmuştur. Bunun yanında, bu çağda kadın, sevilen, sayılan, koruyucu, üretken, merhametli ve aynı zamanda büyülü güçler taşıyan,toplumun atası bir tanrıçaydı. Kadın artık göklerdeydi ve Erken Neolitik dönem sonuna dek bu konumunu sürdürdü.Geç Neolitik Çağ’ da ise anaerkil düzenden ataerkil düzene geçiş başlamıştır ve alyapısal değişimler kendini göstermiştir. Bu konuda en önemli göstergeler Sümer’ den sağlanır. Sümer tarihte gelişmenin dinamiği olmuş pek çok ilke imza atmış bir delta uygarlığıdır. Saban, tekerlek, çömlekçi çarkı, çivi yazısı, yelkenli tekne ve ilk yasa metinleri onların ürünleridir. Bu ürünlerin hepsi önceki yaşam biçimlerini temelinden sarsmış, yepyeni oluşumların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burada belirtilmesi gereken ise bu aletlerin erkekler tarafından yapılıp üretildiğidir. Önceki çağlarda kaba taşları yontan ve av işlerinde kullanalar ya da bakıra şekil verenler onlar olduğundan, bu aletleri de onların bulması kaçınılmazdı. Bu durum onlara yeni ekonomi içinde önemli bir güce dönüşme fırsatı verdi. Üretim etkinliğinde kadının ve erkeğin üstlendiği rollere dair deiğişimler böylece başlıyordu. Erkek sabanı icat etmemekle kalmamış, aynı zamanda değerli aletini öküze de koşmuştu. Öküze koşulmuş sabanın gerisindeki erkek, kadının çapayla sürebileceğinden çok daha büyük bir alanı işlemekteydi. Toprak verimli, aletler gelişkindi. Sonuçta beklenen verim elde edildi ve üretim artışı gerçekleşti. Böylece toplum,varlığını erkeğin emeği ve üretip mülkiyetinde bulundurarak kontrolünü de elinde tuttuğu aletler üzerinde gelişmeye başlamıştı. Aynı durum çömlek ve dokuma tezgahı konusunda da geçerliydi. Bu örneklerden şu yargı çıkartılabilir: “ Kadının el işi, erkeğin “mekanizma endüstrisi” karşısında yenilmeye mahkumdu.” Nitekim bir süre sonra, ekonomik yaşamda emeğiyle öne çıkan erkek, sosyal yaşamda da nüfuz ve etkisini artıracak ve yeni koşullara uygun, baskın bir güce dönüşecektir.Geç Neolitik’ e kadar sosyoekonomik yapı içerisinde üstlendiği rol bakımından erkekten daha önemli bir pozisyonda olmasına, itibarının yüksekliğine, hatta tanrıçalaştırılmasına rağmen, kadının erkekle eşit haklara sahip olduğunu belirtmiştik. Baskıyı, otoriteyi temsil eden bir cins değildi kadın. Ancak Geç Neolitik’ in yeni ekonomik yapısı içinde beliren olgular, erkeğin yalnızca emeğini ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda onu baskın ve otoriter bir güç olarak da ortaya çıkardı. Üstelik erkeğin egemen olduğu sosyoekonomik yapılanma içinde üretimin ve paylaşımın niteliği eşitlikçi ve komünal olmaktan uzaktır. Nitekim yeni yapılanmada erkek, kadını alabildiğine ezerek aşağılamış, özgürlüğünü elinden alıp toplumsal konumunda büyük bir altüste yol açmıştır.Yeni düzenin, insan onuru ile bağdaşmayan yeni düşünüş biçimlerinin bir kısmı kadınlarla ilgiliydi ve bu düşünüş biçimi içinde kadına biçilen değer, onun ikincil ve aşağı konumunun kendisi ve toplum tarafından kabulünü garantilemekteydi. Ancak değişim,doğanın ve tarihin diyalektiğinin gereği olan evrensel ve süreğen bir olgudur. Her bir değişim başka değişimleri de tetikler ve böylece yavaş yavaş geçmişin üzerinde yeni yapılanmalar belirir. Kadının toplumsal konumundaki aleyhte değişim, dönemin altyapısal gelişme ve değişmelerin bir sonucuydu. Sonraki süreçte devam edegelen diğer gelişme ve gelişmeler bu sonucu da değiştiricek, kadın açısından yeni yapılara uygun düşen ilişkiler ve düşünüş biçimleri oluşturacaktır. Önceki yapıların inatçı unsurlarının, yeninin kararlı yürüyüşü karşısında aşınarak çatlaması ve yerini yeniye bırakması kaçınılmazdır.

Tanzimat Fermanı

24black mamba24 | 07 November 2009 14:15

Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımı olan Tanzimat Ferman’ı, 3 Kasım 1839 tarihinde Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Abdülmecid zamanında dışişleri bakanı olan Mustafa Reşit Paşa Tanzimat Fermanı’nı Gülhane Parkı’nda okumuştur. Bundan dolayı Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye de denmektedir.

Abdülmecid
Abdülmecid
Mustafa Reşit Paşa
Mustafa Reşit Paşa

Yeniçeri Ocağı‘nın bozulmaya başlaması ile Sultan II. Mahmud döneminde başlayan yenilik hareketleri Sultan Abdülmecid zamanında da devam etmiştir. Mustafa Reşit Paşa’nın, Padişah adına yazmış olduğu Tanzimat Fermanı’nda; son 150 yıldır Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulmadığından, Ulu Tanrı’ya ve Peygamberimize sığınarak bundan sonra yeni yasaların çıkacağını ve bu yasaların başında can güvenliğinin olduğu belirtilmiştir.

beslenme saati

nazokiraze | 07 November 2009 13:01

Kızım 8 e gittiği için bir kaç senedir beslenme olayımız olmuyor, kısmetse oğlum başlayınca beslenmeli günlere geçiş yapacagız hep birlikte. Arkadaşlarıma, akrabalarıma gittiğimde hep buzdolapların üzerinde listeler görüyorum,ya okulda catering şirketi tarafından verilen yemeklerin menüsü ya da okula her güne ayrı belirlenmiş şekilde götürülmesi istenen beslenme planı var.(Beslenme Çantası Tavsiyeleri)

Yeni nesil okul işlerine alışamadım ben, kızımın okulunda öyle birşey yoktu, zaten 4. sınıftan sonra yalvarsanız da beslenme çantası falan taşımıyorlar, kantinin önünde uzun kyruklara girerek ne oldugu bellisiz zamazingoları yemek en başlıca hobileri.