bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Özkan Satılmış / Şiir Koy Alnıma

kahramancayirli | 24 November 2009 14:09

Neye niyet neye kısmet. Dün İstiklal Caddesi’ndeki kitapçıları Lale Müldür & Seyhan Özdamar’ın ya da Mustafa Ergin Kılıç’ın yeni şiir kitaplarını alma amacıyla turladım. Daha gelmemiş hiçbirine. Onu mu alsam bunu mu alsam. Derken.

memetfuat.com adresinden alınmıştır.
memetfuat.com adresinden alınmıştır.

Özkan Satılmış’ın Şiir Koy Alnıma’sı ile çıktım kitapçıdan. Bir göz atayım otobüsle eve giderken diye düşünmüş idim. Kitap bitti.
Düşündüm ki iyi yayınevleri, iyi dergiler iyi şiirler yayımlıyorlar. Yayınladıkları kitaplar gözü kapalı alınacak yayınevleri var. Neyse ki. Komşu Yayınları bunlardan biri.
Şiir Koy Alnıma , 2008 Memet Fuat Genç Şiir Ödülü’nü kazanmış zati. İşi şiir belli ediveriyor kendini. İlla ki. Birileri muhakkak keşfediyor. Şiir kitabı yayımlamak isteyenler varsa aramızda (mesela ben), şiir yarışmalarına katılmak fena fikir değil, hatırlatalım…
1986 Ankara doğumlu Özkan Satılmış (ve aynı yaştayız bir de – bu, benim için bir kıskançlık vesilesidir, belirteyim). Dokuz Eylül Üniversitesi, Sahne Sanatları bölümü, Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı’nda öğrenci imiş kendisi.
Şiir, akşamları güzelleştirir. Şiir Koy Alnıma dün akşamımı güzelleştirdi. Vesile ile Özkan Satılmış’a teşekkürlerimi de sunmuş olayım hem.
Bir başka şiir kitabında görüşmek üzere..

Avrupa’da TÜRK imajı

massay | 24 November 2009 13:38

Avrupa Birliği’nin tarih itibariyle oluşumunu hatırlamakta yarar görüyorum:

2. Dünya savaşının bitimini takip eden kalkınma döneminde Avrupa’da ihtiyari oluşan işbirliği düşüncesi, başlangıçta Doğu-Batı arasındaki mevcut anlaşmazlıklardan dolayı olumsuz etkilenir.

Yıl 1948.
EEC ( Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü ) kurulur.

Yıl 1949.
Avrupa Konseyi kurulur.
Bu iki platformun kurulmasının ortak nedeni, Doğu bloku ülkelerinin karşı çıktığı Marshall Planı nı uygulamaktır.

DONMUŞ NEHİR

astral | 24 November 2009 13:33

A ve E sohbet etmek için buluştu. Soğuk bir sonbahar günü. Deniz kenarında bir çay bahçesi… Her zamanki gibi E onu iş yerinden arabasıyla almıştı.

Bugün E’nin doğum günüydü. A’nin canı hiçbir yere gitmek istemiyordu ama arkadaşını bugün kırmamalıydı. Yorgundu, üzgündü, içinde ağlayan bir kız vardı… İçindeki o kızı kimse görmüyordu.

O hayatına –sözde- her şey ama her şey normalmiş gibi devam ediyordu. Kimse bilmiyordu uyuyamadığını, kimse bilmiyordu tavana bakarken saatlerin geçtiğini ve onun bunun farkına varmadığını. Kimse bilmiyordu, onun antidepresan almayacağım diye debelendiğini. Kimse bilmiyordu onu eski bir dostun telefonunu çevirdiğini ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığını.

Kimse bilmiyordu, bilmiyordu akşam olduğunda ve evine geldiğinde sessizliğin üzerine yıkıldığını ve o an acıdan ve onu düşünmekten ve onsuzluktan; onun bu denli içinde olmasından, o anda acıdan öleceğini hissetmesiyle gözlerinden akan yaşları susturabilmek için sürekli kendine yüksek sesle; ‘Tamam, tamam; sakin ol, sakin ol, geçecek geçecek… Her gün biraz daha azalacak. Bak yirmi bir günde beyin alışıyor birtanem, sakin ol, sakin ol.’

El-Veda

belesh | 24 November 2009 13:00

(Şu an çalan şarkı: Bu)

Boğuldum, tıkandım. Gidemiyorum, kalamıyorum. Gidince kalamıyorum, kalınca dönemiyorum. Gidiyorum, ama dönüyorum. Dönünce duramıyorum. Durunca daralıyorum. Daralınca gitmek istiyorum. Gitmek isteyince gidemiyorum. Başa dönüyorum. Başa döndükçe doluyorum. Doldukça sıkılıyorum. Sıkıldıkça içiyorum.

(Nav Pıleyin: Bu)

İçtikçe beynim uyuşuyor. Beynim uyuştukça açılıyorum. Açıldıkça kapanıyorum. Kapandıkça bölünüyorum. Bölündükçe çoğalıyorum. Çoğaldıkça hepsi ayrı telden çalıyor. Aslında hepsi aynı telden çalıyor. Farklı şeyler söyleyip, aynı yola çıkıyorlar. Kalabalık yapıyorlar. Hepsini tek tek susturuyorum. Ardından tek tek öldürüyorum. Sonra kalp masajıyla canladırıp, tekrar öldürüyorum. Bıkmadan, usanmadan her gün aynı şeyleri yapıyorum. Hepsini çok seviyorum. Ayrı ayrı nefret ediyorum. Hem en dipsiz kuyularda bir kaşık suda boğmak istiyorum, hem de tek tek içime almak istiyorum. Kararsızlık zor. Karar vermek daha zor. Karar verdikten sonra uygulaması daha da zor.

Kızma birader..

pillibebekkuyuda | 24 November 2009 12:09

Dallas ı seyrediyor, aklımın idrak ettiği her fikri anayasa olarak kabul ediyordum, Lucy 15 Yaşında öpüşmüştü..

15 Yaşımı doldurmama 2 ay kalmıştı, öpecek birini bulmalı, kendi gözümde aklıma koyduğumu yapan biri olarak, yükselmeliydim.. Babamın teyzesinin oğlu geldi aklıma, telefon açtım, kızma birader oynamaya çağırdım, ”akşam hava kötü, bizde kalırsın” dedim..Kuzu kuzu geldi..

24black mamba24 | 24 November 2009 11:18

Çıkmış kürsüye üç beş kişi,
Kim dinleyecek onları şimdi,
Herkesin var işi,

Güyya hükümetmiş Hükümetlik onun neyine,
O moruk almış bastonu eline,
Yürüyecek hali kalmamış,

Şuracıkta bayılacak düşüp yere,
Korumaları koşuşturuyor önünde,
Ekmek parası yoksa kim koşar onun peşinde,

Güvenen kalmadı ona memlekette,
Onun kadar bacersiksizin rastlanmamış eşine,
Şu koca ülkede.

(Bu şiir başka taraflara çekilmesin lütfen)

Zamanda Yolculuk Olasılıkları

Colpadan | 24 November 2009 10:36

Zaman zaman, zamanda yolculuk yapmayı birçoğumuz hayal etmişizdir. Hayalin de ötesinde bunun üzerine düşündüğümüz zamanlar da olmuştur. Peki nedir bu zaman dediğimiz şey? İçinde yolculuk etme fikri, nasıl her daim bizi sıkmadan hayallerimizi süslemeyi başarıyor? Bu soruların cevapları zamanın hem soyut hem de somut bir kavram olmasında gizli belki de. Algımızda oluşturduğumuz çizelge şeklindeki zaman olgusu ile fizik kurallarınca tanımlanmış reel zamanı, hayalgücümüzü kullanarak birleştirip, bir de yanına güzel bir seyahat planı koyduk mu, yolculuğa hazırız demektir.

Zaman yolculuğumuza başlamadan önce önümüzde iki adet yön ve iki adet de versiyon seçeneği olduğunu belirtmek isterim. Yönlerimiz bildiğiniz üzere geçmiş ve gelecek. Versiyonlarımız da tekil evren veya çoğul evren. Hangi yöne gitmek istersek isteyelim yolculuğumuzu ya sadece kendi evrenimizde gerçekleştireceğiz ya da sonsuz sayıda evrenin olduğu bir ortamı seçeceğiz.

Tekil evren adından da anlaşıldığı gibi çevremizi saran gerçekliğin eşsiz benzersiz yani tek olması demektir. Bu versiyona göre sadece bizim evrenimiz vardır ve içinde yaşadığımız bu evrenin dışı diye bir şey yoktur. Sonsuz değildir. Kendisini oluşturan atomların sayısı belirlidir. “Her şey” kabının içinde duran tek şey, evrenin ta kendisidir.

Mine, çişim geldi..

haytaazrail | 23 November 2009 19:42

Üsküdar; paşakapısı-salacak yolu sakin, bazı yerleri pek dar, kıvrımlı dönemeçleri bol olan kimi yeri asfalt kimi yeri parke taşlarla dolu olan bir yoldu. bu yolun üzerindeki “paşakapısı ilk mektebinde” başladım ilk öğrenimime. mektep, ceza ve tevkif evi ile bitişikti. tenefüse çıktığımızda mahkumları havalandırma voltalarında görürdük arada bir..

Mektebin ilk günü, annnemle bir anlaşmayapmıştık; ben ağlamayacak sınıfı asla terketmiyeğim, o da son zil çalana dek, elini kapıdaki gözetleme camından bana gösterecek, böylelikle onun orada olduğunu bilecektim.. bu böyle üçbeş gün sürdü. yokluğuna alıştım..

Yasakmeyve 41

kahramancayirli | 23 November 2009 17:49

Edebiyat dergileri hakkında hep kötü haberler vermekten sıkıldım neyse ki güzel haberler de var. Yasakmeyve şiir dergisinin 41. sayısı yayımlandı. Derginin açılışını yapan Şair ve Okuru kısmında her sayıda usta bir şairle okuru karşı karşıya geliyor. Bu kez Ahmet Telli’nin karşısında Türkan Yeşilyurt var. Ne mutlu.

Bu sayının dosya konusu ise Nazar olarak belirlenmiş, şairler Gülseli İnal, Zeynep Uzunbay, Sina Akyol, Fikret Demirağ, Fatma N., Mahir Karayazı ve Osman Olmuş nazarı anlatıyorlar. Şairler İzzet Yaşar, Orhan Tekelioğlu, Tahir Abacı, Akif Kurtuluş, Oğuzhan Akay, Tezer Cem ve Bâki Ayhan T. şiirleriyle dergiyi zenginleştiriyorlar.
Yasakmeyve’nin şekerli tarafı ise eki Karakalem. Bu kez kırksekiz sayfa. Marilyn Manson’dan Johnny Depp’e müthiş zengin bir Karakalem okuyoruz yine. Karakalem’i Altay Öktem hazırlıyor.