Zaman zaman, zamanda yolculuk yapmayı birçoğumuz hayal etmişizdir. Hayalin de ötesinde bunun üzerine düşündüğümüz zamanlar da olmuştur. Peki nedir bu zaman dediğimiz şey? İçinde yolculuk etme fikri, nasıl her daim bizi sıkmadan hayallerimizi süslemeyi başarıyor? Bu soruların cevapları zamanın hem soyut hem de somut bir kavram olmasında gizli belki de. Algımızda oluşturduğumuz çizelge şeklindeki zaman olgusu ile fizik kurallarınca tanımlanmış reel zamanı, hayalgücümüzü kullanarak birleştirip, bir de yanına güzel bir seyahat planı koyduk mu, yolculuğa hazırız demektir.Zaman yolculuğumuza başlamadan önce önümüzde iki adet yön ve iki adet de versiyon seçeneği olduğunu belirtmek isterim. Yönlerimiz bildiğiniz üzere geçmiş ve gelecek. Versiyonlarımız da tekil evren veya çoğul evren. Hangi yöne gitmek istersek isteyelim yolculuğumuzu ya sadece kendi evrenimizde gerçekleştireceğiz ya da sonsuz sayıda evrenin olduğu bir ortamı seçeceğiz.Tekil evren adından da anlaşıldığı gibi çevremizi saran gerçekliğin eşsiz benzersiz yani tek olması demektir. Bu versiyona göre sadece bizim evrenimiz vardır ve içinde yaşadığımız bu evrenin dışı diye bir şey yoktur. Sonsuz değildir. Kendisini oluşturan atomların sayısı belirlidir. “Her şey” kabının içinde duran tek şey, evrenin ta kendisidir.

Çoğul evren ise farklı farklı sonsuz sayıda evren anlamına geliyor. Böylece bizimkinden çok farklı evrenler olabildiği gibi bizimkine çok benzeyen evrenler de var olabiliyor. Fakat doğumundan ölümüne kendi evrenimizi bir kurgu ve olasılıklardan sadece bir tanesi olarak görürsek, sonsuz sayıda evrenin olduğu bir yapıda, sonsuzluk olasılıkları tüketeceği için kendi evrenimizin tıpatıp aynısı bir başka eşinin var olduğunu düşünebiliriz. Böylece sizin kopyanız paralel bir evrende sizinle aynı hayatı yaşıyor olur.Zamanın tanımlarından birisi de işlerin oluş sırasıdır. Öncelik ve sonralık mantığıyla algımızda oluşturduğumuz nirengi noktaları sayesinde geçmiş ve gelecek kavramını şekillendiririz. Örneğin “sabah kalktım”, “banyoya gittim”, “elimi yüzümü yıkadım” dediğimizde kafamızın içinde oluşturduğumuz bir çizgiye bu üç eylemi oluş sırasına göre işaretlemiş oluyoruz. Bir görüşe göre aslında reel olarak zaman diye bir şey yok ve zaman dediğimiz şey sadece kafamızda oluşturduğumuz bu çizgiden ibaret. Dolayısıyla algısal bir kavram olarak nitelendirilen zamanda yolculuk da imkansız hale geliyor.Hiç kuşkusuz zaman yolculuğu algısal imkansızlıklar içine sıkıştırılamayacak kadar büyük bir hadise. Hayallerimizi algı çöplüğüne atmadan evvel Einstein‘a kulak veriyor, uzay ve zamanın birbirinden ayrı olamayacağını, kütleçekim ve hızın zaman üzerindeki etkisini öğrenerek, zamanın kafamızın içindeki çizelgeden ibaret olmadığını, fiziksel ve reel bir kavram olduğunu anlıyoruz.Tekil evrende tek yönlü zaman kavramı
Tek yönlü zaman derken zamanın bir akış yönü olduğunu ve daima geleceğe doğru akışını kastediyoruz. Burada aslolan şey bizim kendi zamanımızdır. Yani gerçek olan tek şey “şimdi” dir. Gelecek henüz yaşanmamıştır. Geçmiş ise yaşanmış ve bitmiştir. Artık sadece anılarımızdadır. Bu kurallar ile tanımladığımız evrende geçmişe dönmemiz imkansız olur. Gelecek ise henüz yaşanmadığı için geleceğe gitmenin tek bir yolu vardır: Geleceğin bize gelmesini beklemek!Aslında hayatımız bir anlamda böyle değil mi? Zaman akıyor ve biz de içinde istesek de istemesek de geleceğe doğru yolculuk yapıyoruz. Bizi tatmin etmeyen nokta ise yolculuk hızımız. İstiyoruz ki diğer insanlardan daha çabuk görelim geleceği. Onların görmek için 50 yıl beklediği geleceğe biz 50 saniye bekleyerek kavuşalım. Böylece yolculuk hızımızın arttığını hissedeceğiz. Bunun için kendi zamanımızı diğerlerine göre yavaşlatmamız gerekiyor. Bunun bilinç düzeyindeki en basit örneği bence uyku. Geceyi sıcak yatağında mışıl mışıl uyuyarak geçiren birisi, aynı geceyi 8 saat boyunca hiç uyumadan bekleyen başka birisine göre zamanda yolculuk yapmış gibir. Tabii ki burada sadece algısal bir zaman yolculuğu söz konusu.Peki uyku süresini artırırsak? Tedavisi mümkün olmayan hastalıklara sahip bazı insanların, gelecekte dondurulmuş insanları tekrar hayata döndüren bir teknolojinin çıkması ve şimdi tedavi edilemeyen hastalıkların o gelecekte tedavi edilebileceği beklentisiyle dondurulduğunu biliyoruz. Bu da dondurulan insan için bir çeşit zaman yolculuğu anlamına geliyor. (Tabii tekrar uyandırılabilirse)

Algısal yöntemleri bir kenara bırakıp gerçek bir zaman yolculuğu için gene Einstein’i dinliyoruz. Kısaca hızını diğerlerine göre arttıran cisimlerin zamanlarının yavaşladığını söylüyor bize. Bu da geleceğin bize gelmesini beklemek için en güzel yöntem. Arabanıza binip saatte 80 km hız yaptığınızda aslında yol kenarındaki insanlara göre zamanda yolculuk yapmış oluyorsunuz. Siz hissetmesenizde kendi zamanınızı eser miktarda yavaşlatmak sizi bir anlamda zaman yolcusu yapıyor. Daha anlamlı bir yolculuk için arabanızın saatte 1 milyar 80 milyon km hız yapması gerekiyor. Bu da ışık hızı demek oluyor. (Bu hızdaki bir araba ile dünyayı 7 defa dolaşmanız sadece 1 saniyenizi alır.)Tek yönlü zaman kavramının hakim olduğu bir evrende geleceğe zaman yolculuğu yapacaklara ufak bir uyarı: Gittiğiniz gelecekten geri dönme şansınız asla yok!Tekil evrende bütünsel zaman kavramı
Bu senaryoda zamanı bir film şeridi gibi düşünüyoruz. Zaman, film kareleri gibi kendini oluşturan “an” ların arka arkaya dizilmesinden meydana geliyor. Bu “an” ları zamanın en küçük birimi olan planck zamanları olarak düşünebiliriz. Bu film şeridinin tamamının elimizde bulunduğunu düşünelim. Böylece evrenin doğumundan ölümüne dev bir filmin var olduğunu, bizimse yaşarken bu film içinde durmaksızın bir kareden (an) ötekine geçtiğimizi varsayalım. Artık geleceğe yolculuk için geleceğin bize gelmesini beklemek zorunda değiliz. Gelecek anlar zaten hazır ve bizi bekliyor. Üstelik artık geçmiş zaman da, sadece anılarımızda mevcut değil. Canlı olarak yaşanan gelecek için biz şu anda ne kadar gerçek isek, geçmişteki canlılıkta bizim için o kadar gerçek oluyor.Peki geçmişe gittiğimizde bir şeyleri değiştirirsek varolan geleceğe ne oluyor? Aslında geçmişe gittiğinizde kendi varlığınızı tehlikeye atacak şeyler yapmanız veya tarihi kökünden değiştirecek eylemlere imza atmanız gerekmez. Çünkü kelebek etkisi denen şey öylesine güçlüdür ki geçmişteki tek bir atomun yerini değiştirseniz bile bildiğimiz anlamdaki geleceği yok etmiş olursunuz. Geçmişe yolculuk etme eyleminin kendisi aslında şimdiyi yok etmiş oluyor. Çünkü geçmişe gittiğinizde hiçbir şey yapmadan dursanız bile artık sizin o tarihte orda olduğunuz bir geleceğin şekillenmesi söz konusu. Bu ise geçmişe yolculuk etmeden önceki gerçeklikten farklı bir durum.Bu paradoksu tekil evrende önleyebilmenin tek yolu ise zamanı, geçmiş ve gelecek ile bir bütün şeklinde algılamak. Elimizde tek bir film şeridi olduğuna göre geçmişe yolculuk ettiğimiz durumda, zamanda çatallaşma olmaması gerekir. Bu da demek oluyor ki her ne yaparsak yapalım, geçmişe de yolculuk etsek, şu anda yaşadığımız gerçeklikte hepsi mevcut durumda. Eğer ilerde bir gün geçmişe zaman yolculuğu yapıp dedenizle bir fotoğraf çektirip çektirmeyeceğinizi öğrenmek istiyorsanız fotoğraf albümüne hemen şimdi gözatabilirsiniz. Eğer böyle bir eylemde bulunacaksanız fotoğraf albümünde dedenizin yanında kendinizin yaşlanmış halini şu anda görmeniz gerekir. Bir başka deyişle gelecekte siz, geçmişe gidecekseniz, bunu şimdinin içinde görebilirsiniz.Kim bilir belki de gelecekten gelip geçmişimizi etkileyen zaman yolcularının şekillendirdiği bir filmin oyuncularıyız.

Çoğul evrende zaman kavramı
Sonsuz sayıdaki evrenlerin her biri kendi içinde bizim evrenimizin zaman kurallarını barındırıyor. Zaman yolculuğunda bize sağladığı avantaj ise geçmişe gittiğimizde artık kendi evrenimize hapsolma zorunluluğunu ortadan kaldırması diyebiliriz. Geçmişe gittiğimizde bir şeyleri değiştirirsek varolan geleceğe ne oluyor sorusunun cevabı bu senaryoda “hiçbir şey olmuyor, aynen duruyor” şeklinde verilebilir. Çünkü biz o geleceğe sahip olan evreni artık terk etmiş oluyoruz.Peki zaman yolculuğundan çok evrenler arası seyahat gibi duran bu yolculukta yeni evrende bizi neler bekliyor? Kendi evrenimizin bir nevi kopyasına gittiğimizde oradaki kopyamızın (kendimizin) yaşadığı bir zaman dilimindeysek kendimiz ile karşılaşıyoruz. Böylece o ana kadar bizim evrenimizin kopyası durumunda olan evren bu özelliğini kaybetmiş oluyor. Çünkü artık yeni durağımızda kendimizden 2 tane olan bir gelecek şekillenecek.Tabii sonsuz sayıdaki evren içinden kendi evrenimizin kopyalarını bulup buralarda istediğimiz zamana geçmek solucan delikleriyle ne kadar mümkün olur burası tartışılır. Çok alakasız, içinde dünya diye bir gezegenin olmadığı farklı evrenlere de gidebilirsiniz, tarihin çok farklı senaryoda gelişip aktığı alternatif dünyalar da bulabilirsiniz. Sonsuzluk içinde her şey olasılıklar dahilinde.Kuantum bakış açısıyla baktığımızda aslında kendi evrenimiz diye özelleştirebileceğimiz bir evren de yok. Verdiğimiz her karar, çevremizi saran sonsuz olasılıkların içinden sadece bir tanesini seçmek gibi. Bu seçimi yaptığımızda başka bir evrene geçmiş olduk bile. O kararı vermeyip diğer seçenekleri seçen sonsuz kopyanız ise o an için kendi evrenlerinde hayatlarına devam etmiş oluyor.

Bilinç yolculuğu
Zamanda neden yolculuk etmek isteriz? Mesela gelecekte neler olacağını merak edebiliriz. Acaba bir 10 yıl sonra ne halde olacağız? Veya 100 yıl sonra dünya ne halde olacak? Daha uzak gelecek de merakımızı cezbedebilir. 3 bin yıl sonrası veya 150 bin yıl sonrası acaba nasıl olacak? Hayal dahi etmek mümkün değil ama 5 milyar yıl yaşındaki dünyamız için bu zaman aralıkları pek de büyük sayılmaz. Dünyamızın daha 5 milyar yıl ömrü olduğunu (Güneşin doğal ömrü) düşünürsek, sanki bu dünyanın orta yaş bunalımına denk gelmiş gibiyiz.Geçmişe yolculuğun sebebi ise genelde kendi geçmişimize müdahale etme isteğindendir. Geçmişte verilen hatalı kararları düzeltmek ve gelecekteki bilgimizle geçmişte çıkar sağlamaya çalışmak gibi. Hal böyle olunca aslında geçmişe yolculuk yapıp da orada kendimizle karşılaşmamız çok da tercih etmek isteyeceğimiz bir durum olmayabilir. Kendisiyle karşılaşma şokunu atlatmakta olan genç halimize yardımcı olduktan sonra “şöyle yap, böyle yap” diye gençliğimizi yönlendirmek ne kadar doğru olur? Dahası bizim şimdiki halimize bir faydası olur mu?Tüm bu sorunlar yerine bence en güzel çözüm, hepimizin hayalindeki “keşke ikinci bir şansım daha olsaydı” dileğini yerine getiren bir bilinç yolculuğu. 35 yaşında iken birden bire şimdiki bilgi ve tecrübemizle kendimizi 15 yaşındaki bedenimizin içinde bulmak. Diğer bir deyişle 20 sene önceki halimize, 20 sene önceki zamanda, son 20 yılda yaşadığımız bütün bilgiyi yüklemek. Zamanda yolculuk yapmak değil, tüm evren zamanını komple geri almak.

Hayallerimizin bazen böyle ütopyalaştığı düşün dünyamızda, kurcalar dururuz zamanı. Aklımızın zamanı ise asla şaşmaz. Yaptığımız zaman yolculukları kafamızın içindeki çizelgeye daima doğru bir şekilde yerleşir. Önce geleceğe, sonra geçmişe, sonra tekrar geleceğe gitmek, sabah kalkıp, banyoya gidip, elimizi yüzümüzü yıkamak gibidir. Nereye gidersek gidelim, geçmişimiz gelecek olur, geleceğimiz de geçmiş.