A ve E sohbet etmek için buluştu. Soğuk bir sonbahar günü. Deniz kenarında bir çay bahçesi… Her zamanki gibi E onu iş yerinden arabasıyla almıştı.Bugün E’nin doğum günüydü. A’nin canı hiçbir yere gitmek istemiyordu ama arkadaşını bugün kırmamalıydı. Yorgundu, üzgündü, içinde ağlayan bir kız vardı… İçindeki o kızı kimse görmüyordu.O hayatına –sözde- her şey ama her şey normalmiş gibi devam ediyordu. Kimse bilmiyordu uyuyamadığını, kimse bilmiyordu tavana bakarken saatlerin geçtiğini ve onun bunun farkına varmadığını. Kimse bilmiyordu, onun antidepresan almayacağım diye debelendiğini. Kimse bilmiyordu onu eski bir dostun telefonunu çevirdiğini ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığını.

Kimse bilmiyordu, bilmiyordu akşam olduğunda ve evine geldiğinde sessizliğin üzerine yıkıldığını ve o an acıdan ve onu düşünmekten ve onsuzluktan; onun bu denli içinde olmasından, o anda acıdan öleceğini hissetmesiyle gözlerinden akan yaşları susturabilmek için sürekli kendine yüksek sesle; ‘Tamam, tamam; sakin ol, sakin ol, geçecek geçecek… Her gün biraz daha azalacak. Bak yirmi bir günde beyin alışıyor birtanem, sakin ol, sakin ol.’Kendini kendi sözleri teselli etmeye yetmiyordu. Birden büyük bir çığlık kopup başlıyordu hıçkırmaya, sonra yine susuyordu… Öyle bakıyordu etrafa, içinin acıları her tarafa dağılmış ve nasıl toplayacağını bilemeyen, kafası karışmış küçük kız edasıyla…

-‘Sen böyle ağlarken o başkasıyla sevişiyor her gün. Sen ağla ve kendi salaklığına yan!’

– ‘Hayır, o beni seviyordu… Gördüm, biliyordum. Zaten o yüzden bağlandım ben ona. Nasıl davranıyordu bana, nasıl üzerime titriyordu. Telefonum açılmadığında yetmiş beş kere arayan kadındı ve sırf bana ulaşamamanın acısına da dayanamayıp çareyi psikoloğunun -dan diye- evine gitmekte bulandı… Beni seviyordu, biliyordum: ‘Seni seviyorum, aşkım diye başlıyordu her lafa. Beni seviyordu, biliyordum: Beni deli gibi kıskanandı… Herkese aşkımızı ve beni nasıl sevdiğini anlatandı, ben bunları başkasından duyuyordum.’

– ‘Hayır, saçmalama. Olay net. Seven gitmez. Hele hiç aldatmaz. Sevmedi.’- ‘Sevdi! Hatta aşıktı!’- ‘Salaksın sevmedi, aşık hele hiç değildi. Vakit geçirdi güzelim, vakit. Kabulleneceksin.’- ‘Hayııııııııııııııırrrr!!!!!!!!!!!!!’

Kadının içindeki iki kadın da acıdan sustu. Yığıldı. Bekledi. Yoruldu. Bıktı. Dondu. Artık hiçbir şey düşünmek ya da hissetmek istemediği bir noktadaydı. Tek istediği donmuş bir nehir olmaktı. Belki o zaman kimse ona acı vermek için içine ulaşamazdı ve o da böylesi bir acıyı bir daha yaşamazdı. Donmuş bir nehir, donmuş bir nehir, donmuş bir nehir…Biraz kendine geldiğinde içindeki sözde mantıklı kadınla tekrar konuşmaya başladı:- ‘Tamam, haklısın. Biliyorum, sevmedi; hiç sevmedi. Ama ne olur beni inandır; o zaman neden bakamıyordu gözlerime dört saniyeden daha fazla… Neden çok mutluyduk ya da ben öyle sanıyordum…?İçindeki mantıklı kadından ses gelmiyordu. Son sorduğu soruya yanıt gelmedi. Yanıt gelmemesi onun kanını dondursa da yapacak bir şey yoktu. Kanı donuyordu ve içinin bu denli yandığını kimse bilmiyordu, bilmiyordu; an geçmiyordu, hele akşamları hiç geçmiyordu, hiç…Niye bu günlerde sokaklar dahi bu denli yalnızdı… Her şey bir sessiz. ‘Ah Tanrım, içim ne kadar ıssız! İçimdeki acıyı o da bilmiyor, hem bilse ne olur ki? Beni bu kadar üzmek derdi olsa zaten gitmezdi… Zaten bu denli üzebiliyorsa hiç benim olmamıştır ki… peki ben salak mıyım da onun beni sevmediğini göremedim, ben bununla nasıl başa çıkacağım. Onun beni sevmemesiyle değil onun beni hiç sevmediğini, onun için hiç önemli olmadığımı ve bu denli yalan olduğumu nasıl göremedim? Ben kendimle nasıl çıkacağım? Peki, onu kaybettim ya da o benim olmadı, hiçbir zaman, başından beri. Tamam, ama ben şimdi kendimle nasıl başa çıkacağım? Ben insanları tanıyamıyor muyum? Demek ki, tanıyamıyorum. O zaman ben bu güne kadar bir şey öğrenememişim…’Bugünlerde tehlike sinyalleri çalıyordu, kendinle başa çıkmanın yollarını arıyordu. Saatlerce Allah’a dua edilir mi? ‘Allahım ne olur al içimdeki acıyı!’İnsan acıdan öleceğini sandığı bir noktaya gelebilirmiş, lafmış bu kadarı sanırdı. Zaten sandığı ne varsa yalan oldu…‘Ne anlatayım insanlara ne konuşayım, kendi kendime içinde debelenip boğulup, çıkamadığım -ve bu yüzden kendimden dahi uzaklaştığım- dertlerimi mi anlatayım sürekli?‘Annem sormuyor, nasılsın diye…’ düşündü. ‘Oysa onu nasıl, nasıl sevdiğimi biliyordu. Benim kahrolduğumu tahmin edecek ve sadece nasılsın diyecek dahi birilerine ihtiyaç dura mı insan?’Bilgisayarından onun fotoğraflarını ne zaman silecekti, onun telefondaki ismini şeytan olarak değiştirdi: Bunu onu hiç sevmemesi ve onun şeytan olduğunu hatırlaması için yaptığını da biliyordu…A: Ağlayacak göz yaşım var mı artık, bilmiyorum. Eğer kaldıysa sonuncusunu senin kitabını okurken tekrar aktı, değmeyen fahişe ruhlu kadın için. Eh, onu yine sevdiğim için. Evet, ruhumu dinginleştirmem lazım ama nasıl?İçim kabaran bir deniz…E: Yalnız kalmayı hiç sevmiyorsun değil mi?A: Dehlizlerimin içinde kendim boğuluyorum. (Bir an sorunun farkına varır.) Nasıl? Sevgilisiz mi?E: Yalnız kalmaktan korkuyorsun. Hayır, sevgili nedir ki …A: Aşksız mı ?E: Onu da geçA: Eee?E: Yalnız, tek başına.(E bir şeyleri yakalama ve açığa çıkarma çabasındaymış gibi devam ediyordu. A sorulara yanıt verirken aslında bunların kendinin dahi duymak istemediği ve epeydir kaçtığı sorular olduğunu bilmiyordu, öğrenecekti…)A: (A, E’nin neyi sorduğunu anlamadı.) Nasıl?E: Kendi kendine tahammülün yok.A: Gerçek dostum olmadan mı ?E: EvetA: Ya baksana, içimde konuşan bir ben var. Çok güçlü görünen ama hikâye, yalan. Birine sarılmaya ihtiyaç duyan kadınım oysa. Yalan güçlü olduğum ancak o olduğunda uyuyabiliyorum ve şimdi onsuz uyuyamadığımdan da ondan nefret ediyorum.(Sorularıyla A’nın kendine söyleyemediğini, A söyletmekti derdi. A sorununu kendi ağzıyla dile getirmesiyle içindeki acının sebebini öncelikle kabul edecekti, E’ye göre. A, E ile yalnız sohbet ettiğini sanarken; bu soruların, hem yaralarını açacağını hem de onu tedavi etmeye giden yol olacağından tamamiyle habersizdi. E, devam etti usulca….)E: Onu diyorum işte. Yalnız kaldığın zaman ortaya çıkıyor. Ondan kaçmak istiyorsun. Yani içindekinden.A: Çünkü bu bana kendi güçsüzlüğümü gösteriyor ve ben güçsüz olmak istemiyorum. Bu yüzden beni o ya da onlar değil, asıl ben yoruyorum.E: Hah! (İlk başarı belirtisini almıştı işte. Dökülmeye başlamıştı A)A:Çünkü yalnızlıkla baş edemiyorum ve kendime kızsam da bir işe yaramıyor. Birini aradıkça kendimden uzaklaşıyorum. Bunu kendime yakıştıramıyorum da bir yandan çünkü ben güçlüyüm ya söz de…Başkası olmadan uyuyamayan kadın olduğumu aslında kendim kabul edemiyorum.E: Bravo! Hiç girmedim araya. İsteğim tüm bunları kendin söylemendi.A: Bu bana kendi güçsüzlüğümü gösteriyorve ben güçsüz olmak istemiyorumbu yüzden beni o ya da onlar değilbeni ben yoruyorum.E: hahA: Kızgınlığım ona da değil kendime. Yalnız kalamadığım içinE: BiliyorumA: Onu istediğim için ya da başkasını…E: AmaA: Lanet !!!(E hala hedefine tam olarak ulaşmış saymıyordu kendini, sorular sorular geliyordu. Bu bir terapi miydi yoksa yıkım mı?)E: Mecbursun bir bakıma.A: Sinirlendim sanaE: Kendini iyi hissetmek için yapman gerek. Bana sinirlen, kız, küfret ne olacak? İyi hissedeceksen sorun yok.A: Bazen başkasına kızmak daha iyidir kendine kızdığını saklar.E: Dikkatini dağıtır, hedef saptırma.A: Derdin kendinleyse dumansın en fazla kaçarsın o insandan kendinden nasıl kaçacaksınE: Kaçamıyorsun, inan kaçamıyorsun.