bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Tempra ‘Bir Efsane’

Jafar | 21 February 2010 17:21

90’lı yılların başlarıydı Tempra’nın hayatımıza girişi. Daha dün gibi hatırlıyorum o Tempra’lı ama Tempra’sız yılları.Peki ama neydi bu Tempra? İtalyan firması Fiat’ın 1990-1999 yılları arasında ürettiği, başka ülkeleri bilmem ama Türkiyede o dönemlerde efsane olmuş bir otomobildi…Benim için otomobilinde ötesindeydi. Caddelerimizde görmeye alışkın olduğumuz; toros’lar,brodway’ler ve tofaşın kuş serisi arabalarından sonra bir devrim niteliğindeydi Tempralar.Bir çok çeşidi vardı bu otomobilin(S, SX, SX A…) .O dönemlerde bu otomobile ait özellikleri tam olarak bilmesemde şu bir gerçektir ki otomatik camlarını unutmam imkansızdı. Bu otomobilin düşünü kurduğum zamanlar da küçümsenmeyecek kadar fazlaydı.

Birde döneme damgasını vurmuş sloganları ağızdan ağıza dolaşmış, babasının kızına direksiyonu serçe parmağıyla bile çevirebileceğini söylediği bir de reklam filmi (Babam Öyle Diyo) vardı bu efsane otomobilin. Ne zaman televizyonda o meşhur reklamı izlesem, heyecan içinde babamın yanına koşarak biz neden almıyoruz? derdim. Babamın çok paramız olduğunda alacağız cevabından sonra umutsuzluğa kapılır, ama kendimi alacağımız hissine kaptırmaya çalışırdım…Her akşam kardeşimle Tempra’ları olan okul arkadışımızın muhabbetini eder, ona imrenirdik…

Ve yıllar geçti daha sonraları çok daha iyi arabalar aldık belki ama hiç bir zaman Tempra alamadık…Ve hala içimde tatlı bir uktedir…Naçizane sizlerle paylaşmak istedim bu efsaneyi…

Bir Protestanın Günlüğü

allnite | 21 February 2010 11:32

Kapitalizmin, özellikle modern anlamdaki kapitalizmin nasıl geliştiğini herkes olmasa da bazılarımız bilmek isteriz.İşte ünlü sosyolog Max Weber bu konuyu araştırmaya karar verdiğinde bu biricik durumu, ateşliyici durumu bilmek istemiştir.Aslında kapitalist sistemler varlığını tarihin çeşitli dönemlerinde göstermiştir fakat bizim modern kapitalizm dediğimiz şey akılcı bir muhasebe, ileriyi görerek yatırım yapma ve bu yatırımı biriktirmeme! yeni yatırımlara bu parayı yığma işini Batı Avrupa’da görüyoruz.

<
Weber’e göre Protestanlar arasında özellikle Kalvenizm’e mensup insanlar bu akımı başlatmıştır.Bu insanlar para kazandıktan sonra karlarını biriktirmemişler, sürekli yeni yatırımlara, yeni çalışmalara başlamışlardır.Normalde Katolizm inancına göre-ki bu yine hristiyanlığın bir koludur- muminlerin dünya malıyla çok haşır neşir olmaması gerekir bu günahtır, tek amaç İsa’ya ulaşmaktır.Bir nevi çile hayatıdır.Martin Luther King’in başlattığı bir mezhep olan Protestanlık ise bu Katolikliğin bu durumuna eleştirel bir gözle bakan bir mezheptir.Onlara göre Tanrı insanı doğarken serbest bırakmıştır.İnsanın günahkar olup olmaması zaten karar verilmiş bir şeydi önemli olan seçilmişlerden birisi olmaktı bunu Tanrı seçilmiş insanlara şöyle ya da böyle göstermekteydi ve bu yüzden insan kaderine teslim olup bu dünya için çalışmalı, üzüntülerini, iç acılarını bu yolla gidermelidir.Çünkü çok çalışırsa ve kazanırsa insan seçilmişlerden biri olduğunu görecekti.Bu kuralların hepsi Martin Luther King’in 95 maddelik tezinin birer özetidir.Protestan mezhebi tarafından oldukça özgür bırakılan insanın en büyük amacı ise sürekli çalışmak olmuştu.Fakat Ptotestanlık mezhebinin kolları olan sofuluk, metodizm, lutherdizmde kapitalizmi oluşturacak öğeler oldukça sınırlı olmuştur.Zaten Weber’de bunun farkındaydı.O’na göre modern kapitalizm Kalvenist olan insanlar tarafından uygulanmıştı.Bu tamamiyle bir kadercilikti.Kalvenistler tarafından bu çok iyi bir şekilde kullanıldı ve Weber Almanya’daki gelişmiş ve zengin semtlerin bu inanca-Kalvenizm- sahip kişilerden oluştuğunu istatistiksel sonuçlarla da gördükten sonra bu kitabı yani Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu tezini ortaya atmıştır.

Bundan çıkaracağımız sonuç şu olmamalıdır.Kapitalist olmak isteyen ülkeler ya da toplumlar illa Protestan olmak zorunda değildir.Weber bunu söylemez.Çünkü O’na göre kapitalizmn ortaya çıkışındaki temel etmen sıkı bir çalışma, iyi br muhasebe , karı yığma değil sürekli yatırımla kazanmak, geleceği görerek yatırımlara yön vermektir.Protestanlar için ateşleyici kaynak Martin Luther’in 95 tezi olmuştur.Tabi ki protestanlar bunun farkında değillerdi bu tesadüfi olay şimdi, günümüz modern kapitalist rejimini doğurmuştur.

YAŞLANMAKTAN KORKUYOR MUSUNUZ?

keremx | 20 February 2010 20:23

YAŞLANMAKTAN KORKUYOR MUSUNUZ?

HERKES ESKİYECEK/ Dünya da her şey eskiyecek. Her eşya,her can… Korkun ya da korkmayın, yaşlanmak ve ölüm kaçınılmaz bir sondur. Neye sahip olursanız olun. Dünya da rahat yok. Dünyada kime bağlanırsanız bağlanın. Ayrılık var.

13 YAŞINDA NİNE / Her şey biz insanlar için. Hastalık ta öyle,sağlıkta…Her şeyde bir ders, her insan da bir ibret var. Fotoğrafa bakar mısınız? Fotoğraftaki çocuğun yaşlı gözüktüğüne bakmayın. Evet o bir çocuk. Hem de 13 yaşında.. 13 yaşında ancak 50 yaşında gösteriyor. 13 yaşında bir nine o..

Evlen, benimle..

pillibebekkuyuda | 20 February 2010 18:57

Bahçesine ilk adımını attığında, ormanın kuytuluklarındaki bu güzel okul, onu bir hayli ürkütmüştü..

Yatılı kısmına eşyalarını babası getirmişti..Onu başlarından mı atmışlardı, yoksa iyi eğitim almasını istedikleri için mi, terketmişlerdi..Yıllar geçse de cevabını bulmakta zorlandığı sorulardan sadece bir tanesiysi..

-Zeynep, benim akıllı kızım, böylesi daha iyi olacak..Annenle aramızdaki sorunların senin okul hayatını etkilemesini istemiyorum..Sadece çalışmalısın, seni hep izleyeceğim..

santral taklidi

astral | 20 February 2010 17:22

Ne zaman bu şehirde iki üç kalsa patlıyor, elektrik santrali taklidi yapıyordu.

Oysa yapmasına gerek yoktu. Zaten yapısı oldukça mesafe koruyucu bir çember içeriyordu. Dedim ki, bu adam bu kadına katlanamıyor. Bir adam şehir dışından geldiğinde, çok yorgun olsa da, bal börekse ve buradayken sinirli oluyorsa bu kadının yüzüne katlanamıyordur.

Şu gitse de kimle birlikte oluyorsa olsa diye geçiriyorum içimden. Var bunda bir şey. Banane. Banane olur mu? Bunun tavrı siniri aynen yansıyor.

Koruyucu kalkan mıyım ben? Şu kadınlar, rahatlatıcı nice kadınlar ne kutsal varlıklarmış onlar. Bal oluyormuş kimi insanlar. Töreler de pek iş görmüyormuş, insanın ruhuna hizmet eden gerekliymiş. Kimilerinin ruhu neresinde bilinmez ama bilen biliyor demek ki. Bu şehirde bu ruh eror veriyor, olan bu.

corbis.com
corbis.com

Adam her zaman tertemiz ve karizmatik, hoş kokulu, çok hoş. Sanki kokuya tav olunurmuş gibi kimi zaman. Ki, kimileri de oluyor demek ki. Adamın sinirleri alındığına göre ince ince. İnce ince olan diğer hususları bilemesem de tahmin ediyorum. Kimileri çalışmayı pek sever. Kaçıştır. Evden. Kafadan, düşüncelerden, düşlerden, kurmamak için yoldur. Yollar dahi iyidir. Başka yollara çıksa da ruhun ilaç gelir yorgunluk. Yorgunluk da ilaç mıdır? Öyledir. Tamamiyle. Bunu da anladım ya, başka bir yerdeyim anladım.

Sizce Nedeni Ne ki?

faraza | 20 February 2010 15:27

Dostoyevski‘nin budala ve delikanlı adlı romanlarının ikisinde de romanın bir yerinde kirpi geçiyor.Benim bakışaçıma göre öyle bir yerde ele almış ki kirpinin geçtiği sahnede roman karakterinin kaderi değişiyor.
Hatırlatma:i- Aglaya,Prens Mhyskin’e kirpi gönderiyordu.
Sonrasında Prensle Aglayanın gelişen olaylarla arası açıldı ve birlikte olamadılar.(Budala)
ii-Karakterlerin birinin anlattığı ;yaşlı, huysuz bir bunağın hikayesi var.Bu hikayede ihtiyarın evlatlığı sahilde ihtiyardan kaçarken bir kızın elinde kirpi görüyordu ve kısa bir konuşma yapmıştı kızla sonrasında denize yönelerek ilerledi ve boğuldu.Sonrasında ihtiyarın iyiliksever biri haline gelmesi.(Delikanlı)
İşte “meraklı ol! ” evet bunu merak ediyorum.Neden ikisinde de kirpi kullandı ve karakterin kaderinin değişmesiyle ne gibi bağlantı kurmaya çalıştı?Yorum yapın ey hafif sakinleri!

Gözlerinde Kalbin Görünüyor

astral | 20 February 2010 13:41

‘Mastırdan arkadaşımdı. Yıllardır fallarda çıkıyordu da ben fark etmemiştim. İçmiş o gün, epey. Bana açılacak ya.’

Kıkırdıyordu bir yandan. Gözlerinin içi ışıl ışıl. Umut ve şen kahkahasıyla anlatıyordu, canım arkadaşım. Şaşkınlıkla dinliyordum, nereye gelecek bu hikaye diye. Dört yıllık ilişki üzerine bana anlattığına bak diyor bir yanım, inanmıyordu. İnanmadığımsa, birinin ona yazması değil, bunca yıl ömrüm dediği adamın üzerine başkasına dan diye heyecan duyuyor görünmesine aldırış edemiyordu bir yanım/ bin yanım.

‘Facebooktaki tüm resimlerimi nasıl incelemiş. On üçüncü resimde beyaz oje sürmüşsün. Beyaz mı sürmüşüm dedim; ben bakıverdim, hatırlamıyorum. Yüzünde makyaj yok, çok masum çıkmışsın. İşte o benim en sevdiğim resmin. Asıl sen, osun. Yalın. Gözlerinde kalbin görünüyor. Geldiğimde alnının tam ortasından öpeceğim dedi. Ben de ne dedim biliyor musun? Sen gel, ilk önce sana sarılıp koklayacağım. Bunu söyleyince sesi birden kesildi. Çok etkilendi Leyla! Ay çok heyecanlıyım. Hemen gelse, bana ne dedi biliyor musun? Sen üç çocuk yapacak kadınsın. Aslında ben senden on çocuk isterim ama senin bünyen dayanmaz. Üç çocuk yeter. Kimse senin değerini bilmemiş. Ayrıca ne diyor biliyor musun? Çok feodal tarafları var Leyla. Akşam kaçta eve gidersin? Bu akşam Cuma, sen bu akşam dışarı çıkar mısın? Dışarı çıkarken ailene ben geç geleceğim mi dersin, geç gelebilir miyim mi dersin, dışarı çıkabilir miyim mi dersin, emrivaki mi yaparsın yoksa izin mi alırsın, bunu ne sıklıkla yaparsın, hangi cümleyi kullanırsın? Aileni üzme, onlar önemlidir diyor. Ben de dedim ki: Yok her zaman güzelce izin alırım. Ay çok heyecanlıyım. Kalbim patpat çarpıyor!’

-‘E iyi de Ahmet ne olacak?

– ‘Ne olacağı mı var? Yılbaşında beni dışarı bile çıkarmadı. Yıllar geçti, adamın değiştiği yok; üstelik yüzüğümü verdiği yok. Bıktım. Dönmeyeceğim ona.

-‘Ne oldu evlilik hayalleri, hepsi suya mı düştü?

Gölgeler Açık Veriyor 1

astral | 20 February 2010 12:08

Can durup dururken sordu, ‘Satılmış ruhlar kermesinde hangi yarım kürede olduğunu düşünüyorsun?

corbis.com
corbis.com

Esin pek önemsemedi Can’ın sorusunu. Alışkındı. Can zaten farklı bir insandı. Nereden çıktı bu diye düşünmedi.

Aklına geldi ve sordu diye düşündü. Pek de düşünmek istemedi işin aslı. Can felsefeye, dünyaya çok kafa yoran bir gençti.

Can’ın bu yönünü seviyordu ama şu an hiç de kendini bunlara kafa yoracak halde hissetmiyordu. Soruya kendi tarzında, gülümseyerek, rahat bir şekilde yanıt verdi.

Yazmak….Nasıl?

tutkulubiryazar | 20 February 2010 10:37

[Aslında bu yazıyı ileride yayınlayacaktım ama hiç bozmadan doğrudan bu sitede paylaşmaya karar verdim.]
Yaptığım şeyler üzerinde neden daha az düşünüyorum? ‘Nasıl’ı neden merak etmiyorum ki! Yazar olmak,yani, yeni yeni düşünceleri gün yüzüne çıkartmak, onlar üzerinde oynamalar yaparak ‘mükemmele ulaşmak’ ve küçük de olsa hem kendi hem de başkalarının üzerinde gözle görünür bir fayda sağlamak… Sanırım maksadım bu; ama nasıl? İnsanların ağızlarını bir karış açık bırakan,”Aaa ne kadar güzel yazıymış… Nasıl düşünmüş bunu acaba?” dedirten, etkileyiciliği ve farklılığı ile öne çıkan ve “İşte bu!” diye haykıran yazıları nasıl yazacağım? Gâye büyük… Yolun sonundaki cazibeyse, beni kendine çekmeye yetiyor… Kolay olmayacak ama mutlaka olacak. İlk adımlarımı attığım bu yolculuğu inşallah başarıyla bitireceğim.Şimdilik bu kadar yeter, Buyurun kapıda beklemeyin içeriye geçin. Sizleri ‘Kendi Şehrime’ davet ediyorum. Unutmadan, şunu da hatırlatmalıyım ki sizler bu yazıyı okuduğunuzda ben çoktan ölmüş olmayacağım… Sadece ülkenin en çok satan yazarı olacağım, bu kadar!

Konuyla Ne Alakası Varsa?
Konuyla Ne Alakası Varsa?

Ruhum

linet | 19 February 2010 15:07

Ruhumu aldırmak istiyorum. Bir cihazın içine girip çıksam ve ruhsuz bir kadın olarak yaşamıma devam etsem nasıl olur.
Çok güzel olur. Hiç birşeyi umursamayan, sorgulamayan, üzülmeyen en çok da artık üzülmek istemiyorum. Bu üzerime yapışıp kalan melankoliden her iyi olayda bile üzülecek birşey bulan anti polyanna halimden kurtulmak istiyorum. Sevinçlerimin bir dakikada tükettebilirken neden hüzünlerimi günlerce saatlerce yaşıyabiliyorum. Yok ben adam olmayacağım, huzur istiyorum sadece malda mülkte gözüm yok derken huzuru neden bulamıyorum. Ruhum sürekli sancı çektiriyor bana, kesilen uzuvların ağrıdığını sanırmış ya insanlar bende de sürekli bir endişe hali hasıl oldu bu aralar, olmayan hüzünler üretiyor beynim, sonra buna bir güzelde inanıyorum.
Sol omzumun üzerindeki şeytan sürekli dolduruyor beni, sağ kulağıma fısıldayan melek ise çok cılız sesi duyamıyorum onu.Gürültücü şeytanım öyle baskın ki, öyle bariton bir sesle bana öyle kötü şeyler söylüyor ki, meleğimin sesini duyamıyorum. Bahaneler üretmekte öyle usta ki şeytanım, meleğim iyi şeyler bulup çıkartmıyor artık…

Hafiflerim belki ruhumdan kurtulduğumda hııı ne dersiniz??