bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Afili Filintalar

AsetilCoa | 03 August 2010 15:45

Onur Ünlü, Murat Menteş ve Alper Canıgüz 15 Ocak 2010’da bir site kurdu. İsmi Afili Filintalar . Bu yeni nesil edebiyatçıların şiir, anı, deneme gibi her türde ve her konuda yazı yazdıkları bir edebiyat sitesi. 3 kişiyle yola çıkan ekip şimdilerde 30 kişi. Onların deyimiyle çete giderek büyüyor. Hiç bir yazarı atlamadan paylaşmak istedim. Liste uzun: Afşin Kum, Ah Muhsin Ünlü, Alper Canıgüz, Aslı Tohumcu , Bedia Ceylan Güzelce, Emrah Serbes , Erkan Şimşek , Fatih Altınöz, Ferhat Uludere, Fırat Budacı, Gökdemir İhsan , Gökhan Özcan, Hakan Albayrak, Hakan Önder, Kaan Çaydamlı, K. Egemen İpek , Meltem Gürle, Murat Menteş ,Onur Ünlü, Murat Uyurkulak, Murat Zelan, Orhan Düz , Samed Karagöz, Selçuk Orhan, Selman Bayer, Şafak Altun, Şenol Erdoğan, Taha Ayar, Tayfun Salcı, Umut Taydaş , Zeynep Arkan gibi birçok ismine aşina olduğumuz yazar ve gelecekte tahminimce ünlü olacak yazarlardan oluşuyor çete. Bir film websitesini andıran karizmatik siteleri ve kaliteli yazılarıyla okuyucularının harika zaman geçirmelerini sağlıyorlar. Kimi zaman yüzünüzü güldüren hafif iğneli, bazen içinizi burkan çok lezzetli yazılar yazıyorlar. Siteyi şimdiden sık kullanılanlarıma ekledim ve canım her edebiyat çektiğinde ziyaret ediyorum. Bu kadar üretken ve yetenekli yazarları bir arada okumak pek nasip olmuyor. Siteyi incelediğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız. Facebook ve Twitter sayfalarından da onları takip edebilirsiniz.

Bazı yazarlarımız hakkında kısa kısa notlar:
Afşin Kum bir çok bestesi bulunan yetenekli yazarımız. Myspace sayfasından şarkılarını dinleyebilirsiniz.
Alper Canıgüz şaşırtıcı kitapların yazarı diye anılan yazar. Aynı zamanda psikolog ve reklam yazarı. Kitapları: Tatlı Rüyalar, Oğullar ve Rencide Ruhlar, Gizliajans
Onur Ünlü Ah Muhsin Ünlü takma adlı şair. Güneşin Oğlu, Polis filmlerinin yönetmeni ve senaristi.
Fatih Altınöz Şizofrengi dergisinin kurucusu. Güle Güle, Gülüm, Çinliler Geliyor filmlerinin senaryosunu yazmıştır.
Fırat Budacı şu anda Uykusuz’da “Kendimi Durduracak Değilim” adlı köşesini yazıyor.
Kaan Çaydamlı ve Şenol Erdoğan birlikte 1989’da 6 45 adlı yayınevini kurmuşlardır.

reankarnasyon gerçekten var mı?

sinem26 | 03 August 2010 14:19

Reankarnasyon diğer adıyla ruh göçüne şuan günümüzde inanan insanların bir milyarı aşığını biliyor muydunuz?Reankrnasyon hakkında birçok iddia yazıldı.Kimisi tekrar doğduğunu,aslında bir başka bedene ait olduğunu söyledi.Ama ne hikmetse üzeri hemen kapatıldı.Birçok kişide böyle birşeyin asla mümkün olamıyacağını insan bir kez doğar büyür ve ölür.ve birtek kıyamette dirilcieğimizi anlatmaya çalışıyor.Yeniden doğuşu savunanlar hipnotize tekniği ile ispatladığını anlatıyor.Peki sizce de hipnoz reankarnasonun var olduğuna yeterli bir kanıtmı?Öte yandan ilahiyatçı din adamları “böyle bir olayın ne dinimizde nede kuran_ı kerimde yeri kesinlikle yoktur” diyor.Şimdi;açıkçası ben işin içinden çıkamadım.Elbette kuranda yeri olmayan bişeye inanmıyorum.Ama ya bu ispat çabaları?Olmayan bişeyin üstüne neden bu kadar gidilir.(işin içinden çıkabilenler,çıkamayanlara olayın mantığını anlatsın lütfen)REANKARNASYON VARMIDIR?

Bazen…

suleceizler | 03 August 2010 13:33

Bazen içinde fırtınalar kopar
Nedenini anlayamazsın,öyle bir rüzgar yakarki içini
Sen o rüzgar içinde ordan oraya savrulursun
Bazen sorarsın kendine
Neden yandığını bu kadar ,nedir bu içini yakan rüzgar,nerden çıktı ki şimdi bu durup dururken
Gece karanlığında tutuşan alevler gibi
Gündüz güneşinde kavrulan başaklar gibi
Bazen olur işte bu fırtınalar
Sebebi bazen aşktır,bazense nefret
Sebebi her ne olursa olsun
Bu fırtınalara kapılır gider insanoğlu
Aynı aşk yoluna kapılır gider gibi
Bir fırtına gelir,bir fırtına gider
İnsan hayatından,biri başlar biri biter
Bazen ağır gelsede yaşadıkların
Bir umut kapısı açılır ,içindeki fırtına durulur
Yeni fırtınalara hazırlanırsın aynı savaşçılar gibi
Kuşanırsın kılıçlarını,silahlarını
Artık alışırsın gelen fırtınalara
Hazırsın ne de olsa…..

KORKU/GERİLİM/İŞKENCE FİLMLERİ

kalasi | 03 August 2010 12:19

Korku, Gerilim, İşkence filmlerini hayatımızı etkiliyormu yada nasıl etkiliyor.
Günümüzde korku filmlerinin tutması sinema sektöründe bu tür filmlere daha fazla bütçe ayrılmasına ve daha fazla bu türde film yapılmasına neden olmakta. Ancak korku filmlerinin konuları artık günümüzde işkenceye doğru kaymış durumda. Özellikle testere serisi bu tür işkence filmlerinin ne kadar çok tuttuğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu tür filmlerinin insan hayal gücünün geliştirilmesinden (iyi yada kötü) başka iyi bir rolü olduğunu sanmıyorum. Bazı psikoloklara göre çocuklarda korku “tabi bu filmlerden izledikleri korku değil” kendilerini geliştirmede önemli rol oynayan normal gelişimleri için gerekli bir koruyucu tepdi olarak tanımlanıyor. Sonuçda büyük küçük korku,gerilim ve işkence filmleri her yaştaki insanı çok rahat bir şekilde etkileyecek yapıya ve görselliğe sahip. Peki bu güne kadar yapılmış en iyi, en korkunç, en işkence dolu film hangisidir. Şimdi sizleri biraz gerilere götürmek istiyorum. Mutlaka bu listede atladıklarımda olacaktır.

Bil Bakalım

karuma76 | 03 August 2010 11:24

7 yaşındaydı daha ve o küçücük yaşında başladı acıyla tanışmaya. Küçük yaşta babasını uğurladı son yolculuğuna ve yetim kaldı. Okumayı çok seven o yetim 8 yaşında okuldan alındı ve köy hayatına terkedildi. 10 yaşında okulun en korkunç yüzüyle tanıştı. Yüzü kanlar içinde kalana dek yeni okulundaki yeni hocası tarafından öldüresiye dövüldü. 17 yaşında ilk hayal kırıklığıyla tanıştı. Hayal ettiği okulun, en çok istediği bölümü için gereken not otalamasına ulaşamadı. 24 yaşında tutuklanıp günlerce sorguda kaldı ve sorgudan sonra tam 2 ay boyunca tek başına hem de küçücük bir hücrede günleri saydı. 25 yaşında sürgün hayatına merhaba dedi. 27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşının ağırlığı altında ezildi, arkadaşı kahraman ilan edilirken kendisi sefil muamelesi gördü. 30 yaşında başka şehirler için cephede savaşırken doğduğu şehir düşman işgaline uğradı. Yine 30 yaşındayken amiri tarafından başka görevlere atandı ve orada uzun süre işsiz bırakıldı. Hayatı yalnızlıklar ve sefalet içinde geçerken 37 yaşında böbrek hastası olduğunu öğrendi. Viyana’da 2 ay boyunca bu hastalığın pençesinde yattı. 37 yaşında komutan yapıldı ama onu komutan yapanlar başında bulunduğu orduyu dağıttı. 38 yaşına geldiğinde üzerindeki kara bulutlar hala vardı. Savunma bakanı tarafından görevine son verildi. 38 yaşında cebindeki 80 lira ile yaşam mücadelesi veriyor, takım elbisesi bile olmadığından toplantılara katılmak için ödünç alıyordu. 38 yaşındayken kendisine tekrar tutuklama kararı çıkarıldı. Aynı yaşta, etrafına toplayabildiği en yakın 5 arkadaşından üçünün ihanetine uğradı. Arkadaşları onun kongre temsil heyetine üye olmaması yönünde oy kullandı. 39 yaşına geldiğinde artık beklenen oldu ve idam cezasına çarptırıldı.
Ve sonra… Ne olduysa ondan sonra oldu.
42 yaşında iken ülkenin cumhurbaşkanı ilan edildi.
Kim bu zaferi icad eden, kim bu başarma azmiyle dolup taşan, kim bu en büyük kötülükleri zafere çeviren?
Bilen var mı?

Behiç bey, merci exellence:(

| 03 August 2010 10:19

Elindeki bir kitap dikkatimi çekince, alıp okumak yerine özetini ondan dinledim..( aslında hep böyle yaparım o okur,özetler bana:))
Efendim mesele kitapla ilgilidir;Annem, musevi olduğu için kendimi zaman zaman musevi de hissettiğim olmuştur, bunu da dğal bulyorum…

Efendim kitap ” Büyükelçi” adıyla piyasada. Biz Bodrumdan getirttik ( köyümüzde maalesef kitapçı yok)
Özetle, nazi işgali sırasında Fransa da yaşayan binlerce yahudi esiri kurtaran bir Türk diplomatının
hikayesini anlatıyormuş…
Gerçekten de çok önemli işleri başarmış, Büyükelçi Behiç Erkin…
Güzel de dinleyin şimdi;
Sevdiğim adam ” Biz her şartta musevilere yardım ettik ama onlar nankörlük etti” diyor.
Tabi ben çok üzülüyorum neden bana bunu söylüyor?
Ben kimim?
Sanki, İsrael devletinin yaptıklarını onaylıyorum, bana ne İsrael den…
Babam Bir Türk akademisyen, yıllarca üniversitelerde dersler verdi. Ve bana bu suçlamaları yapan sevdiğim adamın bile hocalığını yaptı…Bu ülkeye hizmet etti, fahri konsolosluklar yaptı,Afrikanın adını bilmediğimiz ülkelerine ülkesi için gitti…
Bunları yazarım çünkü çok alınıyorum ve kırılıyorum…
Türkiye bu konuda sesini duyuramıyorsa suçlu benmiyim?
Neden Türkiye Schindlerin listesi gibi bir film yapmaz?
Gene suçlu İsrael oluyor üstada göre.
İsrael finanse etsin yapılsın diyor…Haklı olabilirsin ama bundan bana neeeeeeee.
Boş tartışmalar, ben taraf değilim monsieur…
Şu an kitaptan yeni bir bilgi geliyor:)
Efendim, Behiç bey Zamanın Fransa başbakanı Leon Blum’un oğlunu bile toplama kampından kurtarmış..
Ne diyim yani, merci exellence den başka:)
Of Behiç bey of kabak gene benim başıma patladı bilin…
Zodyakıma binip kendimi denize atmaya gidiyorum sen otur Behiç beye ağla… Akşam, kitabı yakabilirim, cayır cayır ohhhhh 🙂
Je t’aime, mais je veux noyer:(

Bazen hayat sizden ruhunuzu ister , benim cevabım hayır…

firatocal | 03 August 2010 09:33

tatil tam benlik bir kavram… bunu şu satırları yazdığım yazlığımdaki aylak ehli keyf hali içinde çok daha iyi anlıyorum…

tembelliğin uzuuuun uzuuuun felsefesini yapabilirim ama o kadar uzatmayacağım… bana hs tembellik üzerine kısacıkötesi bir yazı olacak…

çünkü burada geçirdiğim her dakika ve saat hissettiklerimi çok daha iyi anlayabiliyor ve aslında neyi istdiğimi çok daha iyi ifade edebilir hale geliyorum…

tembellik hakkımı istiyorum.. aynen Paul watlavscik gibi… çalışmanın en ulu din olarak tabulaştırıldığı günümüz kpitalist dünyası içinde kim olduğumuzu , nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi unutmuş bir halde yaşıyoruz , onca kan ter ve meşgulyet içerisine batıp çıkmış zavallı hayatlarımızı..

GİTMEK

il mare | 02 August 2010 21:14

Büyük sandıklarını küçülterek,kendini büyütmektir gitmek
Büyük sandıklarını küçülterek,kendini büyütmektir gitmek

melodi

Maziden kalma hazımsızlıkların, fesatlıkların, erdemsizliğe dair ne varsa rengi soluk bayatlamış hissiyatların kulaklarımın zarlarına çarptığı bir öğle vaktindeyim.Alnım, durduğum yerde salgıladığım ter damlacıklarını, kapılarını aralayıp tüm vücuduma buyur ediyor, bunalıyorum,sıkılıyorum,yazmak istiyorum,olmuyor.
Ben yazınca ılık rüzgarlar eserdi ensemden taraf;
Arka arkaya dizilmiş söğüt ağaçları şarkılar söylerdi kulaklarıma;
Nadasa bırakılmış topraklar yalnızlıklarından dert yanarlardı toprağa hasret ruhuma,
Ben dinlerdim oturup onları üstüme saldıkları kokularını içime içime çekerek,
Kokladıkça severdim yalnızlıkları,dert yanmaları dinlemeyi,
Çıplak ayakla bir yaylanın kutsal bir noktasına ayak basarak sanki, kendi bayrağımı dikerdim tepede bir yere,
Avaz avaz bağırırdım özgürlük diye kollarımı iki yana açıp etrafımda dönerek.
Yazınca ben,uçar giderdim işte, her harf kurtuluşum olurdu, tutunup üstlerine ayaklarımı sallandırırdım,şöyle bir bakardım aşağıya, minyatür bir ben görürdüm orada,gülerdim sonra,büyümeye doğru kapardım gözlerimi,dinlemeye koyulurdum söğütlerin şarkılarını, toprakların yalnızlıklarını,toprakların kokularını…