bildirgec.org

tiyatro hakkında tüm yazılar

“Imdb HD Trailer Gallery” yayında

ferfote | 24 March 2011 10:19

Dünyanın en geniş film veritabanına sahip imdb, filmlerin fragmanlarını nihayet hd olarak yayınlamaya başladı.

-imdb-
-imdb-

Filmler, diziler, oyuncular, yönetmenler ve sinemayla ilgili birçok konu hakkında ayrıntılı bilgiler bulacağınız bu site,dünyadaki başarısıyla birçok sitenin ve sinemaseverin referans kabul ettiği bir kaynak olmayı başarmıştır.

Bugün ne yapsam diye düşünenler..

ferfote | 12 March 2011 21:37

Evet başlıkta da okuduğunuz gibi “bugün ne yapsam acaba?” sorusunu kendinize sormadan önce Şehir Kedisine sormanız yeterli.İstanbul içinde olan bütün mekanlardan ve etkinliklerden haberdar olabilirsiniz.

Örneğin arama yapacağınız mekanla ilgili bir çok özelliği (klima, canlı müzik, kredi kartı, otopark, teras, alkol) kendiniz belirleyebilirsiniz.

Sinemadan tutun doğumgününe kadar,maçtan tutun tiyatroya kadar bir çok etkinliğide burada bulabilirsiniz.

Sahne Senin!

bluelake | 09 March 2011 15:13

Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri kapsamında Play’den gençlere süper fırsat!
Yapı Kredi Play Facebook sayfasındaki Sahne Senin!bölümünde gençler, ünlü bir oyundan seçeceği bir sahneyi ya da kendi yazacağı bir senaryoyu canlandırarak videoya çekiyor; ardından 8 Mart– 06 Nisan arasındaki yarışmaya katılıyor.

2 dakikada şöhret mi olunur? Torpil Play’dense olnunur!
2 dakikada şöhret mi olunur? Torpil Play’dense olnunur!

Kazanan video sahibi/ sahipleri (Max. 5 kişiye kadar)
-Apple iPad (16 GB Wi-Fi + 3G),
-Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri gecesine katılacak,
-Seçici Kurul ile bir söyleşiye katılabilecek,
-Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Mayıs – Ağustos 2011 tarihleri arasında gerçekleşecek akşam okulunda ücretsiz tiyatro eğitimi kazanacak.

En kötü karar bile Böyle kararsız kalmaktan bin kat iyidir.

suleceizler | 28 January 2011 14:41

İnsanın kafası karışık olduğunda ne yapsa içinden çıkamaz gibi gelir ona.Aklında yapmak istediği pek çok şey vardır,ama hangi şeyi seçeceğine karar veremez,kıvranır durur.Düşünür sürekli resimmi yapsam,tiyatro kursunamı yazılsam,takı tasarımına mı ağırlık versem,kitap mı yazsam ama düşünmekten hiçbirini uygulamaya koyamaz malesef.Aslında bir tanesine karar verip başlayabilse ,en azından bir adım atabilse bir şeyler yapmaya başlamış olacaktır.İçinde bulunduğum durum şu an aynen böyle.

Kubbede kaybolmuş sesler

hayalicindegecti | 07 October 2010 15:01

Yıldız Sarayı Tiyatrosu
Yıldız Sarayı Tiyatrosu

Sultan İkinci Abdülhamit (*) Yıldız Sarayının bahçesine küçük bir tiyatro yaptırmak istediğinde buna en çok sevinenler, çocukları, özellikle de Şadiye ve Ayşe olmuştu. Öyle ya, onlar diğer kız çocukları gibi ne gezip tozup dışarılarda vakit geçirebilir ne de büyükleri tarafından Direklerarasında, Beyoğlunda şurada burada kurulan tiyatrolara götürülürlerdi. Onların tek işi, sarayda özel eğitmenler tarafından eğitilmek, büyüklerinin yanında hanım hanımcık oturmak ve tümüyle boş kalan zamanlarında ise Dolmabahçe Sarayınin bahçesinde koşup oynamaktı.
Sonunda tiyatro tamamlandı (**).
Yıllar içinde Yıldız Saray Tiyatrosunda ne oyunlar oynandı ne oyunlar (***). Aslında kızları muhterem pederleri Sultan İkinci Abdulhamit’in tiyatroya gelmesini ve oyunları izlemesini pek de istemezlerdi. Çünkü o geldiğine başta oyunun aktörleri olmak üzere müzisyenlerde ve hatta herkeste bir gerginlik, bir tedirginlik oluşurdu. Sultan Abdülhamit’in kimi oyunlarda, trajik sahneler için oyunu yönetenleri, hanımlar ve çocuklar ekilenmesin diye “şurasını burasını kısa tutun, şu sahneyi hiç oynamayın” diye uyardığı da biliniyor.
Neyse işte, o tiyatroda yıllar yıllar sonra küçük bir incelemede bulunmanın beni bu kadar üzeceğini hatta tüylerimi diken diken edecek kadar korkutup, yüreğimi isyanla dolduracağını tahmin edemezdim. Aslında Yıldız Köşküne adım attığım gün, şahane bir Pazar günüydü, İstanbul’da yazdan kalma nefis bir sonbahar yaşanıyordu. Sarayın o görkemli kapılarından geçtik, tiyatroya doğru yürümeye başladık, soldaki camekanlı sera muhteşem ferforje işlemeleri ve zamana dimdik direnen cam kafesleri ile pırıl pırıl ayaktaydı ama kullanılmadığı için bomboştu. Onun biraz ilerisine son yıllarda dikildiği belli, yaprakları pırıl pırıl parlayan bir manolya sevinçle bizi selamlıyordu, ortalarda bir yerde yıldız şeklinde traşlanmış taflan çitin ortasındaki çam ağacı da tevazuyla başını eğmişti.
Sonunda tiyatronun kapısından içeri girdik…
-Aman tanrım o da ne?
Korkunç bir rutubet kokusu heryere ama istisnasız heryere sinmişti, nefes almakta güçlük çekiyorduk. Nefes alabilsek bile burnumuzun direğini sarsan kokuyla orada durmak imkansız gibiydi… Kubbede hayali asılı kalan sesleri dinlemek, o günleri tahayyül etmek, İkinci Abdulhamit’in hüküm sürdüğü yıllarda, o kubbenin altında sahelenen oyunlara ilişkin notları gözden geçirmek istemiştik ama mümkün mü?
Dayanamadık, hemen dışarıya kaçtık, derin bir nefes alıp, ciğerlerimize ve hafızamıza işleyen, üstümüze başımıza da sineceğinden korktuğumuz kokuyu yoketmeye çalışık.
Peki, bu mu bizim tarihe saygımız?
Bu mu geçmişimize sahip çıkışımız?
O kubbede kimbilir hangi hoş sedalar çınlayacaktı eğer biz hiç olmazsa hatıralarını hoş tutsaydık değil mi?

MEDDAH EROL GÜNAYDIN

oyuncuhandan | 14 September 2010 09:38

“İki kalas bir heves” diyerek hala genç ve dinamik olan bu adam 1933 yılında Trabzon Akçaabat’ da doğdu. Benim için inanılması zor bir adam. Mimikleri ile her türlü hale ve şekle girebilen Günaydın, elli yılı aşkın bir süredir hayatımızda.

Tiyatroya olan tutkusunu “Tiyatroda beni en çok etkileyen, ahşaptır. Öyle güzel ahşaptır ki mis gibi kokar. Tiyatroya ilk girdiğimde o kokuyu aldım. Dedim ki, tevekkeli değil, ustalar, “iki kalas bir heves” derlerdi. İşte o kalasların kokusu sinmiş tiyatroya, benim hevesimle birleşmiş. O koku, hiçbir yerde olmayan bir kokudur. Vazgeçemeyeceğim budur.” şeklinde anlatmıştır içindeki hevesin. (İKİ KALAS BİR HEVES). Emine ALGAN’ ın sorularına cevap veren bir Erol GÜNAYDIN var kitapta.

Yaşam Sirkinin Hayal Avcıları

firatocal | 31 August 2010 12:44

İnsan ya hayalleriyle yaşıyor ve sessiz sessiz avutuyor doğuştan şansız , zavallı varlığını ; yada hayalleri için yaşıayıp savaşarak kırıyor kabuğunu… Kaybedenlere endekslenmiş zaman nehrinin azgın sularına savrulmuş bi çare sahipsiz kaderine isyan edip , avazı çıktığı kadar yükseltiyor sesini..

Hayalleriyle yaşayıp kırıntılarla avunanlar hiçbirzaman ulaşamaya caklarını bildikleri bir hayat biçimiyle düşlerini dekore etmiş keder mağlubu gönül zengini insanlar oluyor hep… Gözlerini kapattıklarında imrendikleri bu elit hayatın müsvetteleriyle kendilerini avutmaya razı oluyorlar her defasında…

Ruhlarının açlıklarını sadece düşleriyle doyuran kitleler için hayat sorunsalı değiştirilemeyecek çaresiz bir kaderi gösteriyor… … Onların çocuklarının büyük bir kısmı da ölü toprağı ile örtülmüş yaşam enerjisi kaynaklarını kemiriyorlar köşelerinden… Babalarından aldıkları kaybetmeye mahkum yaşam mirasını yeniden ayağa kaldırmanın telaşesiyle geçiriyorlar ellerinde kalmış yoksun ve bitkin düşmüş , savunmasız hayatlarını…

Onlar ne kendileri ne de içinde bulundukları toplum için en küçük bir fayda bile üretemiyor , koca bir ömrün sonunda doğum ve ölüm tarihleri arasına sıkışıp , yerin altındaki karanlık mabetlerinde başka bir bahara ertelenmiş mutluluk hayallerinin başını beklemeye başlıyorlar…

BİR ‘İÇ’İMLİK SANAT

il mare | 13 July 2010 10:07

Günümün pek çok anında kendi filmimi çevirdiğimi,kendi romanımı yazdığımı, kendi oyunuma replikler düzdüğümü fark ederim.Kendi romanım,kendi filmim derken, başrolünü benim üstlendiğim bir eseri kastediyorum,ben yazmasam da olur yani,hatta hiçbir şey yapmayıp öylece hayatıma devam etsem de olur; ama maalesef beni konu edinecek henüz bir gönüllü çıkmış değil.
Kısaca,her hayat bir romandır deyişi, kendi halimi süzdüğümde epey anlamlı gelmeye başladı, kendi hayatımın sadeliğine ve birçoklarına kıyasla, anlamsızlığına rağmen.

Kendimle yalnız kalıp, her hareketimin altındaki düşünce baloncuklarını kafamın üzerinden çıkardığımda anlıyorum sinema ya da insanı yansıtan diğer tüm sanatların nasıl kuvvetli ve kutsal bir şey olduğunu.

“Sir”: Anthony Hopkins

24black mamba24 | 22 April 2010 15:11

Anthony Hopkins
Anthony Hopkins

Babadan oğula, kuşaktan kuşağa geçen fırıncılık işini, bir gün sahip olmayı düşlediği oğluna devretmeyi planlıyordu Arthur Hopkins. Ancak bu düşleri hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, yalnızca bir düş olarak kalacaktı. Çünkü Port Talbot’ta 31 Aralık 1937‘de dünyaya gelecek olan ilk ve tek oğlu Philip Anthony bu geleneği sürdürmeyecek, insanların damak zevkleri yerine gözlerine, yüreklerine seslenecek ve pırıltılı bir pencereden Hopkins adını tüm dünyaya duyuracaktı.

Anthony Hopkins bugünkü yaşamının biçimlenmeye başladığı çocukluk günlerine ilişkin anılarında, ailesini şu sözcüklerle anımsamakta: “Çocukken zamanımın büyük bir bölümünü piyano çalarak geçirirdim. Tüm yaşamını çalışarak geçiren fırıncı bir babanın tek oğluydum. Babamın hiçbir zaman benim için Beethoven ya da Chopin’den parçalar çalacak zamanı olmadı. Bana bir gün ‘O çaldığın da ne?’ diye sorduğunu anımsıyorum. Kendisini ‘Beethoven’ diye yanıtladığımda ‘Neden sağır olduğunu anlamak zor değil. Tanrı aşkına, hemen dışarı çık ve işe yarar birşeyler yap’ dedi.

Çok küçük yaşlarda zamanının büyük bölümünü ya yalnız başına ya da piyano çalarak geçiren Tony’nin okul ya da arkadaşları hiç ilgisini çekmemekteydi. Öğrenme zorluğu yaşayan Tony “Berbat bir öğrenciydim. Son derece anti-sosyaldim. Bu nedenle de oyuncu oldum” tümceleriyle tanımlıyordu okuldaki günlerini.

Çağdaş Türk Tiyatrosu ve Ahmet Vefik Paşa

sinjob | 21 April 2010 14:38

1860 yılında yapılan Gedikpaşa Tiyatrosu, Çağdaş Türk Tiyatrosu‘nun ilk adımı olarak görülür. Ancak genel itibari ile bu tiyatroda gayrimüslimler sahne almaktaydı.Şinasi‘nin 1860 yılında basılan ”Şair Evlenmesi” isimli eseri,batılı tarzda yazılan ilk Türk tiyatro eseri olarak kabul edilir ancak yazıldığı dönemdeki teknik yetersizliklerden dolayı sahnelenmemiştir.16 Nisan 1868 yılında ilk Türkçe oyun sahnelendi ve ertesi yıl Kayserili Mustafa Efendi’nin yazdığı ”Leyla ve Mecnun” isimli eser, ilk Türkçe telif oyunu oldu. Bu süre içerisinde müslüman tiyatro oyuncuları da yetişmeye başladı. Takip eden yıllarda karşımıza çıkan en önemli eser, Namık Kemal’in ”Vatan Yahut Silistre” isimli eseridir ve ilk kez 1 Nisan 1873 tarihinde sahnelenmiştir.Türk tiyatrosunda sahneye çıkan ilk müslüman Türk kadını Afife Jale‘dir.(D.1902-Ö.1941)

Çağdaş Türk Tiyatrosuna emek verenlerden biri de Ahmet Vefik Paşa‘dır. Bursa valiliği sırasında bu kentte bir tiyatro yaptırmakla ün kazanmış ve ismi Bursa ile özdeşleşmiştir. (kaynak)
Ahmet Vefik Paşa 3 Temmuz 1823 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası o dönem Dışişleri Bakanlığı’nda memurluk yapan, Tersane ve Serasker kapısı çevirmenliğinde ve Tercüme Odası’nda çalışan Ruhittin Efendi’dir. Dedesi, Divan-ı Hümayun’un ilk müslüman çevirmeni olan Yahya Naci Efendi’dir. Yabancı dilleri iyi bilen bir aileye mensup olmak onun için büyük bir avantaj olmuştur. Babasının görevi dolayısıyla Fransa’da yaşadığı dönemde Fransızcayı anadili gibi, Londra’da elçilik katibi olduğu dönemde İngilizceyi ve Tahran’a elçi olarak atandığı dönemde de Farsçayı çok iyi öğrenmiştir. Elçilik binasının Osmanlı toprağı olduğunu söyleyerek ilk defa elçilik binasına bayrak asan da Ahmet Vefik Paşa olmuştur.

Ahmet Vefik Paşa
Ahmet Vefik Paşa

Çok geniş yabancı dil bilgisi olan Ahmet Vefik Paşa, yabancı dillerdeki birçok eseri Türkçeye çevirmiştir ve bu eserleri dilimize kazandırmıştır. Bu eserler içerisinde Çağdaş Türk Tiyatrosu’nun gelişmesine hizmet eden; Moliere’in 16 eserini uyarladı, Victor Hugo ve Voltaire’in de eserlerini tercüme etti. Bursa valiliği döneminde memurları tiyatroya gitmeye mecbur etti. Bu tür hareketlerinden dolayı ona tuhaf adam ya da deli dedikleri de olmuştur.