Yıldız Sarayı Tiyatrosu
Sultan İkinci Abdülhamit (*) Yıldız Sarayının bahçesine küçük bir tiyatro yaptırmak istediğinde buna en çok sevinenler, çocukları, özellikle de Şadiye ve Ayşe olmuştu. Öyle ya, onlar diğer kız çocukları gibi ne gezip tozup dışarılarda vakit geçirebilir ne de büyükleri tarafından Direklerarasında, Beyoğlunda şurada burada kurulan tiyatrolara götürülürlerdi. Onların tek işi, sarayda özel eğitmenler tarafından eğitilmek, büyüklerinin yanında hanım hanımcık oturmak ve tümüyle boş kalan zamanlarında ise Dolmabahçe Sarayınin bahçesinde koşup oynamaktı.
Sonunda tiyatro tamamlandı (**).Yıllar içinde Yıldız Saray Tiyatrosunda ne oyunlar oynandı ne oyunlar (***). Aslında kızları muhterem pederleri Sultan İkinci Abdulhamit’in tiyatroya gelmesini ve oyunları izlemesini pek de istemezlerdi. Çünkü o geldiğine başta oyunun aktörleri olmak üzere müzisyenlerde ve hatta herkeste bir gerginlik, bir tedirginlik oluşurdu. Sultan Abdülhamit’in kimi oyunlarda, trajik sahneler için oyunu yönetenleri, hanımlar ve çocuklar ekilenmesin diye “şurasını burasını kısa tutun, şu sahneyi hiç oynamayın” diye uyardığı da biliniyor.
Neyse işte, o tiyatroda yıllar yıllar sonra küçük bir incelemede bulunmanın beni bu kadar üzeceğini hatta tüylerimi diken diken edecek kadar korkutup, yüreğimi isyanla dolduracağını tahmin edemezdim. Aslında Yıldız Köşküne adım attığım gün, şahane bir Pazar günüydü, İstanbul’da yazdan kalma nefis bir sonbahar yaşanıyordu. Sarayın o görkemli kapılarından geçtik, tiyatroya doğru yürümeye başladık, soldaki camekanlı sera muhteşem ferforje işlemeleri ve zamana dimdik direnen cam kafesleri ile pırıl pırıl ayaktaydı ama kullanılmadığı için bomboştu. Onun biraz ilerisine son yıllarda dikildiği belli, yaprakları pırıl pırıl parlayan bir manolya sevinçle bizi selamlıyordu, ortalarda bir yerde yıldız şeklinde traşlanmış taflan çitin ortasındaki çam ağacı da tevazuyla başını eğmişti.
Sonunda tiyatronun kapısından içeri girdik…-Aman tanrım o da ne?
Korkunç bir rutubet kokusu heryere ama istisnasız heryere sinmişti, nefes almakta güçlük çekiyorduk. Nefes alabilsek bile burnumuzun direğini sarsan kokuyla orada durmak imkansız gibiydi… Kubbede hayali asılı kalan sesleri dinlemek, o günleri tahayyül etmek, İkinci Abdulhamit’in hüküm sürdüğü yıllarda, o kubbenin altında sahelenen oyunlara ilişkin notları gözden geçirmek istemiştik ama mümkün mü?
Dayanamadık, hemen dışarıya kaçtık, derin bir nefes alıp, ciğerlerimize ve hafızamıza işleyen, üstümüze başımıza da sineceğinden korktuğumuz kokuyu yoketmeye çalışık.Peki, bu mu bizim tarihe saygımız?Bu mu geçmişimize sahip çıkışımız?O kubbede kimbilir hangi hoş sedalar çınlayacaktı eğer biz hiç olmazsa hatıralarını hoş tutsaydık değil mi?(*) Sultan İkinci Abdühamit (21 Eylül 1842-10 Şubat 1918) 34. Osmanlı padişahı, 98. İslam halifesidir, Sultan Abdülmecid‘in oğludur.
(**) İtalyan Mimar Raimondo D’aranco tarafından planı çizilen tiyatro binası Başmimar Sarkis Balyan ve kalfaları tarafından, eski bir ahırın yerine, Valide Sultan Köşkü’nün hemen yanına 1889 tarihinde inşa edilmiştir. “Saraya Bağlı Tiyatrolar ve II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı Tiyatrosu” Yazar Metin And.
(***)“Vaktiyle sarayda ortaoyunu çok rağbet görürmüş. Esasen babam alaturkayı pek sevmediğinden alafranga oyunlar oynatmaya başlamıştı. İstanbul’a herhangi bir grup gelse, derhal elçiler tarafından haber verilir, tavsiye olunurdu. Böylece gruplar saraya gelirdi. Bu suretle pek çok sanatkar gelmiş, huzurunda çalmışlar, oynamışlardı. Bunlara nişanlar verilmiştir. Fransa sefiri Constans meşhur Sarah Bernhardt’ la Coquein Cadet’i saraya getirmişti. Oyundan sonra bunlara nişan verildi. Babam bütün bu tiyatro işlerinde İlyas Beyi kullanırdı. Genellikle Cuma günlerinin akşamları tiyatro olacağını bildiğimizden bu akşamı sevinçle beklerdik.” (Babam Sultan Abdulhamid)
Yıldız Sarayı’nda padişahın huzurunda tiyatro oynayan ve nişanla ödüllendirilen Sarah Bernhardt, Edmond Rostand’ın konusunu Kitab-ı Mukaddes’ten alınan “La Samaritaine” başrol oyuncusuydu.Sultan Abdülhamit En sevdiği piyeslerden birisi, ünlü Alman şairi Friedrich Schiller’in Haydutlar adlı eseriydi. La Traviata, Aida, Carmen, Faust, Manon en sevdiği operalardandı. Ayşe Osmanoğlu
yorumlar
Kıymet bilmeyen bir toplumuz ne yazık ki.
biri gelir osmanlı hanedanını gönderir, sarayını tiyatrosunu çürümeye terkeder, biri gelir ataya söver, anıtkabri bombalamaya kalkar. biz buyuz ne yazık ki.
asıl tehlikeli olan ikincisi
Yıldız Camii’ni gezmek nasip oldu ancak saraya giremedim. çok merak ediyordum bu yazıda gezmiş kadar oldum. hatta genzim bile yandı rutubet kokusundan… anlatım oldukça başarılı,tebrikler…
bence tehlike tehlikedir… taliban’ın o muhteşem mirası yok edişini dünya halkı olarak “naklen” izleyişimizi hatırlıyorum da…
Ne yazikki Yildiz Sarayindaki tiyatroyu gormedim ama her Istanbula gelisimde heryerde gorduklerim beni mahfediyor. Neden bu vandalizm?
teşekkürler bu güzel yazı için. umarım başka birilerinin de dikkatini çekebilmişsindir. hoş gerçi çeke çeke bi hal olduk ama onlar bi türlü bişey olamadı…
Güzel yazıyorsun da, kendi yazılarını tutmanı anlamıyorum, kaçmasınlar diye mi..
aynen öyle
bence de hatesli ve paristenbakmak… ne kadar dikkat çekilmeye çalışsak da bizim memlekette olaylar fazla değişmez,,,pillibebek, birisi bişey yazdıysa ve de buraya gönderdiyse belli ki beğeniyordur yazdığını… ayrıca madem ki böyle bir seçanek de var ben de kendimi tıklama olanağını kullanıyorum sence bir mahzur yoksa…ayıca komplimanın için de teşekkür ederim
eski kaleleri tuvalet olarak kullandığımıza göre diğer tarihi eserlere bakarak tiyatro yine iyi durumdaymış.
Bence burasi kucuk gosterilere oyunlara acilmali. O zaman kuf kokusu da ortadan kalkar ve o guzelim kubbesi hos sedalarla cin cin cinlar.
Pek iyi gelmiyor, yazılar başkaları okusun diye yazılır, onlar senin eserlerin zaten..Eğer az tutuluyorsa, az tutulsun, kaygılanma bu tür şeyler için..Bak sadece gelip senin yazılarını okuyan ve tutan Paris 5 lisinin sen olduğuna inanacağım bu tavrınla yakında..