bildirgec.org

ruh hakkında tüm yazılar

Ateş , Rüzgar ve Karanlılar Ülkesi Ruhum Üzerine…

firatocal | 02 August 2010 19:04

çok şükür normale döndük… ateş 36.1 – 36.2 giderek yükseldi ve 36.5 civarları seyretmeye başladı… bebeğiniz kötüyse siz de kötüsünüz hatta berbat…

tüm sevinçleriniz hüzünleriniz yavrunuza endeksleniyor… onun en ufak acısı canınızı en dayanılmaz acılar kadar acıtıyor , etinizi kemiriyor ve ruhunuzu çürütüyor…

bir bakmışsınız kan ter içindesiniz… oysa hava ne kadar da güzel terlemenin alemi yok… yada ne bileyim güneş tepede hava cayır cayır yanıyor , ama ateşler içinde yanan yavrunuzun yanında buz kesmişsiniz , kanınız donmuş… ancak yaşayan bilir frekansında harfi harfine doğrudur söylediklerim… pek tabiki Allah kimseye yaşatmasın…

Dolunaya Seranat…

firatocal | 29 July 2010 20:29

Şİmdi dolunay zamanı… Gecenin en romantik , en aşık , en sevdalı anları… eşimle beraber yazlığımızın balkonunda , hem çilek sefası yapıyor , hem de gözlerimizi kapatıp hayli mehtapların ışıltılı keyfini sürüyoruz…

Sahil şimdi bomboştur … esinti kesin herkesi kovmuştur… Çünkü düne nazaran hava serin… Rüzgarın her esişinde balkonda bile üşüyoruz… Kulağımız içeri de uyanıyor mu yavrumuz diye… Ürkek ürkek kulak kabartıyoruz tüm kıpırtılara… Şükür , ses seda yok…

Balkonda dolunay keyfimize devam ediyoruz… Aşk meyvaları , ayartan tatlarıyla çilekler , pek yakışıyor seyrimize… Komşularımızdan gelen taş sesleri okey kapışmasının habercisi… Aklımız üniversite yıllarına gitti… Denize nazır kafelerde umarsızca taş salladığımız yıllara… Canımız çekiyor… Ama yanlış zaman , yanlış mekan… Başka bir gençlik baharına erteliyoruz , reenkarnasyondan medet umarak…

Öyle ya şimdi dolunay zamanı… Gecenin en hüzünlü , en ağlamaklı , en sarılmalık zamanı … Ruhları havai heves , en taze aşıklar gibi , sarmak lazım avutulası ateşli bedenlerimizi…

BİR ‘İÇ’İMLİK SANAT

il mare | 13 July 2010 10:07

Günümün pek çok anında kendi filmimi çevirdiğimi,kendi romanımı yazdığımı, kendi oyunuma replikler düzdüğümü fark ederim.Kendi romanım,kendi filmim derken, başrolünü benim üstlendiğim bir eseri kastediyorum,ben yazmasam da olur yani,hatta hiçbir şey yapmayıp öylece hayatıma devam etsem de olur; ama maalesef beni konu edinecek henüz bir gönüllü çıkmış değil.
Kısaca,her hayat bir romandır deyişi, kendi halimi süzdüğümde epey anlamlı gelmeye başladı, kendi hayatımın sadeliğine ve birçoklarına kıyasla, anlamsızlığına rağmen.

Kendimle yalnız kalıp, her hareketimin altındaki düşünce baloncuklarını kafamın üzerinden çıkardığımda anlıyorum sinema ya da insanı yansıtan diğer tüm sanatların nasıl kuvvetli ve kutsal bir şey olduğunu.

YARIM KALAN HAYALLER YAŞINDAYIZ

il mare | 25 June 2010 09:44

“Ne bu şimdi…
Sol kolum neden sızlıyordu uyandığımda ve neden hala artarak devam ediyor? Ölüyor muyum? Yarına çıkmam mı? Bir uzun yola uğurlayacağım bugün kendimi zaten, şeridinden çıkacak bir makinenin habercisi mi bu karıncalanma? Karıncaları anımsayarak mı gelecekti sonum,en korktuğum varlıkları mı getirecektim gözümün önüne en son kez?

Ne bu şimdi…

Gözlerim niye karardı? Bu şarkıyı bana mı söylüyor bugün, bu adam? ‘ Kardeşim kadar eski bir sokakta, seni gördüm’
Kimseyi görmedim, görsem de bir şey hissetmem ben. Hissedince görürüm anca.

uzun zamandır birlikte olduğum, kalbim…

astral | 18 June 2010 17:53

KALBİMİ GÖZLÜYORUM… Hala küçük bir kız çocuğu. Gözleri parlayan ve biraz farklı bir ufaklık… 6 yaşında küçük bir kız çocuğu…

O zaman da -birden bire- insanların geçmiş yaşamlarını görüp bunu anlatmaya başladığımda ya da auralarını gördüğümde benim ne dediğimi anlamazdı çevrem. Dediğimin gerçek olduğunu büyüdüğümde ve bunları hala gördüğümde, anlıyorum.

Sevilmek isteyen bir kız çocuğu vardı altı yaşında ve küstüğünde kapı arkasına saklanan. Bakıyorum hala kızdığımda kapılarımın arkasına saklıyorum kendimi, belki korunmak ve kendimi dinlemek için.

TEMİZLİK(!)

il mare | 04 May 2010 16:16

süprüntüler de süslenir
süprüntüler de süslenir

İki odalı bir evde temizlik var ; küçük hacimli çok sayıdaki halı, kamburlaşmış ve henüz yeni göğsünden ameliyat olmuş bir kadın tarafından balkonun kenarlarına seriliyor teker teker, annesine yardım olsun diye. Bir başka annesinin kuzusu, eski model,çok sesli bir elektrik süpürgesini çalıştırmış, aynı zamanda yüksek yaşına rağmen bir şeylerin ucundan tutmak isteyen annesinin ağır işiten kulaklarına yüksek desibeller yollayarak,süpürgenin sesiyle başıbozuk bir ahenk içerisinde azarlarını savuruyordu, elindeki boyundan çok kısa sopa zımbırtısı ile.

LADES

il mare | 19 April 2010 15:07

Ya “içimizdeki şeytan” ın satırları arasına dalarak geçirecekti bu sönme vakti çoktan gelmiş ışıkların aydınlattığı zamanı, ya da içindeki şeytanı satırlarla dışarı çıkararak.

Mail kutusunu açtı, bugün şeytan gibi bir şeye benzettiği birinin maillerini okudu son kez. Kapadı sayfayı sonra,masaüstündeki belgelerimi,bayatlamış birkaç parçayı,indirip de kullanmadığı programların logolarını , bir farenin ayak izleriyle çevreledi bileğinin yardımıyla, taradı taradı, bıraktı. Birkaç kez sağa tıkladı,ardından sola, tam bu aptal oyunu bırakmış kitabına yönelecekti ki son bir sağ tıklamayla yeni bir belge açtı,ardından da çok sevdiği bir müziğiçalıştırarak,yazmaya başladı.

NİNNİ

mavilikler | 06 April 2010 12:00

Yorgun bacaklarını dinlendirmek için o köşede otururken, bir ninni geldi kulağına uzaklardan. Gözleri kapandı kapanacak kendini bırakmışken o sese, annesinin sesiyle sıçradı yerinden: “Yine kuruldun köşeye!.. Oturmaktan başka yaptığın birşey yok.”

Ninninin sesi daha yakından geliyordu sanki. Bir anne uyutmaya çalışırken bebeğini, kendisininkiyse ısrarla uyandırmaya çalışıyordu O’nu. Henüz işten dönmüştü. Yorgundu. Pencerenin köşesinde ayaklarını uzatıp birkaç dakikalık bir şekerleme yapmaya bile hakkı bulunmayan bir evde başka bir evden gelen sesler duymak, O’na garip bir huzur veriyordu. Özellikle o ses bir anneye aitse… Ve şefkat denen duygudan az ya da çok nasibini almışsa…

DİLEMMA

il mare | 04 April 2010 14:08

Sen doldur,ben içerim boğaziçini

Bir şekilde doğmuşsun ve konmuşsun bir yere işte….
En koyu aidiyetsizliği taşıyorsun damarlarında,kan diye….
Çoktan vazgeçmişsin konuşmaktan,kendini anlatmaktan..
Ama insansın hala işte,unutabiliyor zaman zaman,çocuk olabiliyorsun,baştan silebiliyorsun.
Yani zaman zaman, kendini anlatmaya kalkışabiliyorsun,heyecanlı gözlerle, hiç sönmeyecekmiş gibi duran ferlerle…
Tam affedecekken karşındakini,her şey tekrar güzel olabilir aslında diye düşünürken,o kahrolası umudunu hala satılığa çıkarmamışken…
Bir kez daha karar veriyorsun onu satmaya…İşte bir kez daha yazıyorsun hiç dinmeyecekmiş gibi duran koca öfkenle,ruhunun tam merkezine “satılık” diye…
Ruhun umut demek, satılan umut demek…
Diyorsun ,diyorsun ya bir kez daha…
Biliyorsun ki sen istesen de o gitmeyecek bir yere…
Ait olmadığın yerlerde,bunca zaman hala anlaşılamamış olmanın verdiği acı ve zarar veren öfkenle, çaresizliğin doruklarına ulaşıyor, kendi gözyaşlarında boğuluyorsun…
Avuçlarını sıkıyorsun,kapıları çarpıyorsun,küfür ediyorsun.Günahtan korkmak ise, günah…
Hem günah da ne,sevap ne, anne ne ,baba ne? Birlikte yaşamak,birlikteyi bırak,yaşamak ne???
Cevabı bulamadığın anda daha da yaşamak istiyorsun ama, anlamsız birlikteliğe inat yapayalnız…
Sanki yapabilecekmişsin gibi oturup ciddi ciddi çareler arıyorsun.
Evden dışarı çıkıp geri gelmiyorsun,kimseye nerdesin napıyorsun haber vermiyorsun.
Zaten herkesi gittiğin anda siliyorsun.
Derdin özgür olmak değil,derdin gidip gelmemek değil….
Derdin bitmek,derdin tükenmek senin…Derdin nefret etmek, ve nefret etmeyi istememek…
Meraklısı değilsin arkanı dönmelere,alıp başını gitmelere…
Derdin anlayış,derdin anlaşılmak…Derdin bir çift göz,derdin insan! Derdin insan! Derdin insan!
Sesler yükseliyor biryerlerden,hep aynı ton,hep aynı sözler…Hep aynı nefret…
Düşünüp duruyorsun gene…Biryerler olmalı! Gidilip dönülmeyecek,bir kez olsun öfkene yenik düştürtücek,mantığını tamamen yok edecek bir yerler!
Gözünü kapıyorsun,ciddi ciddi düşünüyorsun.
Ertesi sabah uyandığında,
Yine aynı yatakta oluyorsun.
Ama işte,derdin o yatakta olman değil senin,
Derdin o yatağın olması…

Kış

Galanthus | 28 February 2010 18:16

Kış.

Çetin cevizdir, kara kış. Atlatmak zordur, her seferinde farklı bir haliyle yıkmak ister insanı, her seferinde farklı bir şekilde devirmek ister karşısındakini. Kimi zaman tipi olur yağar; göz gözü görmez, kimi zaman fırtına olur eser; toprağa bağlı bir kök bırakmaz, kimi zaman da buz olur dondurur, insan kendine sığınacak bir kapı arar.

Hayatımın kara kışını yaşadığımı düşünüyorum ama insanın hayatında tek bir kara kış olmaz biliyorum.