Yorgun bacaklarını dinlendirmek için o köşede otururken, bir ninni geldi kulağına uzaklardan. Gözleri kapandı kapanacak kendini bırakmışken o sese, annesinin sesiyle sıçradı yerinden: “Yine kuruldun köşeye!.. Oturmaktan başka yaptığın birşey yok.”Ninninin sesi daha yakından geliyordu sanki. Bir anne uyutmaya çalışırken bebeğini, kendisininkiyse ısrarla uyandırmaya çalışıyordu O’nu. Henüz işten dönmüştü. Yorgundu. Pencerenin köşesinde ayaklarını uzatıp birkaç dakikalık bir şekerleme yapmaya bile hakkı bulunmayan bir evde başka bir evden gelen sesler duymak, O’na garip bir huzur veriyordu. Özellikle o ses bir anneye aitse… Ve şefkat denen duygudan az ya da çok nasibini almışsa…Havanın güzel olmasına o kadar minnet duyuyordu ki!.. Pencereler açık kalabiliyordu böylece… Dışarının sesleri evinkilere karışıyor, bu sayede evin sınırları daha bir genişliyordu sanki.O zaman diğer evler arasında herhangi bir ev oluyordu burası sadece. O’nu çekiştirip mutfağa gitmesini, sofrayı hazırlamasını söyleyen annesi de o sayısız evlerdeki sayısız annelerden herhangi biri…”Sen hiç bana ninni söyledin mi anne?!” dedi birden. Annesini susturabilen mucizevi kelimeleri nihayet bulabilmişti sanki.Tadını çıkardı bu birkaç saniyelik sessizliğin.Yorgun bacaklarını mutfağa sürüklerken, annesi söylenmeye başlamıştı bile çoktan. Odasına çekilip, hiçbirşey yapmadan varolabilme hakkını kazanabilmek için, bir saniyeyi bile boşa harcamadan, iş gününü tam anlamıyla bitirmesini sağlayacak son birkaç işi de tamamlamak üzere koşturup durdu mutfakla oda arasında.Yemek hazır olup da annesiyle karşıkarşıya oturduğundaysa tek düşüncesi, yemeği bir an önce bitirip mutfağa geçmekti. Bardakları, tabakları, yıkanacak her ne varsa hepsini birden yıkamak, son tabağı da durulayıp yerine bıraktıktan sonra, bir iş gününe daha nihai noktayı koymaktı kararlılıkla.

O zaman annesi birşey demezdi, o köşeye çekilip sesleri dinlemesine… O köşede bir gölge olup kurtulmasına bedeniyle ilgili herşeyden…O zaman dışarıdaki o evlerden herhangi biri olurdu yine bu ev. Onların arasında bu kadar kocaman durmazdı.Dinlendikçe bu ev de yorgunluğu gibi gitgide küçülür, dışarıdaki diğer evler kadar uzaklaşırdı kendinden. Sadece kendinle kalırdı o zaman. Bütün gün onca gürültü arasında artık duyamaz olduğu ruhunu, yavaş yavaş duymaya başlardı yeniden. O’nu doya doya dinler, hala varolabildiğini öğrenmenin doyulmaz sevincini yaşardı…. Ve böylece ruhunu kaybetmeden… İçindeki o kırılgan çiçeği tüm hoyratlıklara rağmen var etmeyi başararak atlatabildiği o zorlu günlerden birini daha bırakmış olurdu ardında sonsuza dek…. Ve ruhu kendisine en güzel ninnileri söylerken, huzur içinde bırakırdı kendini uykuya. Asla inanmaktan vazgeçmediği güzel bir geleceğe ilişkin, sıcacık düşler görmek üzere…