bildirgec.org

özlem hakkında tüm yazılar

KOYNUMDA HÜZÜN

kahvekokusu | 29 October 2009 12:04

Hasretinle sevişirim her gece
Her gece koynumda hüzün, senin yerine…
Özlemlerim dağ gibi büyürken içimde
Çoşkun bir ırmak olur sana akar yüreğim…

Dost sohbetleri yalan
Sığındığım şiirler yavan
Hiç kimseyi, hiç bir şeyi koyamam yerine…

Gecelere yüklesem efkarımı, taşıyamazlar
Ben kalırım bana, bir başıma…
Hayalinle dertleşirim her gece,
Her gece koynumda hüzün, senin yerine…

ARTIK KİMSE MEKTUP YAZMIYOR MU?

kahvekokusu | 26 October 2009 10:37

Kâğıt ve kalemin aşkından doğan sözcüklerin arz-ı halimizi anlatmaya yönelik haberleşme aracına dönüşmesinin üstünden seneler geçti. Gurbete giden, askere giden, başka memlekete gelin giden, okumaya giden, Almanya’ya çalışmaya giden yani hep giden, uzaklaşan bedenlerin sılaya ruhani yakınlaşmasıydı o satırlar.
Sevgili, biricik, değerli, gibi bir hitapla başlar, selam eder ellerinden ya da gözlerinden öperim gibi bir sonla biterdi. Neden hiç “merhaba” diye başlamadık acaba mektuplara? Ya da bye, görüşürüz, hoş kal diye neden bitirmedik?

gidene ağıt-1

terre | 15 October 2009 18:49

yokluguna çizgi çektiğim bir yolcusun sen
kanım akarda akar gider uzak yollara
sarhoşuyum aşkın öyle doluyum anlatamam sana
şarkılar dinliyorum sen yoksun diye
gelirsen ışıkları kapamadım hiç
gitveya gel ama asla beni unutma
bende senş unutmayacağım
canım çok yanıyor anla artık
hadi gel diyorum duy artık

gel hadi gel diyorum hep
akşamları sıkılıyorum sen yokken
bu duygusal gecelerde öleceğim bir gün
bana bakmazsın biliyorum
belki bakarsın bilemiyorum
gel artık
seni bekliyorum
sende beni bekleme
ben gelemem diyorum

Küçük kırmızı kar tanesi…

| 08 September 2009 13:32

Bir işte ne  kadar tez canlı olursam o kadar mesafe kaybına uğruyordum. Heveslerim tarif edilemez bir hıçkırıkla son buluyordu. Herşey bir an evvel olsun bitsin düze çıkayım istiyordum. Amansız bir Aşk’ın pençesine düştüğümde “Sabır”” kapılarını açmamıştı henüz bana. Şımarık bir kız çocuğu gibi reddedilmeye hiç ama hiç alışkın değildim olmadım da. kapattı bana kapılarını.. Ne kadar çırpındım bilemezsiniz.. Söylediklerimi anlamıyor anlasa bile ertesi gün olduğunda farklı bir insanmış gibi benimle farklı bir havada sohbet ediyordu. Çok içerlemiştim çok. Dayanamıyordum . Dayanılacak gibi de değildi zaten. İçimi ona açmadım. Küçük düşüremezdim kendimi. Diyorumya ilk kez başıma geliyordu böylesi. İnanmak istemiyordum. Kim ile dertleştiysem paralel görüşlerle ; Bu adamdan sana yar olmaz  demişlerdi. Buna asla inanmadım inanmak da istemedim ayrıca . Rabbim bu hadise süresinde   bana o kocaman sabrı verdi.  Dile kolay bir sene…Sabrettim sabır ne güzel şeymiş ya beklemek. Koşa koşa annesine sarılan bir çocuk gibi hızlı fakat bir o kadar uzun. Hani kavuşamazsın ya. Ama o umudu taşırsın. Sonunda ne oldu biliyormusunuz . Kabüllendim sahiden de bu adamdan bana yar olmazdı . Olmadı . Zorla güzellik olmuyor. Sittin sene de geçse olmayacak . Ama asla unutmayacağım. Hayata daha sağlam basmaya başladığım o günlerde faydasını şu aralar çokça  gördüğüm Sabır hediye edildi bana tarafından . Çok teşekkür ediyorum ona eğer beni duyuyorsa, bu yazı bir gün eline geçerse sahiden minnettarım. Sabır en büyük erdemmiş bende gökyüzünden düşen küçük kırmızı  kar tanesi :))

çocukça ramazanlar

nazokiraze | 07 September 2009 09:57

Ramazan gelince çocuklar da bir başka şen olur, reklamlarda da diyor ya her gece çeşit çeşit yemekler,tatlılar sofra kalabalık ,ne zaman uyansam gece yemek yiyorlar diye. Ramazan çocuklar için gerçekten bambaşkadır.Herkesin Ramazan anılarıfarklıdır.

Bizin küçüklüğümüzün tekne orucunu bilenler bilir, sabah başlayıp öğle biten kısa süreli orucu sevdirme amaçlı bir oruçtu. Amma şişerdik tekne orucu tutuyoruz diye ne çok dua ederdik Allah’ım çocukları da düşünmüş onlar için de oruç emretmiş diye.

Tüm gün tekne orucu tutup sevap kazanmak için yaramazlık bile yapmayan azgın bünyeler büyüklerin iftarından sonra tatlıları yiyip nasıl kuduruyorsa bu azgınlıklarımız direk teravih namazı kılan zavallılara patlardı. Otuz gün Ramazan otuz gün teravih namazına beş-altı kişi gidip namaz kılanların popolarına iğne batırmaktan, terliklerinin içine yumurta koymaya, popolarına şaplaktan ayakkabı saklamaya varan her türlü kudurgaçlığı her yıl yapardık.

Beklenen Şiir

herbivor | 29 July 2009 11:38

beklediğim bir yaz var
sonbaharın oltasına takılmış
ve güzel mısraları taşıyacak yanında
ege kızları kadar, olabileceği kadar

beklediğim yüzler var
özlemeyi istediğim
görecek kadar bile özleyemiyoruz
sevecek kadar bile gülemiyoruz
kalbimiz vardı bir zamanlar
hissedemiyoruz

beklediğim şiirler var
kaldırım taşlarında yazılmış
ki hala olmamış onlar
yitik özneleri var

beklediğim bir güz var
oltasına yazı bağlamış
ve beklenen yüzleri getirecek
umulan bir yağmur akşamında

aşktan saklanılmaz

taha3045 | 19 May 2009 15:06

İkinci veya kırgınlık ilki kadar acı vermez insana, üçüncüsü de ikincisi kadar, bu böyle sürer gider, her seferinde insanı ordan oraya savuran bu gözyaşı bollugundaki acı seli hepimizin takıldıgı alışkanlık halini alır. Bir ayrılık,kırgınlık sonrası başka bir şeye yelken açınca sanki hayatta daha önce hiç bir şey umut etmemiş, hiç başlamamış, hiç bitirmemiş, hissetmemişçesine yeniden kırılmaya dogru gideriz.

Ardından hüzün bırakmış gözler diken olup asla batmıyor ilk günlerdeki gibi, çünkü başka bir diken batıracak birini çoktan buldunuz, eski yenilen kazıklar unutuldu bile, aglanan ve gülünen günler bir kalemde silindi değil mi? Düşlenen hayaller aynı dizlerde uyumak yada hıçkıra hıçkıra aglamak ,sevişmek ne bileyim o patlamış gözlerle yavaş yavaş iç dökmek. Oysa bir önceki sonu çok üzücü olan beraberlikte de amaçlar ,hayaller aynıydı sonrası bir araba dolusu üzüntü ama şimdi yine başka kişide başka hayaller, umutlar, insanoğlu her boka layık aslında.

ADINI SEN KOY

cephalicus | 14 May 2009 09:46

Nefes bile almıyorum sanki bana küsmelerinde,
Oysa dünyalar benim oluyor gülmelerinde hem de ufacık bir gülümsemende bile.
Ürkütüyor bakışların zifiri gece karanlığı hali
Ayazın soğuğu vuruyor sanki bedenime
O an üşüyorum, titriyorum, donuyorum….
Oysa ısıt beni diye yalvarıyor gözlerim sana ve de
Ayaklarına kapanmak için dökülen gözyaşlarım.
Malesef onlar da üşütüyor beni hem de derinden.

Ellerim ısınmayı beklerken,
Annenin evladına gösterdiği şefkatle sarılmayı beklerken yüreğim,
Bakışlarınla titriyor ve ürperiyorum.
Hiçbir şey korkutmuyor beni sensizlikten başka.
Hani şehid korkusuzca koşar ya ölüme benimkisi de öyle güzelim.
Toprağın sarmasını bekleyen şehid gibi koşuyorum kollarına
Ve geldim sana……

Babuş

FEYZAN | 11 May 2009 09:47

Babam, kardeşlerimin ve benim isimlerimizi kısaltırdı. Ama ne kısaltma, beni ‘feyzuş ‘diye çağırırdı. İsmim zaten 6 harfli, kısaltması da aynı. Obu kısaltmaları yaparken , bizi özelleştirdiğini düşünür ve sizi nazlatıyorum derdi.
Onun, bana feyzuş diye seslenmesini özledim, şimdi duysam daha farklı sevinirdim herhalde, kendimi çok daha özel hissederdim.
Her akşam, elinde alışveriş poşetleriyle eve gelirdi .Bizde beklerdik, o poşetlerden ne çıkacak diye. Eğer hepimiz için ayrı ayrı bir şeyler yoksa pek üzülürdük. Ne olduğu önemli değildi. Mesela, market alışverişi bile yapsa, işte bana sevdiğim çikolatayı alırdı da kardeşime başka bir şey.Yine böyle bir akşam geldi, ellerinde poşetler, kardeşim o zaman küçük, bana bir şey getirmedin mi baba dedi. Adamcağız da onu hayal kırıklığına uğratmamak için, getirmez miyim babuş dedi ve anneme aldığı (lacivert emaye üstü çiçekli) çorba tenceresini sana aldım diye kardeşime verdi.O da pek memnun oldu aylaca onunla oynadı.Annem zaman zaman kardeşimden izin alarak tenceresini kullanırdı. Sonra oynamaktan bıktı da annem tenceresine kavuştu

çocukluk yaşta değil baştadır

nazokiraze | 25 April 2009 11:14

Bebeklikten itibaren insanların çogu karakteristik özellikleri belirmeye başlar, büyüyünceye kadar iyice belirginleşir.

Birde bazı şeyler var birbirine bakarak yada bakmayarak öğrenilen mesela yumruk atmayı, dövüşmeyi falan arkadaşlarından, televizyondan biraz da erkek çocuklarda içgüdüsel olan oynama dürtüsüyle gerçektiriyor bir erkek bebek.Veye kız çocuklar bebeklikten itibaren daha yumuşak renkli, cicili bicili şeylere yönelir.

Ama kafamı kurcalayan şeyler var, mesela benim oğlum küçükken benim ve tüm arkadaşlarımın hatta çocukların çogunun o yaşta yaptıgı şeylerden biri olan kremalı bisküvinin ortasındaki kremayı dişiyle kazıyıp iki bisküviyi tekrar üst üste kapatma eylemini nerden öğrendi? Bizim evde bunu yapan yok ki, en son kimbilir kaç yaşında yapmıştık, öyle çok yaşıtı olan arkadaşı da yok oğlumun, zaten koca kış evdeydi nerden biliyor bunu yapmayı, bazı şeylerin tüm çocuklarda içgüdüsel olarak bulundugunu söyleyebilir miyiz?Bakınız bu çok yaygın bir eylem, benim oğlum da yapıyor o halde hepimiz bunu içgüdüsel olarak öğrendik, yürümek gibi, gülmek gibi:)