bildirgec.org

kader hakkında tüm yazılar

Bir Gecenin Koynunda İki Yalnız Döşektik Biz

kahvekokusu | 23 November 2009 16:59

fotografmakale.wordpress.com/2008/11/12/sandik/
fotografmakale.wordpress.com/2008/11/12/sandik/

Çeyiz sandığında saklanan oyalı yazmalar gibi gün ışığına çıkarıyorum senden biriktirdiklerimi. Sandık sarısına bulaşmış düşlerimin gelin kuşağı kırmızısında kanayışı akıyor gözlerimden. Gidilmemiş bir masal şehrinin kapısı kilitlenmiş üstüme. Cezalı çocuk kimliğim kapatılmış odaya, çığlık çığlığa ağlıyor yine. Dilimde acı biber tadı… Senin kadar yaralı, senin kadar aşka küskün bir düş yanığıyım şimdi ben de…

Anne, ben yazmadım bu masalı…

Kıskançlığın karanlık koridorları

kahramancayirli | 16 November 2009 16:13

Kıskançlığın karanlık koridorları

Kahraman Çayırlı

tempodergisi.com.tr adresinden alınmıştır: berrak tüzünataç
tempodergisi.com.tr adresinden alınmıştır: berrak tüzünataç

90larla birlikte Türk Sineması’nda kendi yolunu açan, önemli bağımsız yönetmenlerden biri de, kuşkusuz Zeki Demirkubuz. Tıpkı Derviş Zaim, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan ve benzerleri gibi Demirkubuz da daha ilk filminde pırıl pırıl bir filmografinin işaretini sunar izleyisine: C Blok (1994) ile yüksek apartman bloklarına sıkışan üst sınıftan kent insanlarını anlatır.Masumiyet (1997) ile trajedik, çarpıcı bir aşk öyküsünü Haluk Bilginer, Güven Kıraç ve Derya Alabora’nın sinemamızda az rastlanacak derecede başarılı oyunculuk performansları eşliğinde yansıtır kamerasına. Üçüncü Sayfa (1999)’da yoksulluk, ihanet, sadakat gibi kavramları işler Demirkubuz. Yazgı (2001) ile Camus’nün Yabancı adlı kült eserinden yola çıkarak yazdığı senaryoyu filme çeker: Annesinin ölümüne tepki bile göstermeyen, işlemediği cinayeti üstlenen Musa’nın hikayesini…İtiraf (2001) ile yönetmen üst ekonomik sınıfta kadın-erkek ilişkilerinin çıkmazları, ihanetleri üzerinde durur. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını filme çekmek isteyen yönetmenin öyküsünü anlattığı Bekleme Odası (2003) gelir sonra. Kader (2006)’de ise Demirkubuz’un Masumiyet filminde tanıştığımız Bekir ve Uğur’un gençliğini izleriz…Demirkubuz’un filmleri, gişede az iş yapan ama çekirdek kitlesi tarafından merakla takip edilen, eleştirmenler ve sosyal bilimciler tarafından önemli övgüler alan, yurtiçi ve yurtdışı pek çok festivalden muhtelif ödüller toplayan filmler olur hep. Üslubunu her filminde geliştirir, anlattığı her yeni hikayede daha yetkinleşir Demirkubuz.

Sıkıcı, kömür kentinde bir balo…

Tereddüt

pilli pati | 28 October 2009 10:12

Kaleden aşağı doğru salına salına iniyoruz. Yol, parke taşlı ve biraz eğimli. Fenerin yanından geçerken denizden yansıyan güneş ışınları gözümüzü alıyor. Güneş gözlüklerimi saçlarımdan kurtarıp takmaya çalışırken yazdan artmış bir günün tatlı esintisi altında böyle bir manzarayı izlemek bir anda ruhumu bir tür serbest kalma isteği ile dolduruyor… Sırtımda bir anda kanatlar çıksa, havalanıp uçsam, ne güzel olur!

Fazlasıyla şaşırmış ve gecikmişliğinde, etraftaki ağacı, börtü böceği de şaşırtmış yaz artığı bir günden bahsediyorum size. Arlanmazcasına bizim de kanımıza giriyor. Birden arkadaşım “Buralarda yatır varmış, gidip yerini bulalım” diyor. Yol üzerindeki satıcılara başka işimiz yokmuş gibi, en önemli işimiz buymuş gibi, mütemadiyen yatır soruyoruz. Neredeyse her tezgaha. Hepsi satacakları tülbent ve dağ otlarının derdinde. “Daha aşağıda” diyorlar da hiçbirisi tam yerini söylemiyor, ne hikmetse. Aslına bakılırsa üzerimdeki kıyafet gereği yatırı ziyaret edemeyeceğim. Belki uzakta durup onu beklerken, etrafın nefesini tutmuş, sadece kuşlara meydanı bırakmış halinin fotoğraflarını çekebilirim. Tepeden aşağı yol aldıkça artık adımlarımız zorlanmıyor fazla, alışıyoruz eğime ya da eğim de azalıyor belki. Muhteremin ebedi istirahatgahına yaklaştıkça kuş sesleri oldukça nadir çalınıyor kulağa. Bodur ahlatlar beliriyor etrafta. Hala meyve olgunlaştırma peşinde hepsi. Yabani ve pembe renkli çiçekler çıkmış kayaların arasından, bizi izliyorlar. Sarı çiçekler de var. “Mezarlık çiçeği” de denir bunlara. Toprağa çok sıkı tutunan soğanlı kökleri vardır. Burası çok sessiz bir yer. Eski bir mezarlığın içinden mi geçiyoruz? Bana mı öyle geliyor? Ürperiyorum birden. Yakında bir bedesten görüyorum. Yıkıntılarının arasından eğik eski taşlar farkediliyor. Hislerimde yanılmamışım. Hoşlanmıyorum bu sessizlikten, soğuk bir yalnızlık çökmüş etrafa. Ağaçların arasından gördüğüm deniz manzarası İstanbul’daki ada manzarasını hatırlatıyor. Siliyorum çabukça hafızamdan. Uzak bir sahil kasabasındayım ama hafızamdan sildiklerim yerine aniden uzakta başka bir sahil kasabası beliriyor. Burada her yan portakal kokuyor da arada sanki aklıma gelen görüntü yüzünden baskın çıkan yasemin kokuları da dolanıyor. İnsan sırf bir anı yüzünden bir kokuyu anımsayabilir mi? Tereddüt ediyorum ama inatçı tarafım “Yürü” diyor. Attığım adımların tersi istikamete dönüp bir iki adım gittiğimde, dikkatli bakınca görüyorum. Sağımda, eski bir bahçe çitinden sıkılmış da bir de o çitin yanındaki ağaca tutunmuş. Sarılmış da sarılmış ona. Orada idame ettiriyor yaşamını. Kokusuyla bu çevreden kırk yılda bir geçecek kim varsa, mevsim bu zamanlar, sarıp sarmalıyor bulabildiği herkesi.

Quantum Düşünce Tekniği

Heat Transfer | 26 October 2009 11:36

Bugün, bilimin ne kadar ileri gittiği konusunda övünsek de, belki gelecekte uğraştığımız şeylere gülüp geçeceğiz.
Dünyamızda artık bilim temellerine oturtulmamış hiçbirşey ciddiye alınmıyor. Bizim için gerçek kavramı; mutlaka bilimsel temellerden yükseliyor.
Quantum fiziği ve fizikçileri dünyada yeni bir çağı başlatmak üzereler. Quantum fiziğinde birçok kavram havada kalsa da, ilginç yaklaşımları ile quantum düşünürleri bizleri cezbetmekteler.

Hepimiz, beynimizin işleyiş tarzına akıl sır erdiremeyiz kimi zamanlar. Düşüncenin ne olduğunu düşünrüz. Düşünme işlevi beynimizde nasıl gerçekleşir? Hiçbirşey yoktan var edilemez ve varolan hiçbirşey yok edilemez. Peki düşünce nasıl yoktan varoluyor?. Beynimizde düşünceler nasıl yoktan varolabiliyorlar? Herşey gibi düşünce de enerjinin farklı bir formudur. İlginç olan şu ki; düşünceler beynimizde üretilmezler. Şaşırmayın, işte bu quantum fizikçilerinin cezbeden teorilerinden biridir. Düşünceler, bütün insanların beyinlerinin bağlı olduğu ortak bir alandan gelirler.

İşte çivit mavisi insanının sıradan sorunları:

astral | 01 September 2009 09:40

Gün akar. Gün coşar. Gün zamandır. Gün ki, gülüp geçemediğin günler olur. Gün olur vurursun kendini sokaklara, kendini unutmak istediğin anlara imza atarsın. Başka bir gezegene gitmeyi ve orada kimsenin tanımamasını fayda olarak gördüğün durumları deneyimlemek istersin beyninin/ ruhunun içinde.

Gün olur anı unutmak istesin, an olur; yaşamak değil yaşıyor olmak saydığın. Yaşamayı istediklerini yaşamaktır arzun, kederin. An olur bir okyanusa bakar bulursun gözlerini, uzaklara dalar tüm anların, bir yandan da uzak ne henüz bilmezsin. Belki uzağı bilmemek, bulunduğun her yeri uzağa dönüştürendir. O ki, kendine de uzak olursun, bir bakışa da, bir gülüşe de belki de…

AĞIT

admin | 03 July 2009 11:09

Photographer  Yüksel Balcı - Turkei
Photographer Yüksel Balcı – Turkei

benim bizi, seni kazanmak için harcadığım emeğin
daha fazlasını
sen beni ve bizi kaybetmek için yapıyorsan eğer
ve ben
olmam gereken bir yerde bulunmak için
kendimi zorladığım hissini atamıyorsam yürekten
seni daha fazla sevmek için daha ne kadar çabalayabilirim ki
canımı acıtsa da, kırsa da tutunduğum umutları böylesi
bana yakışan efendice bittiğini kabullenmektir
saygısızlık etmek, küfretmek, isyan etmek değil
yaşanan güzelliklerimizi, paylaşılan anların anımsaması avutur kırgınlıklarımı yokluğunda

düşlediğim seninle sona erecek bir yaşamaktı
seninle yaşlanmak
kaderimin efeliği mutluluğu ürkütünce yine
hayallerim ansız ve bedbaht bir yitikliğe büründü
bundan sonrası yaşamak ağır ve zor
muhasebesizce yaşamak isterken
hayata bu kadar borçlanmak ve nihayetinde umutsuzluk

TIKANDI BABA

nacak | 25 May 2009 14:28

Bugün tıkandı babanın meşhur hikayesini anlatmak istedim . Bazen öyle anlar oluyor ki kendimi Tıkandı Baba gibi hissediyorum ama bu hikayeyi anımsayınca gülümsemeden geçemiyorum .
Tıkandı babaya geçmeden önce Ziya Paşa’nın şu beyitine yer vermek de anlamlı olacak. Lise yıllarında Ziya Paşanın bu beytinin geçtiği şiirini uzun uzun tartışırdık derste. Edebiyat hocamız bile sinirlenirdi kaderin cilvesine kendine hakim olamayarak . Ama kızmak ne fayda , ne kadar tedbir alsan da bazen evdeki hesap çarşıya uymayıveriyor. Ziya Paşa der ki o beyitte;

‘Bi baht olanın bağına bir katresi düşmez,
Baran yerine dürü Güher yağsa semadan ‘

Programcı Gözüyle Dünya, Ahiret, Kader Ve Sonsuz İlim Sahibi

nurefsan32 | 05 May 2009 10:20

Anlaşılması güç olan meseleler insanlara anlatılmak istendiğinde, anlatılmak istenen durumun bir temsil ile akla ve anlamaya yaklaştırılması eskiden beri kullanılagelmiş bir yöntemdir.En başta Rabbimiz bize gönderdiği Kur’an-ı Kerim’inin ayetlerinde bu metodla anlaşılması zor bir çok hakikatı ders veriyor. Ve en cahil adamdan en zeki ve alim adama kadar herkes Kur’an-ı Kerim’i anlayabiliyor. Ve eskiden beri bir çok ilim adamı da bu yöntemi kutsal kitabımızdan esinlenerek eserlerinde kullanmışlar.

İnsanların bir kısmının, belki de çoğumuzun aklına kader ile ilgili yada dünya ve ahiret alemleri ile ilgili yada bu alemlerin nasıl döndürüldüğü ile ilgili sorular gelmiştir. Merak ettiğimiz bu konular ise akla sığıştırılması oldukça zor olan derin meselelerdir. Koca kainatın evrilip çevrilmesi çok büyük bir meseledir. Aynı şekilde kader ile ilgili mevzular çok derindir. Bir çok ilim adamı veya filozof bu derinliklerde kaybolmuşlar, kimi aklını kimi imanını yitirmiştir. Bir kısım din alimi ise “Akıl bu konuları idrakten acizdir, akıl bu yolda gidemez, sadece inanmak gerekir, ispat edilemez.” diyerek işin içinden çıkabilmişlerdir.

Bir iki yıl önce büyük bir ilim ve fikir adamının telif ettiği eserinden bir bölümü hem okuyup hem de okuduğum cümleler üzerinde düşünüyordum. Okuduğum cümleler yukarıda bahsettiğim dünya ve ahiret alemlerinin mahiyeti ve birbirine göre kıyaslamaları anlatan cümlelerdi.

haftanın sözü-9- *Özel

| 08 April 2009 12:47

Dali / photobucket.com
Dali / photobucket.com

“Haksızlıkların yanında hakkı aramak; çölde su aramaya benzer. ‘Bulabilene ne mutlu.’
Dünya da var olan iki boyutlu gerçek, insanları da ve inançları da bir ipin uclarında çekiştirmektedir.”
Kemal B.velioğlu…

İnsanoğlu’nun istekleri de idealleri de bitmez. Sonsuz ve sürekli isteklerin, tam olarak karşılanması olanaksız. İsteklere kavuşmak için girişilen çeşitli yollarda, farklı kulvarlarda yürürüz. Ruhumuz, karakterimiz, inançlarımız, insaf ve merhametimiz ayrı ölçüler bulmaya çalışır. Acımasız davranışlar bu yüzden de doğmuştur, diyebiliriz.
Evet, bilim buna ‘eşitsizlik’ demiş, maddi bakımdan çare ve imkanlar aranmış olsa bile, inançlarımız manevi yönde ele almıştır. Madden ve mannen, bu iki olguya göre hak ölçüsünü aradığımız da: Birincisi, insan çoğalmalarına istinaden çok fazla idealizm; diğeri de çok fazla fatalizm, yani hadiselerin önceden belirlenmesi, kaçınılmaz kader ve insan iradesinin dışında tek ve tabiat üstü bir sebep, ‘alın yazısı’…

Haftanın sözü-5-

| 11 March 2009 17:08

foto: www.resimler.us/
foto: www.resimler.us/

“Karamsarlık ve Umutsuzluk birbirine dost; lakin insanın en büyük düşmanıdırlar.”
by buklet of the word.

Umudu bekleme, arama; oluştur.
Rölantide bekleyen karamsarlığa; kapılma, olma, düşünme.

Atığımız her adım doğru olmayabilir. Kimi zaman büyük umutlar bile hüsranla sonuçlanabilir. Ardından askıda bekleyen karamsarlıklarımız bizi esir alabilir, olabilir vs… Bilirlerimizi, yani olabilirlerimizi biz belirleyebiliriz. En kötü karamsarlıklarımızı bile karamsar olmama haline döndürebiliriz. En kötü umutsuzluklarımızı, umutlu hale getirebiliriz. Nasıl mı? Elimizde, inatla elimizde, inatla bize bağlı; olurlar Tanrıya, olanları olabilirlere döndürme bize bağlı…