bildirgec.org

hüzün hakkında tüm yazılar

(u)mutlu ol…

pelitas | 15 February 2008 21:04

Son kapıyı da kapatıp arkama bile bakmadan gitmek istiyorum. Hayatın her rengini kendine katan bu şehre siyah beyaz bakmak istemiyorum artık. Üsküdar’da kız kulesi efsanelerini, Beyoğlu’nda tramvayı, İstinye’de bir koy dolusu maviyi, Çamlıca’da o doyumsuz manzarayı, metrodaki kemancıyı, Çengelköy’de çınar altını, Salacak’taki kayıkçıyı; görmek bile istemiyorum! Son mektubunu okuyorum, göz pınarlarımın kurumalarını hiçe sayarcasına. Gözyaşım düşsün istiyorum bu şehrin taşına toprağına. Geceleri Maslak gökdelenlerinin üzerinde sevişircesine nispet yapan martı portrelerini gülen gözlerinle izle hep. Eminönü’ne giderken simit atmayı ihmal etme onlara.

Engin Taşkaya Bu Dünyadan Yitti….

| 10 January 2008 21:52

Aniden nazarıma çöken keskin ışık,
Sol yanıma yayılan amansız sızı,
Keskin kokusu pişmiş etimin…

Yandım anammmm!
Yandım…..


– Dersteydim, hayır, hayır durakta, sonra otobüs….Kitaplarım, kitaplarım tutuştu…Kollarımda hissettiğim bu kablolar, tenimi sımsıkı saran sert, pürüzlü sargılar, bu ağır koku….Nerdeyim? Kabus bu, bir karabasan….Ayşegül, el ver bir yol, el ver Ayşegül! Naçârım…

Başının sol tarafı sargılar içinde. Şükür sağ gözü açıkta, açıkta ama öpülesi yanağından kaşına dek kan torbasına dönmüş şişip morarınca, nasıl açsın o tek kutlu gözünü, nasıl açsın da bakınsın etrafına, görsün umarsız dolaşan hemşireleri, boş ziyaretçi sandalyesini yanıbaşında…

-Ayşegül, yaban gülüm, dön gel ecel ruhum almadan…Kol kanat ger geceme, kabusuma, yarelerime, maşuk yüreğim aşkınla semalara dek erişmek ister…Allah’ım bu nasıl bir acıdır, parmaklarım sızlıyor, kollarım, bacaklarım, buz kestiren soğuktan eziliyor ciğerlerim…..Allah’ım, sen bizleri esirge, nerlerdeyim?

YÜZÜN KAYBOLDU

| 05 January 2008 16:39

Yüz çizgilerini hatırlıyorum, vurgun yemiş balıkçılarınki gibiydi; denizde ölmekten onurlu, ölümle karşılaşmaktan şaşkın olan. Küçük bir pencereciğin ardındaydı, gördüğümde bütün dünyasını. Başı hafif sağa yatık duruyordu ve arada bir kıyıya bağlanmış kayıklar gibi; boynu üzerinde hareket ediyordu. O pencereciğin öbür yanında yalpalarken ben bu yanında yalpalıyordum. Dokunamasam da dokunamıyordu. İlk defa dokunmak için uzanmak kafi değil ve ilk defa seslenmek kar etmiyor duyurmak için. Ayyaş bir kafayla yazıyorum satırlarımı, her kes her şey dağılmış gibi, sonsuzluk gibi, şekiller biçimsiz ve biçimsizlik seçimsiz.İlk gördüğümde yüzünü bakışlarıma takılan burnundaki o ben buradayım deyiş kavisiydi. Kaşlarının başladığı o yerden başlayan ve dudaklarının hemen üzerindeki burun deliklerinde biten o hali. Hala düşünüyorum da hani bir sürü dağ arasından bir tanesi dikkatini çeker ya işte burnun yüz hatların arasında dikkatimi çekti ilk baktığımda. Yüzünde bir dağın güçlü gölgesi gibi duruyordu. Arkandan yansıyan ışık yüzünü karanlıkta bıraksada…Gözlerin yüzünde bir yerlerde kaybolmuş gibi, iki tane ve birbirlerine benziyorlar lakin yalnız kalmış iki yabancı gibiler. İkisi aynı anda aynı şehre bakarken, farklı fırtınalara kucak açar gibiler. Çipil çipil küçük durmalarına rağmen ele avuca sığmaz kocaman bir kainata açılıyor adeta. Yüzün bu sebepten olsa gerek yorgun, bu sebepten olsa gerek dudaklarının etrafından yanaklarına doğru nasır tutmuş gülümseyemiyorsun. Ayyaş bir kafayla yazıyor ve ağlıyorum şu an. Kendimden nefret edemeyecek kadar kendimsizim. Sadece seni anlatmaktı niyetim, affet beni içinde kendimim olmadığı bir yazı düşünemiyorum. Arsızca sızıveriyorum satır aralarına. Ve arsızca gülümsüyorum bütün kızmalarına rağmen.Ve gözlerini şimdi daha net hatırlıyorum. Her şeye utanan lakin aşka hayasız ve meydan okurcasına. her şeye hayasızken bile kendine utanan. Bir eşyanın hareketi sırasında onu izleyişini hayal ediyorum; her hareket her çizgi yeni kelimeler topluyormuşçasına bakışlarında damıtışını. Ve sonrasında bakışlarında sakladıklarını kağıtlarına döküşünü ve o gözlerle ağlayışını. Göz yaşlarını yalnızlığına koza yapışını ve en sonunda isyan edişini.Gözlerini şimdi daha net hatırlıyorum umursamazmış gibi bakarken her noktaya aslında nasılda izlediğini her bir ayrıntıyı, hiç atlamadan. Sen es geçsen de gözlerin, gözlerin es geçse de senin es geçmeyeceğin yaşamları hiç atlamadan….Kaşlarına değinmeyeceğim onları hatırlamıyorum. Dudaklarını da anlatmayacağım çünkü iki de bir sağa sola doğru kıvırıp durdun göremedim gerçek şeklini. Genel olarak yüzün, yorgundu ruhun gibi, bir güneş siyaha boyandığında nasıl görünürse öyleydi, gülmeye yeminli yarın gibi. Ve umarsız, gülünmesi gerekenler karşısında bile somurtkan. Hep dokunulması istenen ama kimsenin dokunamadığı duvarlar kadar soğuk. Soğuk çünkü ölü aşkların parmak izlerinden ağırlaşıp, yorulmuş. Soğuk çünkü gidişlerin gölgesi vurmuş, soğuk çünkü yalnızlık ayaza dönmüş yüzünü mesken tutmuş.Bakışlarımda yüzümü kaybediyorum, susuşumda sesimi kaybediyorum. Ayyaş bir kafayla yazıyorum bu yazıyı, zangır zangır titriyor bedenim hava soğudu, ışık karardı, ses sustu, yüzün kayboldu.

haksızlık bu…

vareste[pilli_silinen_hesap] | 02 December 2007 17:27

Bakırköy Prof.Dr. Mazhar Osman Uzman’ın yaptığı ilginç bir araştırmanın beni nekadar etkilediğinden bahsederek başlamak istiyorum ilk yazıma…

Hayat bazen insanın istediği yönde ilerlemeyebiliyor.Kimimiz kötü bir çocukluk geçirmiş,incitilmiş olabiliriz.Bize öğretilen kimseyi hor görmemek,insanları anlamaya,onların yaralarını sarmaya çalışmak değil miydi? Öyleyse neden etrafımızda eğitimli olsun,cahil olsun insanları kırmaya,eleştirmeye hatta yargılamaya çalışanlar var?

Buz Mavisi

bahard17 | 11 November 2007 02:18

çıkarken sessizce çek kapıyı
ama sımsıkı kapanmış olsun
o kadar ki kokun bile dışarıda kalsın
çok acı verir oldu artık
yüzüne bakıp konuşamamak
o kadar kin doluyum ki sana
ister istemez öldürmekten korkar oldum
nefretim içimde sevgimde
okadar ince ki aralarındaki çizgi
her an birine düşebilirim
açık söylemek gerekirse
ben bu aralar
nefret tarafına eğilir oldum
hataydı belki sevgim
bu kadar saf ve temiz düşünmem
her geçen gün daha fazla uzaklaşırken sen benden ben senden
hala susuyorum ben
içimde çığlıklar dinmek bilmiyor
küçükkende ağlardım ama bu kadar acı vermezdi
bilir misin gözyaşlarım kurusun diye gündüz dua ederim ben içime aksınlar hiç kimse bilmesin diye
onca gözyaşım oldu şimdi hala akıyorlar gözlerimden
bana inat duama inat
çok isterdim ölmeyi hepinizden kurtulup gitmeyi
siz ağlardınız ozaman belki sen derdin kurusun gözyaşlarım
ama gitmiyorum içimde yanan ormanlar
bir sürü gözyaşımın seline kapılmış ağaçlar var
bir gün anlatacağım sana kendimi birgün
en acımasız haliyle göreceksin çektiğim acının rengini
ve yok olup gideceksin buz rengi mavilikte
kaybedeceksin beni
beni ve sana hala ısrarla pırıl pırıl bakan mavi gözlerimi

MUTLU OLUNCA YARATICI OLUNMUYORMUŞ..

darjeeling | 31 October 2007 16:58

Ben bugün buna inandım..
Kendi kendime de kanıtlarımı sundum.
Neye mi?
Aylardır ve toplamında koca bir yıldır bu sitede bazen romantik, bazen hüzünlü, bazen duygusal ama genellikle karamsar ve mutsuz yazılar yazan( ama nedense beğenilen) ben, son 1 aydır 1 ya da 2 tane yazı yazmışım. Hatta yazılardan biri delilerle ilgili. Ne aşk ,ne meşk. Ne gözyaşı, ne hüzün. Diyeceksiniz şimdi e ne güzel artık mutsuz yazılar yok, tamam ama o mutsuz yazılar nedense en tutulanlar oluyor..
Son 1 aydır hiçbir şey yazamıyorum ben çünkü mutluyum, çünkü evlilik teklifi aldım, ve bütün ilham milham gitti.
Ne tuhaf şeymiş yazmak dedim kendi kendime. Zorlayınca olmuyor zaten. Ama kendi kendimi haklı buldum çünkü geçen gün önemli kadın yazarlardan biri televizyondaki şovda şöyle bir laf etti: ‘iyi ki parçalanmış bir ailenin çocuğuyum. Bu benim yazar olmuş olmamı sağladı belkide. Mesleğimi buna borçluyum belki de’ ( bayan, boşanmaları ve parçalanmış aileleri savunmuyordu yanlış anlaşılmasın, sadece hayatına etkisini anlatıyordu ve olumlu bir yerinden ele almaya çalışıyordu)
Ve ben de kendi tarafımdan bakınca görüyorum ki yazacak bir şey çıkmıyor mutluyken. Ya da başkaları benim gibi değil. Ya da bende bir tuhaflık var…
Sevgilerimle..

Odamda Huzur, İçimde Hüzün-2-

| 26 October 2007 22:05

Aşk, hayal kırıklığıdır kimi zaman. Usul bir kırgınlık. Kimselerin bilmediği, içe doğru, içteki derinliklere doğru açılan onmaz bir yaraymış aşk. Hayal kırıklığının başkenti…

Nihayet vakti gelmişti konuşmanın. Geceydi. Usul bir yağmur dışarıda. Paramın yettiği en iyi şarabı almıştım. Şamdanlıklarda kokulu mumlar hazırdı. En sevdiğin beyaz peyniri de koydum masaya. Şarapla iyi gider. İlk
karşılaşmamızda şarap sanmıştım içtiğin vişne suyunu. Ama sonra biraz utana sıkıla günah sırrını açmıştın bana. “İçeriz” demiştim ben de.

Odamda Huzur, İçimde Hüzün

| 26 October 2007 09:51

Aşk, güvenmektir biraz da. Arkaya doğru, tereddütsüce, biran olsun geriye doğru bakmadan bırakıvermektir kendini. Bilirsin. Düşmeyeceğinden eminsindir. Seni usulca, sarsmadan, bir yerlerini incitmeden tutacak birinin varlığını duyumsamaktır aşk.

Tanıştırıldık. Kaynaştırıldık bir kış gecesi. Zaman şekillendirdi seni, beni…Belleklerde hatırı sayılı bir yere kondurduk şekillerimizi.

Kışın hakkıyla yaşandığı bir geceydi. Yağmur, sanki içeriye, odama girmek istercesine çarpıyordu pencerelere. Yol yol olup akıyordu camlardan damlalar. Sonra sahiden, saçlarının arasına saklanıp damla damla girdi odama.

Kıyıdan uzaklaşırken..

Dejavuu88 | 25 October 2007 13:34

Puslu bir şehirdeyim.
Kendime yaklaştığım, kıyıdan uzaklaştığım bir denizdeyim.
Ben terk ettim tüm limanları,
dinmek bilmeyen bir sesleniş oldu yüreğimdeki “acılar”
onlar git dediler de, gittim.
Savurdum kendimi hasret çektiklerimden uzağa,
yeniden “bana” rastlamak için.
Ve işte yine bu şehirdeyim.
Kimselerin beni bıraktığı yerde kalmadım
Meçhule giden gemilere tanıklık ettim,
Hani yaşadığın bir insanı anlamak değil de,
anladığın bir insanı yaşamak gibi..

AŞK

absence of mind | 24 October 2007 01:52

Aşk,uzattığım ellerimi benden kopardın.şimdi onlarsız bir aşka yetmiyor nefesim,birkaç merdivenden sonra tıkanıyor ,vardığım odalar nem koyuyor..aşk yem oluyor yazdığım bütün mısralar sana..ben seni satır boylarında serpiştirmek için kucaklamadım,ben seni,seni toprağa yayacaktım başak başak.kokular yapacaktım senden çıplak boynuma.
Senin için soyundum,tenimi kemiren dişlerin vardı senin …ben deri değiştirme mevsimini yine kaçırdım..oluk oluk akan kanımla besle içindeki dişlileri,sarkan ucunda ben olmamalıyım o sarkacın,sen boyumu aşan dev dalgalara dönüşürken ,ben en dibe dalmayayım..
Güneye giden en güzel vosvosa biz çekecektik en güzel otostopumuzu,bu yollar yuttu topumuzu..bu yolları arşınlamaya nefes gerek,güneş gerek bu yolları aydınlatmaya.
Aşk,en güzel şarkılarımla seni çağırsam,koynumda ağırlasam,saçlarına pembe kurdeleler bağlasam,tüm gözyaşlarım kadar ağlasam,gelmez misin bir daha geri.güneşim olmaz mısın?
Gittigin yerlerde mutlu musun peki?gelincik tarlarını gördün mü?ahh papatyaya mı aldandın sende,sevmiştim seni,papatyanın yaprakları,benim kollarım yetmedi.
Küfürlerim içimde bu gece,sigaramın son nefesi içimde,şarabımdan bir yudum içimde,bir sen dışarıdasın,ne penceremin dibinde,ne gördüğüm son ufukta..kimbilir kimin kadehine iz bırakıyor dudakların?
Nemli odalarda azıyor romatizmalı bacaklarımın ağrısı,yağmurun geleceğini şimdiden biliyorlarda,güneşten hiiç haber vermiyorlar.