bildirgec.org

düşünce hakkında tüm yazılar

KÜRT AÇILIMI VE HİTLER

antiemperyal | 23 October 2009 09:47

C.Eren ÇELİK

Açılım dendi, saçılım dendi işte bugün gelinen noktada 34 tane PKK’lı geldi, bu PKK’lı grup serbest kaldı, 2 gün boyunca mitingler düzenlendi, gövde gösterisi yapıldı.

İşin en ama en garip ve acı yanı şu ki; İçişleri Bakanı bu teröristlerin Türkiye’ye girişlerinin hukuki zemininin “etkin pişmanlık yasası” olduğunu ifade ediyor ancak gelen teröristlerden (yoksa barış elçisi (!) mi demeliydim ?) hiç birisi “etkin pişmanlık yasasından” yararlanmak istemiyor. Sebep olarak da pişmanlık duyacakları bir şey yapmadıklarını ifade ediyorlar.

güneş, ay, sorgu sual ve ötesi…

astral | 14 September 2009 13:32

Gece ve gündüzün ruhu kadın erkek gibi farklı. Ay ve güneş. Gündüz işe sarpa sarmış, düşünemeyiz iç dünyamızı. Oysa ay… Ay dipten derinden etkiler. Esir alır, düşündüklerini değil düşünmediklerini dahi ele alırsın. O seni alır. Debelen dur. Zaman durmaz, akmaz; oysa saatler geçmiştir.

Gündüz işte saate bakarsın, akşam ne çabuk geçti dersin. Gündüz iş yaparsın. Kalp, rötarlı bir saat misali kapıda miyavlar usulca… Oysa akşam saatleri başladı mı, kapı ağır ağır açılır… Dökülür yaşananlar, acılar, bohçalar, keder, umut, olan ve olmayan/ olmayacak olanın kederi ve bunu bilmek gene de istemek bir yandan da… İşte akşam bir yandan ateştir. Yakar. İster sıcağında ister cehenneminde… Ruhun neye uygunsa çekip çevirir. Bazen akşam olmasın dersin. Çünkü dünya üzerine akar, yanıt veremezsin, onca soruya/ sorguya…

İşte çivit mavisi insanının sıradan sorunları:

astral | 01 September 2009 09:40

Gün akar. Gün coşar. Gün zamandır. Gün ki, gülüp geçemediğin günler olur. Gün olur vurursun kendini sokaklara, kendini unutmak istediğin anlara imza atarsın. Başka bir gezegene gitmeyi ve orada kimsenin tanımamasını fayda olarak gördüğün durumları deneyimlemek istersin beyninin/ ruhunun içinde.

Gün olur anı unutmak istesin, an olur; yaşamak değil yaşıyor olmak saydığın. Yaşamayı istediklerini yaşamaktır arzun, kederin. An olur bir okyanusa bakar bulursun gözlerini, uzaklara dalar tüm anların, bir yandan da uzak ne henüz bilmezsin. Belki uzağı bilmemek, bulunduğun her yeri uzağa dönüştürendir. O ki, kendine de uzak olursun, bir bakışa da, bir gülüşe de belki de…

gecenin ahengini çılıçırpıyla kovalayan yaşlı adam edasıyla arıyorum, anıyorum şimdi yağmuru bir anıyı ve tılsımı

astral | 28 August 2009 11:31

Yürüdüğüm sokaklara bakıyorum. Gözleri olup da görmeyen insanlara… Ben miyim deli, bunca güzelliği fark eden? Yağmur yağıyor, bir ağaç sırılsıklam. Sonbahar. Ağacın yaprakları sonbaharın renkleriyle prenses olmuş, düş kuruyor; o yağmurda. Ağacın üzerinde bir sokak lambası. Sokak lambasının ışığı yağmurda kırılıp ağacı aydınlatıyor, gecenin lacivertinde.O gece ki, tanrının yarattığı en güzel sığınak. En güzel resim kimi zaman.

Düş bu, düşün…

Dar bir sokak. Bir merdiven, küçük taşlar, kenarlarda çiçekler ve ağaçlar var… Kimsenin olmadığı saatlere yakın. Şemsinin altına sığınan sevgililer, ağaç, ışık ve lambanın altına geldiğinde durur ve anı sonsuza taşırlar. O an ki, fark ederler. Aynı birbirilerine duydukları aşk ve hayranlıkla ağacına üzerine düşen yağmur damlaları içinde, yaprakların renginin ahengine kaptırırlar kendilerini ve tanrının en güzel tablosunu izlerler; gördüklerine şükrederek.

Yanında nefesini duyuyordu kadın, nefesi vardı, elini sımsıkı tutmuştu. Aşkı kalkıp, onun için 600 km’den -onun gözlerini görmek için- gelmişti. Anın sustuğu zamanlardandı. Bilmiyordu ki kadın, aradan on yıl geçecek ve o an aynı tazeliğinde duracak beyninde ve her yağmurda, her yağmurda, her ağacın altından geçerken ve ona ışık vurmuşken; o büyüyü hatırlayacak ve aslında büyüyü yaratanların kendileri olduğunu bir kere bir kere daha anlayacaktı. Bir iç çekecekti, derinden, iz bırakılmış, bir iç çekiş…

ışık-karanlık devr-i daimi

ahmet polat | 17 August 2009 23:48

kendi, kendimizin korkusu olmayalım....
kendi, kendimizin korkusu olmayalım….
kendi, kendimizin korkusu olmayalım....
kendi, kendimizin korkusu olmayalım….

dünya varoldugu günden beri nur,zulmetin peşinde;ışık,karanlıkla yanyana;gündüzler geceleri takip etmekte ve güzel-çirkin iç içe..yeni bir çagla beraber bir kısm mütegalliplerin bütün dünyayı en korkunç kaoslara sürükledikleri muhakkak…onca fezayi ve fecayii irtikap ederken aydınlanma,medeniyet,modernite,demokrasi,insan hakları….gibi yıldızlı ve yaldızlı kelimlerle”herkesin kör ve alemin sersem.”yerine koyması ayrı bir saygısızlık örnegi…..dahası,olup biten bunca şeye ragmen ”dur” diyecek birinin çıkmayışı,topyekun mazlumlar,magdurlar adına öyle bir ızdıraptırki sorma?bu anlamda kaybettigimiz degerler ve ihmal ettigimiz tarihi dinamikler derlenir,toplanırsa yeniden biizim olabilir….biraz ümit ve rüyaların çoçukları degilmiyiz ne dersiniz?

BİZLER YANİ DÜNYALILAR…

ahmet polat | 14 August 2009 11:31

İNSANLIGIMİZIN VE VAROLUŞUMUZUN YEGANE AMACI OLAN İNSANLARA FAYDALI OLMAK VE BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAYI HEDEF ALMAK HERHALDE TOPLUMSAL BİR BİRLİKTELIK VE BERABERLIKTEN GEÇMEKTEDIR..BU ANLAMDA BİLİMDEN,SANATA..TEKNOLJIDEN,KÜLTÜRE OLAN BÜTÜN YATIRMLARIMIZIN VE BİRİKİMLERIMIZIN PAYLAŞILDIGI DÜNYA’DA BİZLER KİMİZ?UZAYA İLK AYAK BASAN BİZ İNSANLAR,AYNI ŞEKİLDE MİLYONLARCA YILDAN BERİ OZON TABAKASINI DELEN YİNE BİZ İNSANLAR..GERÇEK ANLAMDA NE YAPMAMIZ GEREKTİGİNİ NE ZAMAN ÖGRENEBİLİRİZ..BU ANLAMDA BİZLER YANİ DÜNYALILAR KİM İÇİN NEREDEYİZ VE NE YAPIYORUZ?HİÇ DÜŞÜNDÜK MÜ?

Zamansız

limoncello | 05 August 2009 12:45

Diyecek birşeyi kalmamıştı. Söyleyecek söz bulamıyordu. Boğazında birşeyler düğüm olmuştu. Çok sevdiği zeytinyağlı barbunyadan bir çatal almış devamını getirememişti.
Kendi yapmıştı.
Hep kendi yaptığı yemekleri yerdi.
Güzel de yapardı açıkçası, seviyordu yemek yapmayı. Sevdiği şeyleri yaparsa insan hem daha mutlu olurdu hem daha başarılı, buna inandırmıştı kendini.
Ama sevdiği şeye sevdiği şeyleri söyleyememişti.
Zeytinyağlı barbunyayı masadan alıp buzdolabına geri koydu. Tabağı, çatalı da mutfak lavabosuna bıraktı. Masadaki ekmek kırıntılarını bir eliyle sıyırarak diğer avucunda topladı ve pencerden dışarı fırlattı.
Martıların haykırışlarını duydu. Üç-beş martının anında ekmek kırıntılarına hücum edişlerini seyretti.
Sonra masadaki yarımdan biraz daha büyük ekmeği alarak dört beş parçaya ayırdı ve onları da martılara attı.
Sahile çıkıp yürümeye başladı.
Çok uzun zaman yürüdüğü halde bir yere varamadığını farketti.

başımızı ellerimizin arasına almak

taha3045 | 03 August 2009 12:09

Neyi hatırlayacağız yarın?
Dün ruhumuza inen zalim darbeyi mi? Mutlu mutlu içimizde arada sırada açan çiçekleri mi? İyiliği de ,kötülüğü de asla hatırlamayacagız ve asla hayata doyamayacagız. Önümüze sunulan hayat tepsisini tüketip, daha çok açlıkla bekleyecegiz yaşamaya asla doymayacagız, iyiden, kötüden ders almadan sofra bitene kadar doymadan yiyecegiz. Ne yaşarsak yaşayalım asla hayata doyamadan öleceğiz.

Böyle iki yüzlüyüz işte, asla memnun olmadan yaşıyoruz, daha çok para, daha çok sevgi daha çok mal, gezmek daha çok daha çok çok çok çok….. Asla doymadan, asla şükretmeden asla yeter demeden, elde olan hep yetersiz hep az daha fazlası gerek. Parası olan mutlaka mutsuz, parası olmayan sağlıgına asla şükürcü değil, ailesi olan olmayandan ders almamış küçük şeylerin değeri asla bilinmemiş ..Hayat hep keşkeler silsilesiyle geçer ama hiç ders alınmaz.(Bir ter saatin kaybettirdiği şeyi bin yıl geriye getiremez)

İnsan ve Dünya

furkan iren | 17 July 2009 09:44

Beni ondan ayıran bunu çizebilmem midir?
Beni ondan ayıran bunu çizebilmem midir?

kişiselleştirilememiş bir yaşamaktı
özgürlüğümüze gem vuran,
en dirençli zamanlarında bizleri yorgun kılan,
mantıklı düşünceleri savurup atan,
hep “birlik” olmak isteğiydi “ayrılığı” doğuran.

oysa ki zenginliğin ve tabiatın esasıydı;
bir bütün üzerindeki farklılıklarımız…
yaşamın, doğanın döngüsüydü eşitsizlik.
herkes ve herşey aynı güçte olsaydı
bütün kurtlar aç, bütün kuzularda otsuz kalırdı!
yağmur yağmaz ve kış hiç gelmezdi!
güneş doğmaz ve ay batmazdı!
eğer masallarda ki kadar güzel bir gezegenimiz
varsa şayet biri bana anlatsın:
neden var bunca savaş?
neden mutsuz gördüğüm tüm tebessümlü maskeler?
neden yaşamak için binlerce kurallarla sınırladık kendi kendimizi,
(oysa ki çok basitti yaşamak ve nefes almak!)
neden daha da fazlası için hep bir kavga?
ve sorularla dolu bir beyin ve cevapsız dudaklar..
biri narkozla uyuşturmuş gibi her birimizi
her duyulana “iman”ı, her söylenene “itimat”ı
kabulenilemezliğe “tahammül” ve sessizlik haksızlığa..
dünyanın yaradılış fıtratındaydı acımasızlık
birileri yaşamak için diğerini öldürmek zorunda kalırken
diğeri yaşamak için kaçmak zorundaydı