Yürüdüğüm sokaklara bakıyorum. Gözleri olup da görmeyen insanlara… Ben miyim deli, bunca güzelliği fark eden? Yağmur yağıyor, bir ağaç sırılsıklam. Sonbahar. Ağacın yaprakları sonbaharın renkleriyle prenses olmuş, düş kuruyor; o yağmurda. Ağacın üzerinde bir sokak lambası. Sokak lambasının ışığı yağmurda kırılıp ağacı aydınlatıyor, gecenin lacivertinde.O gece ki, tanrının yarattığı en güzel sığınak. En güzel resim kimi zaman.
Düş bu, düşün…

Dar bir sokak. Bir merdiven, küçük taşlar, kenarlarda çiçekler ve ağaçlar var… Kimsenin olmadığı saatlere yakın. Şemsinin altına sığınan sevgililer, ağaç, ışık ve lambanın altına geldiğinde durur ve anı sonsuza taşırlar. O an ki, fark ederler. Aynı birbirilerine duydukları aşk ve hayranlıkla ağacına üzerine düşen yağmur damlaları içinde, yaprakların renginin ahengine kaptırırlar kendilerini ve tanrının en güzel tablosunu izlerler; gördüklerine şükrederek.

Yanında nefesini duyuyordu kadın, nefesi vardı, elini sımsıkı tutmuştu. Aşkı kalkıp, onun için 600 km’den -onun gözlerini görmek için- gelmişti. Anın sustuğu zamanlardandı. Bilmiyordu ki kadın, aradan on yıl geçecek ve o an aynı tazeliğinde duracak beyninde ve her yağmurda, her yağmurda, her ağacın altından geçerken ve ona ışık vurmuşken; o büyüyü hatırlayacak ve aslında büyüyü yaratanların kendileri olduğunu bir kere bir kere daha anlayacaktı. Bir iç çekecekti, derinden, iz bırakılmış, bir iç çekiş…Soracaktı,

‘Ne oldu, iç çektin öyle derinden?- Yok, bir şey. Öyle gelir bazen, anlamını bile bilmezsin.Oysa yalandı bu söylediği, bazen ‘Yok bir şey.’ demek işin kolay yanıdır, ne anlatsaydı? ‘On yıl önce şöyle bir an aklıma geldi’ desin de, kıyamet mi kopsundu?

‘Unutamadın mı?’ soruları yığılırdı, gecenin ahengini çılıçırpıyla kovalayan yaşlı adam edasıyla, uçar giderdi misk ve yasemin kokusu rüzgârın ve tenin…Bu muydu istenen? En iyisi susmaktı, en iyisi…Yine o, her yağmur yağdığında, her -yalnız lacivert akşamlar- kendi içinde büyüyü var ederken, düş kurar ve yine ağaçlara bakardı, Tanrı’nın izlerini gözlerdi… Kimse bilmezdi ki, okyanustaki köpükler gibi doğaldı; en büyük ressamın resmini görüyordu.Etraftakilerin görmediklerini gördüğünde kadın soruyor kendine, ‘Gören miyim, deliren mi? Hangi ayrıntıya takılıp kaldı hayatım ellerimin arasından, ellerimin arasından suların kayıp gittiği gibi, tutamadığım gibi…’Bir düşün gözleri gibi, düşün gözleri olur mu? Olur. Bir düş parçalanır mı? Bir mavi kavanoz kırılır gün aşırı… Günah çığlık atar ve bin dostluk biter. Kavanozu yapıştırsan su tutar mı, yerini alır mı yenisinin; hikâyesinin olması onu yeni kılar mı? Düş ki, bu düş deyip geçemediğin düşler vardır… Düşler vardır ki, kimi düşleri daha yaşamadan bitirir kan kustururcasına. Sığınmak istersin geceye ya da bir çarşafa… Nafile nafile…
Soğuk yalnızlık anları vardır. Kaçılacak yer ve zaman yoktur. Fırtınada açık bir ovada tek başına kalmaktır. Bir ağaç altı yoktur bu zamanlarda. Tanrıya dua edersin, bir ses duyabilmek için son nefesinin üzerine bahse girebilirsin. Bu denli ihtiyacın vardır o sese. Ses gelmez, ses içindedir, duyabileceğin en son sestir oysa içses. Tanrı da yokmuş ve sen yapayalnız/ yanlışlar dünyasında vizyonun tersine tepetaklak bir trenden atlamış ve -kovboy filmlerine benzer- yine de sağ kalmayı hayal etmektesindir.
Nerede kaldı rüya, yağmur, tılsım, misk ve yasemin kokusu? Nerede ten, yemin? Ettiğin yeminler, bin kere bozduğun; af dilediğin, ‘Aşığım.’ deyip af edilmeyi bekledin zamanlar?Nerede, teninde, göbeğinin üzerinde nefesin dolaşmaktayken; anın durduğu zamanlar. Gözlerinde gözlerini gördüğünde kendini en güzel kırlarda gördüğün, gidip bir demet papatyayı ‘ona’ verdiğin zamanlar? Bir ‘offf!!!’ çektiğin, nefesini tuttuğun. Onun, telaşla ve anlamamış ona has seslenişiyle, ‘Ne oldu?’ demesi. Senin hangi lafının, ‘Çok seviyorum, çok!’ lafını karşılamayacağını düşünmen…Uslu, sessiz bir huzurla dünyayı içine çekip sarılman, bir gemiye binip okyanusa açılman; evlenirken bir demet çiçeği en yakın arkadaşına atman. Kemancının gelip sana en sevdiğin parçayı birden çalıvermesi, içmeden sarhoş olmayı deneyimlemen; ölmeden de ölüneceğini çoktan deneyimlemiş olman ve bunun verdiği olgunlukla yürümek ileriye doğru, ona doğru.Belki de -ona dediğin- sensin. Baştan beri kaçtığın kendin de olabilirsin. Vizyon ne, bilmiyorsun. Dikenli, yanlış, çelişkili dediğin, asıl doğru olan da olabilir. Ne zaman son nefesimizi verip, spatyoma ulaşacağız, o zaman anlayacağız asıl resmi ve bizim resimdeki yerimizi…Bilmiyordu ki kadın, aradan on yıl geçecek ve o an aynı tazeliğinde duracak beyninde ve her yağmurda, her yağmurda, her ağacın altından geçerken ve ona ışık vurmuşken; o büyüyü hatırlayacak ve aslında büyüyü yaratanların kendileri olduğunu bir kere bir kere daha anlayacaktı.

Kavanozu yapıştırsan su tutar mı, yerini alır mı yenisinin; hikâyesinin olması onu yeni kılar mı? Ki, gecenin ahengini çılıçırpıyla kovalayan yaşlı adam edasıyla, uçar giderdi misk ve yasemin kokusu- rüzgarın ve tenin…