bildirgec.org

çocukluk hakkında tüm yazılar

TEBEŞİR KOKUSU

lavinya76 | 01 April 2010 12:57

İlkokul birinci sınıftaydık. İkinci dönemin başıydı ve artık iyiden iyiye okuyup yazmaya başlamıştık. Sıra arkadaşım Muhsin adında sarımtırak bir oğlandı. Hareli yeşil gözleri güldüğünde kısılıyor, gözleri kısıldıkça yüzündeki çiller daha bir dikkatimi çekiyordu. İkimizde çok yaramaz sayılmazdık en azından boş derslerde sınıf başkanının yaramazlık yapanları tahtaya yazdığı isimler arasında olmadık hiç.

Babası bir apartmanın kapıcısıydı. Annesi de zaman zaman babasına yardım ederdi. Apartman bahçesine ektikleri güllerden sık sık öğretmene getirir ve kocaman bir teşekkürü alır gururla otururdu yerine. Bizim apartmanın bahçesinde değil gül ot bile yoktu. Hatta bahçe denebilecek bir alan bile yoktu. Bu yüzden tüm uysallığına rağmen içten içe kızardım ona ve kıskanırdım çiçeklerini.

Aşkın Yalın Hali…

pilla | 19 February 2010 10:49

Aşk…
Zamanın düştüğü en büyük tuzak…
Aşk…
Bedenime yapışan çocukluğum…
Aşk…
Mutluluk, tırnak diplerimde…

Aşk sensin, ötesi yok! Tırnak diplerimde ayaklarını bastığın toprak sadece. Çocukluğum güzelliğinin gizemini ararken kapıldığım bir rüzgar. Zaman dünden ve yarından başka ne varsa o.

Ben senin kölen. Dile benden ne varsa yüreğin ve aklın genişliğinde. Kanat uçlarıma yapışmış biraz umut bütün servetim. Bütün servetim gözlerinin içinde bulduğum nazar boncukları.
Bir hikayem var sadece avuç içlerine yazılmış. Okumam yazmam yok. Gözüm, kulağım, sesim, sözüm yok benim. Aşk sensin ötesi yok.

BİR TUFAN OLURUM SUSTUĞU(M) HER YERDE

elllllla | 27 November 2009 14:46

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında

Yanlış adresteydik belki doğru.peki o adresi bizmi seçmiştik.yoksa birileri burda doğacak,büyüyecek,belli bir yerde yaşayacak yaşlanacaksınmı demişlerdi.eklemeleri,arada zaman zaman yer değiştirip mutlu olabilirsindi 3-5 günlüğüne!
ben çemberin dışında olmak istedim hep.
bana ait benim planladığım bir hayatta…
öğretmen ne olmak istiyorsunuz diye sorduğunda;
öğretmen,avukat,doktor,mühendis,hemşire diyenlere burun kıvırır ben pilot olmak istiyorum öğretmenim derdim kocaman sesimle.
ali ispiyonlardı…kitabımızda var öğretmenim.ordaki çocuğa bakmış.ne bilsin o uçağı yürütmeyi?
-yürütürüm işte,ne biliyon?
aliden alanen nefret ettim o günden sonra.komşumuzun oğluydu.annelerimiz iyi anlaşırdı.alinin babası iş hayatındaki bi takım sorunlar yüzünden tayin istemişti.kısa süre sonra okuldan,mahallemden ve yaşadığım şehirden ayrıldı.kendime aliden nefret ettiğim için kızmıştım.nedenini anlayamadan…
ali gitti…
yıllar geçti…
ben pilot olamadım…
zaten uçağada belli bi yaşa kadar binemedim korkudan.ama gökyüzünü hep sevdim.kuşları,uçakları,özgür olmayı,kanat çırpıp olmak istediğim yerde yaşamayı sonra sıkılınca ayrılmayı…

şimdiki aklım olsa
aliye uçaklardan selam gönderirdim.alırdı…
öğretmene asker olmak istiyorum derdi.oldu.canım arkadaşım.
arada hala sinirime dokunur telefonda.
-kız aklın hala havalarda mı?
gülüşürüz…
özlüyorum herşeyi…
çocukluğumu belki…belki istediğim hayal ettiğim gibi yaşayamamayı!!!
bu günlerde bir tuhafım…
gariplilk denen kuyudayım..
gidip saçlarımı boyattım,kestirmeye kıyamadım.lensleri atıp gözlüklerle idare etmeyi düşünüyorum bir süre…şu sıralar annem yanımda.ona sormadan gidip köpek aldım.adı haydut…
(zaten sorsam izin vermeyecekti)
eve almadı onu:( kapıcının oğluna verdik.
bir sevindirik bir sevindirik çocuk sormayın…
(annem gidince geri alıcam,çocuğun bundan haberi yok)
kahveyi abartıyorum…
nankörsün kızım sen diyor kuzenim arda…
nankörmüyüm?
galiba evet.ne yapayım?
bu günlerde böyleyim.hüzün denen garip bir kederdeyim…

büyüyünce ne olmak istersin?

kahramancayirli | 15 October 2009 19:33

Yazı yazmamı hiçbir zaman desteklemeyen aileme

Kendimi hatırladığım küçük karelerden birinde beyaz, boş bir sayfaya gazetelerden kestiğim haberleri, fotoğrafları ataçlıyorum. Sonra onu vitrine koyup sessizce, garip bir büyü ile izliyorum, amcamın eşi yaptıklarımı görünce “bu çocuk basın-yayın okuyacak ileride” diyor.

O zamanlar her gazeteyi tek bir kişinin çıkardığını sanıyorum. Vay be diyorum, ne kadar zor olmalı. Onca sayfa, yorum, fotoğraf, analiz, matbaa işleri vs. tek bir insan nasıl kalkar bunca işin altından?

DAMLA DAMLA SIZIŞLAR

il mare | 04 October 2009 14:45

Bir damlacık sızılır her bir hayata ve bir damla sızı kalır kalpte yokoluşların hatrına
Bir damlacık sızılır her bir hayata ve bir damla sızı kalır kalpte yokoluşların hatrına

Dışarıda olmak;az önce dışarıda olduğun için evine gelmek,birkaç saat öncesine kadar zilini çalıp beklemek zorunda olmadığın dükkanların,kafelerin kapılarından girdiğin için,işte şimdi diyafondan çıkacak olan ‘kim oo’ sesine cevap vermeye hazır beklemek, güzel.

‘Benim,aç’ Gene ben. Bu sefer daha başka ama;daha büyümüş ve görmüş.Kimbilir neler neler?Kimlerle aynı havayı solumuş olarak bu defa.
Kaç katille gözgöze gelmişimdir bugün acaba?Kaç cinayete ortak olmuşumdur saliselik bir bakışla,hangi çaresiz maktulün çırpınışına…Kaç başarıyı taramışımdır sonra gözlerimle gene,şu kendinden emin,ayakta dikilen güzel gözlü adam;kaç mutluluk vardır hayatında,toplansa bir elin parmakları ediyor mudur? Tam karşımda,önemli bir yer ile randevusu varmış gibi giyinmiş duran,lacivert takım elbiseli,kır saçlı, yakışıklı amcam. Sadece bir yudumuna ortak olabildiğim,ceketinin iç cebinden çıkarıp yudumladığı şişesinden belli kanyakını,uzaklara dalarak hangi düşünceler eşliğinde yudumlamıştı acaba?Çok geride bıraktığı o büyük aşkı mı vardı aklında ya da yakın zamanda kaybedip de unutamadığı ya da kaybedeli zaten uzun zaman olmuş hayat arkadaşının hayalini mi ortak etmişti yudumlarına, ya da kim bilir ne zaman içinde olduğu kanlı bir savaşın yaralılarının acı inleyişleri mi karışmıştı,kulağına bir yandan takılı olan kulaklıktan çıkan müziklerin arasına.Hangi şarkıyı dinliyordu,radyo muydu,yoksa torununun yüklediği hep başa dönen şarkılarla mı keyifleniyor,hüzünleniyordu?Acaba içkisinden bir yudum alma ihtiyacını onda uyandıran nağmeler hangi sözlerin sahibiydi,hangi şarkının hangisine geçişindeydi?

Sağanak Vuruş

Kuduz maymun | 13 September 2009 18:27

Sesler geliyor. Ayak sesleri. Koşup birşeyler yapmak, yahut saklanmak gerek. Kapı. Korkunç bir kaygıyla açıyorum. Sarılıyorum. Sarılmam lazım.
Gözleri bulanık. Kırmızı.

Birşeyler yapıp önüne geçmek gerek… Fakat kımıldandığı an patlayacak bir bomba gibi. Ayaklarım tutmuyor. İtaate hazırım. Tamam. Düşüncelerimi savuşturdum. Bir an evvel olsa da bitse…

Bu kez gecikiyor. Keşke bu kadar dolambaçlı yollardan yürümese. Beklemenin verdiği dehşet beni felce uğratıyor. Sessizlik beni öldürecek. O sessizlikteki kanlı gözler. Ölmek istemiyorum.
Gürültüler başlıyor. Gıcırtılar. Bir koku geliyor. Çok tanıdık bir koku. Sabah evin her yerine sinmiş olacak.

çocukça ramazanlar

nazokiraze | 07 September 2009 09:57

Ramazan gelince çocuklar da bir başka şen olur, reklamlarda da diyor ya her gece çeşit çeşit yemekler,tatlılar sofra kalabalık ,ne zaman uyansam gece yemek yiyorlar diye. Ramazan çocuklar için gerçekten bambaşkadır.Herkesin Ramazan anılarıfarklıdır.

Bizin küçüklüğümüzün tekne orucunu bilenler bilir, sabah başlayıp öğle biten kısa süreli orucu sevdirme amaçlı bir oruçtu. Amma şişerdik tekne orucu tutuyoruz diye ne çok dua ederdik Allah’ım çocukları da düşünmüş onlar için de oruç emretmiş diye.

Tüm gün tekne orucu tutup sevap kazanmak için yaramazlık bile yapmayan azgın bünyeler büyüklerin iftarından sonra tatlıları yiyip nasıl kuduruyorsa bu azgınlıklarımız direk teravih namazı kılan zavallılara patlardı. Otuz gün Ramazan otuz gün teravih namazına beş-altı kişi gidip namaz kılanların popolarına iğne batırmaktan, terliklerinin içine yumurta koymaya, popolarına şaplaktan ayakkabı saklamaya varan her türlü kudurgaçlığı her yıl yapardık.

kovulduğum işler 1

kahramancayirli | 14 August 2009 10:38

Marmaristeyim, 15 yaşındayım, tek hayalim iyi bir radyo programcısı olmak, lise birinci sınıftayım, ders, ÖSS umurumda değil (siz derslerinizi iyi çalışın, gençlere kötü örnek olmayayım, derslerinizi iyi çalışmazsanız kötü yollara düşersiniz).

euronet.nl adresinden alınmıştır: Salvador Dali.
euronet.nl adresinden alınmıştır: Salvador Dali.

Şimdiki mahcubiyetim, sessizliğim, insanlardan kaçarlığım yok o zaman. Girişkenim, heyecanlıyım, hayaller büyük. Tansaş’ın karşısında Park Fm vardı (bilmiyorum hala var mı, Marmaris’te oturan hafifçilerden yardım isteyebiliriz), gittim oturdum, ben dedim burada çalışmak istiyorum. Bir kağıt dolduruyorum, bütün geri zekalılığımla diyelim, “alacağım paranın tutarı önemli değil” kutucuğunu işaretliyorum, kimsenin zorlaması olmadan, bravo yani bana, alkışlarınızı bekliyorum.
Velhasıl başlıyorum orada, sabah 8-akşam 5; ne kadar ayak işi varsa yapıyorum, para yok. İki buçuk ay sonunda tek kazancım 10 TL oluyor (2001 yazı).

Bayramda Giyersin

exorientelux | 13 August 2009 13:44

Dolabınızda hiç giymediğini giysileriniz var mıdır? Ya da hiç kullanmadığınız güzel defterleriniz? Çok az kullanığınız takılarınız veya? Bunun gibi şeyler işte. Benim var. Bazılarını ben almışım, bazıları hediye edilmiş.

Eşimin hediye ettiği pembe, çok hoş bir gömlek var mesela. Dört- beş yıl oldu sanırım, bir kere bile giymedim. Neden mi? “Bu çok güzel bir gömlek, özel bir günde giyerim.” diye hep erteledim giymeyi, o da dolapta asılı kaldı öyle. Sonra kızım oldu, her ne kadar hamilelikte aldığım kiloların çoğunu vermiş olsam da artık o gömleği istesem de giyemem.

Mektup-2: Acı Veriyor Çocukluğum

Kuduz maymun | 12 August 2009 10:04

Ben miyim neyim.
Ben miyim neyim.

Çocukluğumun bir kısmı Gümüşhane’de geçti. Orada yağan kar.. Bana çok fazla gelirdi ama sanırım boyum küçüktü de, ondan. Köyün bir ‘yokuş’u vardı. Yokuş dedin mi belli bir yerdi orası. Yukarıdaki mahallenin bütün eriyen karları çağlayan gibi yokuştan akardı. Yine de yukarıya gitmek için kenarlardan tırmanmaya çalışırdık.
Bir de Nuriye vardı. Aşağı taraftaydı evleri. Ağabeysi Zeki: Babamın öğrencisi. Nuriye bir gün evlerinin yakınında biriyle kavga etti. Üç yaşlarımda olmalıydım. Korkuyla baktım kavgaya. Nuriye’nin ayağında bir çiçekli basmadan etek vardı ayakbileklerine dek gelen. Derken Nuriye bir tekme savurdu. Etekleri açıldı. Ayağında don yoktu. Bu görüntünün bana nasıl garip geldiğini anlatamam.

Kış
Kış

Birkaç yıl sonra İstanbul’a geldiğimizde arkadaşlarım oldu. Evimizin önünde epey kar birikmiş. Yokuştaki su bana nasıl çağlayan gibi geliyorsa bu kar yığını da -hala- bana koca bir dağ gibi geliyor. Arkadaşlarım o dağın tepesine çıkmış oynuyorlardı. Ben de pencereden cıvıltılarını izliyordum.
Çok istiyordum ben de gitmeyi; ama uygun bir pabucum yoktu o havalarda giyebilmek için. Yoksulduk. Derken annemin giyile giyile eskimiş ve altlarına kimbilir kaçıncı kez pençe ve eriyen tabanlarına takviye yapılmış lacivert çizmelerini giydim. Annem benim pencereden bakıp durmama dayanamamış, çizmelerini vermişti. Çıkıp oynadım.

Döndüğümde çizmeler sırılsıklamdı. Burnum, yanaklarım, ellerim kızarmıştı soğuktan.
Paltom da yoktu.
Annem örmüştü kalınca birşey.
Bir pabucum yok diye annem ağladı.
Alamadığı için…