Parada leke kadar izi yok şimdi bu akşamların… Şehvet-in meçhul tendi bir zamanlar; şimdi zehr-i girdap, akşamlar…
Nankörler denizinde dehlizler yorulur mu? Sır tutar mı denizde kayalar? Her anı sana birer kaya olarak döndüğünde hala akşamlar o kadar sakin midir; hani kendini gecenin kollarına huzurla bıraktığı akşamlar…
O saatler ki, -çok düşünmüşsündür- gündüzle gecenin ortası; şehvetle ızdırabın ortasıdır, aşk… İşte o kadar, işte o kadar.
İşte o kadar dediğin hiçbir şeyin, hiç de o kadar olmadığında, hayallerin leğendeki kağıt gemiden daha korunaksızdır.
Bir çocuk için bu eğlenceliyken senin ayaklarının yerden kaymasıdır ki, bir yandan da tutman lazımdır kendini; hiçbir şey çaktırmadan devam etmen gereken bir yaşamın vardır çünkü.
Çünküleri çoktan, çoktan geride bırakmak isterdin oysa ve en güzel günlerinin onunla geçmesini… O gitmişken ve yalan şerbetinde boğuluyorum demekten yorulmuşken; yaralı bir hücre gibi tedavi etmen gerekir kendini.
Yeni baştan, devamlı ve elbette zorunlu olarak; böyle olması gerekiyor. Oysa bütün zorunlulukları çöpe attığımız bir düzlemden gelmiyor muyduk, el ele… Güldürme beni, el ele mi?