denizin sürüklendiği tek adım...
denizin sürüklendiği tek adım…

Uzağımdaydım, uzağımda olduğun kadar. Sorular soruyordun bana (?) anlayamadığım kadar sana ait olan. Sorular soruyordun bana, zaten cevapları belli olan. Göz bebeklerimin okuyamayacağı kadar gözlerime tanıdık olan, bütün resimleri yakmıştın manzaradan. İki yanımı kollayamayacak kadar, tutsağıydın zayıf hallerinin. Sağımdaki sola baktığımda gördüğüm bir yanı yıkık bu ahşap evdeki kapı tokmağıydı. Uzanıp çalmak istedim, içerdeki yıkılmışlıkta hiç kimse var mı, öğrenmek için. Sonra, yaşamı kaybetmeyecek kadar vazgeçtim bu isteğimden. Ve ölmüşlüğü rahatsız etmekten çekinerek.Yol almaya çalıştığım yaşam için dışarıya çıkmam gerekiyordu, bütün içeri tutsaklıklarımdan kurtularak. Uykusuna tiryaki kaçışlarımdan kurtulmam gerekiyordu bu yolsuzluğu yamaçsız bırakmam için. Cümlelerin yeni hallerine o kadar mahkumum ki… Ne istediğini bilmediğin ve tanımlayamadığın kendinden mesafelerle yokluktaydın.Bilmiyorum, tanımıyorum bu kimsesizliği. Biraz susup konuşmama kıvrılsa ya. Uyutacağım bu günler için yarınlara dinlense ya. Olmaz mı? Gemilerimi tanıyorum, gemilerini tanıdığım gibi… Bütün direkleri kırılmış, foraya asılamayacak kadar rüzgarları yırtılmış. Ruhuma sarınabileceğim tamlığından emin hiçbir yelken yok, savrulmuş. Tırabzanlarının takatsizliğinden olsa gerek bütün basamaklar ters çevrilip, kalbime yol almış. Kapısının olmadığını bilebile.“Yol alalım artık kaptan, ufukta kara görünmese de” dedi tayfalarımdan kör olanı.“Sence yol almak için doğru bir iklimde miyiz tayfa?”“Yol almak için her zaman doğru bir zamandır kaptan. Sadece süreç belirler akıntının yönünü. Bunu da yol almadan anlayamayız.”Düşünceli bir şekilde güvertenin zemininde eriyen köpüklere bakıyordum. Zorlansam da birkaç kelime cümleye mahkum oldu. Aldığım derin nefes iyot kokusunu ciğerlerimde tanımlarken, söylediklerim okyanusa benziyordu. “Bütün süreçler bir sonun süreği tayfa. Bu gemi hiçbir yolculuğu tamamlayamadı. Hep yarım kaldı. Bizim yolculuğumuz yarım kalmışlığın süreği olacak. Bu yüzden, demir almadan önce gemiye sor, bana değil. Çünkü bütün yolculuklarda benden çok o yoruldu.”Kararsız bakışının ardında söylediklerimin bittiğinden emin bir şekilde tam ayrılacakken “Ayrıca, ona sorularını sormadan önce sesleri okyanusla yıkamayı unutma tayfa. Başka türlü anlatamazsın” dedim başımı iki yana sallayarak.Tayfa derin bir iç çekip, gerisin geri ilerledi. Bazen dikkat ediyorum da, tayfanın kör gözleri benim gören bakışlarımdan daha fazlasını şekil biliyor. Siyahın içinde sadece kelimelerin rengini bilmek daha az yorsa gerek. Belki de değildir.Hayatta kalpleri kör çok fazla yaşam var bu okyanusta. Sevdanın şeklini parmak uçlarıyla tanımlamaya çalışırken, sesleri şekilsizce tanımladı bütün yalnızlıklar. Oltamın ucuna gelen birkaç ucuz gülümseme. Ağlarımı her attığımda çürümekte olan verilmiş sözleri tekrar azat ediyorum okyanusun derinliklerine. Sözün namus halini kimse tanımıyor bu yüzden güvenmiyorum kimsenin verdiği söze.Yolculuk öncesi bir koşuşturma var güvertenin sahilinde. Toprak kanatlı martıların çelik ayaklarında taşıdığı kalpleri saymaya çalışıyor uç kısımda küçük bir kız. Onu tanımıyorum. İlk defa görüyorum gemide. Oysa duruşunu birine benzetiyorum ama tanımlayamıyorum. Eteği sakin rüzgarda dalgalanırken, beline doğru yayılmış bulut lekesinden tanıyorum elbisenin benim olduğunu. Ama aklım almıyor, bu elbiseyi alevde boğalı yıllar olmuştu. Kimdi bu küçük kız, anlamıyorum.Başım onca ağrı girdabına mahkumken nasılda sancıyor. Telaşla gelen kör tayfamı tanıyamadım, yakınıma gelene kadar. Ellerini dizlerine dayayıp nefes nefese konuşmaya başladı “Kaptan gemi isyan etti. Ne yapacağız?”Güldüm, ağlarken nasıl gülünürse öyle güldüm. Güvertesinde oturduğum geminin zeminine bakışlarımla dokunup güldüm. Tayfamın yüzüne bakmadan elimle git işareti yaptım. Çaresiz yüz ifadesiyle, birazda öfkeli olarak geri çekildi.Tayfamın gidişini beklemeden, ayağa kalktım ve küçük kıza doğru yol almaya başladım. Gemideki kargaşa geminin isyanındanmış tayfam söyleyince anladım. Hiçbir şeyi umursamadan, basamakları bir bir çıktım. Merhaba diyemeyecek kadar yorgun olduğum için küçük kızın omzuna bir elimle sarılıp konuşmaya başladım.“Pençe içindeki kalpleri saymak kolaydır. Ama yerli yerinde duran sevgisine tutsak kalpleri tanıyıp bakışlarınla tutmak zordur. Masumluğuna ihtiyacım var yardım eder misin?”Bana dönüp ellerimi küçük elleriyle tuttu. İçimi ısıtan gülümsemesiyle gözlerimin içine baktı. “Gemiye söylemek istediğin başka bir şey var mı?”“Var, ama hatırlamıyorum” dedim gülerek.Önüne diz çöktüm ellerini bırakmadan.Rüzgarın savurduğu saçlarına aldırmadan, yanağımdaki busesi çabucak yer bulmuştu. Gümüş hançerin soğukluğu dayanılacak gibi değildi lakin, katlanılması gerekti. Sol yanımdaki hançerde masumluğun izleri vardı. Bakışlarımı bakışlarımdan çekmeden “Ruhun artık gemiye ait, istediği ve istediğin gibi. sensizliktendi isyanı, sessizliğindendi. Hadi öl artık.”Ben ruhumla gemiyi yavaş yavaş sarmalarken, kör tayfam elleriyle boşluğu kontrol ederek geldi yanıma. Küçük kız her haliyle karşımdaydı. Bedenime yığılan gemi göründüğünden daha ağırdı. Ağır ağır konuştu tayfa “Demir alıp yolculuğa başlayabiliriz artık.”