Bu sabah istemese de ruhsuz halini oynamaya devam ederek çıktı evden. Oysa baş ucuna bir not, belki kısa bir mektup yazmayı düşündü. İçinde olanları…
Belki söylemediklerini ya da çok az söylediklerini; öyle az ki; yok sayılanları hatta…Bir öpücük niyetine birkaç satır yazmak istedi, o uyurken, uykusunun huzurlu kokusu tüm evi doldurmuşken; belki bu kadar duygusal olmak istemedi, belki nedenini hiç bilemedi.Ama yazmadı.Ayak uçlarına basarak çıktı kapıdan. O an çekip gitmenin ne kolay olduğunu düşündü. Hayatından ya da hayatlardan çıkıp gitmenin ne kolay olduğunu.‘Zor olansa bazen yanağa kondurulan sıcak bir öpücük de olabiliyordu. Bunu yapamadığını anladığında daha bir üzülüyordu insan, işte o vakit kendinden kaçma zamanıdır üstat.’ dedi içinden.Sokağın soğukluğu dahi kalbinin ısıtamadığı tarafları kadar soğuk değildi. Sıcak bir müzik açmak istedi kulaklarına Tony Gatlif’ten.Babasının sabah beşte kalkıp topladığı olgun ve rengarenk güller vardı annesinin baş ucunda. ‘Oysa ben seni çok seviyorum!’ dahi diyemedi kadın, belki demesi gerektiği için denildiğini düşündüğünden; demekten vazgeçti. Islak bir yutkunma geçti boğazından sözcükler yerine. Sarıldı. Sustu.Beklenmedik bir çatışmanın ortasında kucağında göğsüne bastırdığın, kurşunlardan kaçırıp bir büyük çöp varilinin arkasına saklanıp koruduğun kızın; bu sabah sen uyurken hala ne kadar küçük olduğunu ve çok sevse de sevdiğini söylemenin bazen ne kadar zor olduğunu düşündü.Kosova’da ki evde o büyük salonun beyaz kapısının arkasına saklanıp, ağlayan kız geldi aklına o anda. Hala o kızın hiç değişmediği, sadece yılların geçtiğini düşündü kadın.O küçük kızın yaşı değişti, bedeni değişti ama kalbinin ortasında hala kapının arkasında küçücük bir kız var; unutmadığı zamanları hep kafasında yaşattığı.Zaman geçmiş diyorlar, takvimler eskiye benzemiyor, kadının babaannesini dahi görmeyeli ömür oldu neredeyse; oysa kadının kalbinin ortasında o küçük kız çocuğu hiç değişmiyor.O kadın bu sabah o kapının arkasında dört yaşındayken annesinin ona sarılmasını beklerken buldu kendini. Ne bir mektup ne de iki satır ne de duygu belirtisi göster(e)meden parmak uçlarına basarak çıktı evden.O an anladı, gitmenin ne kolay olduğunu. Asıl zor olanınsa kalmak ve belki belli etmekti sevdiğini.Düğümlenen yaşlar akmadan boğazında dizilmişken, ‘Hadi canım sen de.’ demeye devam etti ve hiç de duygulanmamış ve herhangi bir günmüş gibi kalbinden soğuk, kalbinden sıcak olamayan bir güne bıraktı kendini.Oysa hala Kosova’da ki küçük kız çocuğu oturuyor annesinin koynunda ve içinde. Diyemediği kelimeler, güller kadar manalı değildi. Oysa en iyi hediye belki bir söz-dü. Biliyordu. Diyemedi.Papuçlarının ucuna basarak ayrıldığı evden kimbilir ne zaman ayrıldığını anlamadı, belki bu en acıtandı. Ama acıttığını kendine söylemeyecekti.(Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)