Allah rahmet eylesin sevgili babam İsmail Yaşar Öçal olmasaydı , bu dünyaya gelemeyecek , onun bana damak tadı olarak miras bıraktığı tavuk suyu çorbasını ve kokoreçi her gördüğümde önünde saygıyla eğilecek kadar benimseyemeyecektim…Her yönüyle muhteşem bir hayatı ve akla hayale gelmeyecek bir zenginlikte zevkleri ve tutkuları olan bir insan olmasının ötesinde , sevgili babam tam anlamıyla bir yemek tutkunuydu…en tok halinizle bile karşısına otursanız , yemeği yerkenki manzarası ve yediği yemeği ballandıra ballandıra anlatışı ile iştahınızı öyle bir kabartır , yeme isteğinizi öyle bir kamçılardı ki , doymayı hiç istemeden çatlayasıya kadar herşeyi yemek isteyebilirdiniz…Bu yüzden ” erkeğin kalbine giden en kısa yol midesinden geçer ” , sözünü yaşamdaki tecrübeleriyle en iyi şekilde babamdan öğrendiğimi , ömrümün sonuna dek asla unutmayacağım… Bana bıraktığı en önemli hatıralar belki de bu yüzden hep mutfak kültürüyle bir şekilde buluşuyor…

Bu karşılaşmaların bana en lezzetli gelen ilk duraklarından birisi tavuk suyu çorbasıdır… sabah kahvaltılarındaki klasik menülere ek olarak , anılarımda en çok yer eden sabahlık , eğer dışarıya birlikte çıkmışsak sevgili babamla beraber okula gitmeden önce mutlaka uğradığımız , mahallemizin çorbacısında yediğimiz bol sirkeli , sarımsakli ve gözlerimi ağlamışcasına yaşartacak şiddette acılı tam tekmil tavuk suyu çorbasıdır…

Onunla yaptığımız ziyaretlerden sonra okula varışlarımda arkadaşlarımın bana neden çok yaklaşmak istemediklerini anlamam çok uzun sürmemişti.. ama her şeye rağmen aldığım lezzetin buna fazlasıyla değdiğini yıllar sonra bile bütün iç rahatlığım ile söylemeliyim…şimdilerde ne zaman dillere destan , sirke , sarımsak ve acıyla dansa tutuşan tavuk suyu çorbası önüme gelse , yada nar gibi kızarmış , misler gibi kokan ,ellerinizle parça parça ede ede , kemiklerini dişleye dişleye iştahla yiyeceğim kıp kırmızı pişmiş bir tavuk ile karşılaşsam babama rahmet etmeden ve onu şükran duyguları ile anmadan yemek yemeğe başlayamıyorum…

Kokoreç için ise hakkını verebilmek için aslında bambaşka bir yazı kaleme almalıyım… ama yine de gittiğim yerlerdeki eşsiz lezzetleri kısa kısa özetlemelerle anlattığım için aynı yazı içinde değerlendireceğim…bilmem ki nasıl başlasam beni kendine mahkum eden kokoreçi anlatmaya… bazılarınızın içi kalksa da neyden yapıldığını bir kere daha hatırlatmakta fayda var… koyunun ince bağırsağından ve bumbarından yapılan kokoreç , pişmeye başlamasıyla birlikte sizi kendisine aşık ediyor… burnunuzdan başlayan lezzet dalgası dilinizin ve damağınızın en ücra zerrelerini kendisine esir ederek ilerliyor ve yolculuğunun sonunu hayal edebileceğiniz en yüksek şiddet derecesindeki iştah oranıyla midenizde tamamlıyor…

dünyadaki en istenmeyecek şeyle temas eden bir varlık , bu kadar mı lezzetli olabilir…. yada böylesine lezzetli olmasının sebebi normal şartlarda yanına asla yaklaşamayacağımız veya aklımıza gelmesinin bile mümkün olmayacağı bir varlıkla iç içe geçmesindemidir… nedeni ne olursa olsun , gerçek şu ki , buram buram kokoreç kokusunun , baharatlarıyla harmanlandığında dünyanın en tahmin edilmez , en lezzetli ve en iştah açıcı yemek kokusuna dönüşmesidir…

memleketlere yaptığımız gezilerimizde bizde silinmez izleri olan yerlere , hatıralarını tebessümle yeniden hatırlamak adına kısa kısa ziyaretlerde bulunuyoruz… işte böylesi anlar , zaman makinasına binmişçesine beni yıllar öncesine götürüp getiriyor…

ne mutlu ki , bu fırsat lar benim için dünya nın en basit işini , en keyif veren ve en duygu sal hare ketleri haline dönüştürüyor… eğer aramızda kokoreçle benim kadar sıkı bağları olan arkadaşlarımız da varsa , bu vesileyle onların anılarını da canlandırmış olur , geçmişlerini olabilecek en lezzetli şekilde hatırlamalrını sağlayabilir , hatta daha ileriye giderek kokoreçlerini evde hazırlamalarının yolunu açabilirim… geçmişi ve geleceği aynı tebessümde ve lezzette buluşturmak dileğimle… Sevgi ve Saygılarımla…