Üzerine uzandığım tek kişilik yatağın yanında, bir beşikte usulca sallanıyordu. Beşiğin çıkarttığı gıcırtı beni rahatsız etmiyordu bile… Sadece Tanrı’nın mucizesine kilitlenmiş, öylece ona bakıyordum. Hastahane duvarlarının, ne renk olurlarsa olsunlar, soğuk olduklarını düşünmüşümdür hep. Ama, şükür, onun beşikteki o sıcaklığını bulunduğum noktadan hissedebiliyordum ki; bu da ortamı bir nebze ısıtmaya yetiyor, o soğuk hastahane odasındaki gerginliğimi azaltıyordu. Gelen geçen hemşireler beni ona bakarken gördüklerinde gülümsüyorlar, ben de aynı şekilde sessizce gülümsüyordum. Bir ağrım sızım ya da rahatsızlığım olup olmadığını bu şekilde hemen anlıyorlardı ve aramızdaki sözsüz anlaşmanın havada hissedilen bir anlamı muhakkak vardı. Bu mucize ile hayata bağlıydım işte. Başka da hiçbirşeyin o sırada pek bir önemi yoktu…O gün beni apar topar hastahaneye gitmem için çağırdıklarında elim ayağıma dolaşmış, arabamı bir arkadaşıma emanet etmiştim. Adımlarımı mümkün olabildiğince hızlandırarak caddeye çıkmış, bir taksi çevirmiş ve şoföre gideceğim hastahanenin adını söylemiştim. Yolda camdan dışarıyı seyrederken, bu dünya üzerinde insan eliyle yapılan ne de çok şey olduğunu düşünmeye dalmıştım. Kilometreler birbiri ardına tükenirken, Tanrı’nın o mucizesi olmasa, birbirimize aslında nasıl da muhtaç olduğumuzu unutacak günler yaşadığımız aklıma düştüğünde de insanlığım adına biraz ürpermiş ve utanmıştım.Hastahaneden içeri adım attığımda ise beni hazırlamak üzere aldıkları salonda benim durumumda hastahaneye gelmiş en az 20 insan daha olduğunu farkettim. Bu insan kalabalığını gördüğümde hem sevindim hem de üzüldüm. Ön kontroller tamamlandıktan sonra beraber içeri girdiğim ilk gruptan insanlara, hemşireler, yan yana duran tek kişilik yataklara uzanmamızı söylediler… Birbirimize saygıyla kısacık gülümserken bize yardımcı olan hemşirelere kimimiz sorular soruyor, kimimiz sessizce hemşiresinin yaptıklarını izliyor, kimimiz de bu yaşayacakları ilk deneyim olduğu için biraz gergin olduklarını ifade ediyordu. Ben ise beşiğin ne işe yaradığını sormayı tercih ettim. Fakat o anda hemşireye gelen telefon yüzünden susmak zorunda kaldım.Bölüme alındığımızdan beri yaklaşık olarak 15 dakika ya geçmiş ya geçmemişti ki; hemşire bana artık elimi kapatıp açmaktan vazgeçmem gerektiğini bildirdi. Görünen o ki; işlem tamamlanmak üzereydi. Beşikte akışkanlığı doğal seviyesinde kalsın diye salınan torbanın içinde Tanrı’nın mucizesi birazdan yapacağı yolculuğu bekliyordu. Evet, birazdan en acil tarafından bütün yataklarda sırayla yatmakta olan donörler tarafından bağışlanan diğer torbalar da toplanacak ve zaten 8 saattir ameliyatı sürmekte olan bir fabrika işçisine aktarılacaklardı. Kolunu fabrikada bir anlık dikkatsizlik sonucu makinaya kaptıran, evine o gün ekmek götüremeyeceğinin o an farkına varan, duyduğu acı yüzünden bağırmaya başlayıp bir süre sonra bayılan ve hastahaneye getirilene kadar çok kan kaybeden bir fabrika işçisine…Elime verdikleri bir minik sandviç ve bir kutu meyve suyunu tutarken, kanımızı kime bağışladığımızı, sorulan bir soru üzerine açıklayan hemşirenin hızlı ve düzenli hareketlerine bakıyordum. En azından meyve suyunu içmeden yataktan ayrılmamam yönünde aşırı hassasiyet gösteriyordu. Yolda tansiyonum düşüp bayılmamam için söylüyordu bütün bunları… Fabrika işçisinin kolunu makinaya kaptırmasının sebebi olarak, o sabah hiçbirşey yiyemeden işe gelip o makinanın başına geçmiş olma ihtimali geçti aklımdan… İnsanların açlıkla terbiye edilmedikleri bir dünya için umut mu umutsuzluk mu duymam gerektiğinin ayırdına ise hiç varamadım!Hayat ustalarına saygı!Mucize‘ye detaylı bir bakışTebrik edilesi etkin bir oluşumKurumsalbu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape