her uyuduğunda, yarın sabaha onarılmış bir kalp dilerken; daha beter acılarla uyanıyorsun..gideli birkaç ay oldu.. sanki dün akşam gitmiş gibi taze burukluğu. sanki dün sabah kulağına günaydın diye fısıldamış gibi; sessiz ve kimsesiz şimdi yatağın diğer yarısı.. her sabah gözünü açar açmaz yanında mı diye bir umut yoklayışın, yetiyor gününün alabildiğine berbat geçmesine..
başlarda karnına giren krampların yerini boşluklar aldı, ne saplasalar umrunda olmayacak. miden gereksiz artık, pek fazla da kullanmıyorsun zaten. burnun hep o kokuyu arıyor değil mi? o gerdanının büyüleyici kokusunu.. içine çektikçe daha fazla çekesin gelirdi, madde bağımlısıymışsın gibi..you really are my ecstasy..ve emre aydın dizeleri geliyor aklına..”kokunu bırakma / çok sevdim kokunu / bilemezsin, götür kokunu..
gittikçe kötüye gidiyorsun, seni tanıyanlar tanıyamaz oluyorlar. bu sen değilsin.. o varken “senin gözlerinin içi hiç böyle gülmezdi” diyenler, şimdi “seni hiç bu halde görmemiştik” diyorlar.. küçük bir ümit midir sarıldığın? yoksa çaresizliğin katlanılmaz ağırlığı mı seni bu hale getiren? neden vazgeç(e)miyorsun senden vazgeçebilen birinden? belki çok seçeneği yoktu, belki cesaret edemedi. ama gitti ve artık yok..doğan güneş senin için hep bulutlar ardında. gözlerinin önündeki yarı saydam perde bir türlü kalkmıyor. nasıl kalkacağını da bilmiyorum. çivi çiviyi söker mi acaba? yeni bir tat eskisini unutturur mu?tanrı bilir..